Umut, tükeniş ve ballı burs

AZ GİTTİK UZ GİTTİK UMUTSUZLUK ÜLKESİNE VARDIK

Az gittik, uz gittik; dere tepe düz gittik. 20 yılda karakışın elektrik ve doğalgaz faturalarına ulaştık. Asrın havaalanı kar esareti altına girdiğinden, baraka hastahaneyle kullanılmaz hale getirilen Atatürk Hava limanına indik.

Bir de ne görelim?

Bir seçimi iki defa kazandığı için iktidarın iş yaptırmaz hale getirmek istediği İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun attığı can simidine sarılma olanağı bulduk.

Yirmi yıllık iktidarın Türkiye bütçesini yatırdığı duble yollar, köprüler ve hava alanları ile yolları kara teslim olmuşken; İBB Başkanı bir diplomatla taa Rumeli Kavağı’ndaki bir lokantaya kadar gidebilmişti.

Koca hükümetin kocaman bakanları, hem de yollardan sorumlu olanı, süper hava limanı yerine terk edilmiş Atatürk hava limanına inmek zorunda kalırken; nasıl olur da Ekrem İmamoğlu, otomobille onca yolu gidebilme başarısını gösterirdi.

Yasalara aykırı şekilde MOBESE ile belgelenen takiple halka şikayet ederek ulaşım bakanlığının kara teslim olma durumu örtülmeye çalışıldı.

İktidar yandaşı basın ve trol ordusu; “bu kara ve çalışan işçilere rağmen balık lokantasına nasıl gider” diyerek yeri göğü inletmeye başladı.

Bu yetmez sayılmalı ki; ertesinde de hükümetin önde gelenleri, başkomutanlarıyla İmamoğlu’nun memleketinde “açılış” yapmaya gidip gövde gösterisi yaptılar.

Bula bula, 8-10 yaşlarındaki bir çocuğu istismarla bir skandal yarattılar. Bilinen ve babası tutuklu olan bir çocuk bulundu. Eline oyuncak verip kürsüye çıkardılar. Mikrofonu tutarak; ana muhalefet liderine “hain” dedirttiler.

Cumhuru birlik ve bütünlük içinde tutmakla yükümlü şahısla birlikte, tevatür güldüler!

Çarşı-Pazar ve mutfaktaki yangınlardan bunalan, elektrik ve gaz faturaları nedeniyle kışı çıkaramama umutsuzluğuna düşen bütün milleti de güldürdüler!...

*** ***

“Alım garantili” gaz anlaşmaları yapılmıştı. Kışın soğuğunda Türkiye’yi ısıtacak gaz anlaşmalarıydı. Ama ne süper havaalanı pistleri ve ne de buraya varan yolları donmaktan kurtulmamıştı!

Hem de 20-25 yıl süreli ve döviz garantili anlaşmalardı. Ödemesi 1954 yılına kadar süren Osmanlı borçları türü yük getirmişti. Ekonomik sorunlar yaşansa da, fabrikalar çalışmasa da gaz alım anlaşmaları gereği, parası ödenecektir.

2021 yılında Türkiye, 61 milyar metreküp gaz ithal edip tüketmişti. Ancak 2022 yılı için 48 milyar metreküp gaz ithal edilmek için anlaşma yapılmış. Demek ki kışın yumuşak olacağından emin olunmuştu.

Bilinen kadarıyla, “Rus Mavi Akımı” üç boruyla geliyor. “Türk Akımı” da bir uzun boru hattıyla üç koldan gelir. Üstelik borular, olması gerekenden de çok daha geniş döşenmişti. Yani gaz çok gelecekti.

Bütün bunlara rağmen 24 Ocak 2022 günü enerji sorunu ortaya çıktı. “Karakış” ve “Zemheri” şiddetine rağmen fabrikalar tatile zorlandı. Büyüklü küçüklü 50’den fazla işyerinin elektriği kesilme noktasına gelindi. Türkiye’nin işyerleri ve enerji santralleri üç gün doğal gazdan mahrum edildi.

Konutlar; zaten yüksek faturalar yüzünden buz kesmeye başlamıştı!

Görüldü ki borular da, akım da, üretim de zaten önemsenmiyor. Artık konutlar gözden çıkarılmış!

Açıklandı ki İran, “ arıza nedeniyle geçici olarak vana kapatacağım” demiş.

Oysa Türkiye’ye doğalgazın 12 ayrı oluktan aktığı sanılıyordu.

İran’dan gelen gaz; toplam tüketimin yüzde 11.1 oranındadır.

Rusya’dan gelen; yüzde 33.5,

LNG gazı, yüzde 31.4,

Azeri gazı, yüzde 24.0 oranlarındadır.

Üstelik yaz mevsimlerinde olağanüstü haller için gaz depo edildiğini biliyorduk. Doğruysa; Silivri’de ve Tuzgölü bölgelerinde birer gaz depoları inşa edilmiş olmalıdır. Bunlardan Tuzgölü gaz deposu 3.1 milyar metreküp, Silivri gaz deposu da 900 milyon metreküp rezerv sağlayacaktı.

Buna rağmen kışın şiddetini arttırdığı bu ilk günlerde gaz ile elektrik sıkıntısı yaşanıyor. Neden?

İran’ın uyarısı daha uygulanmamışken, yansıtılan paniğin nedeni nedir?

Türkiye’nin gaz üretme kurumu olan BOTAŞ, sorumluluğunun gereğini ifa etmiş midir? Yoksa seçim dönemi boyunca hizmet yerine siyaset üreten hükümet gibi popülist mi davranmıştır? Kapitalist bir ihtirasla yılın 12 ayında 11 kez zam yapmasına rağmen; yaşanan darlığın anlamı nedir?

İsraf ve aşırılık mıdır?

Her seçim öncesi “gaz bulduk, buluyoruz” propaganda amaçlı gemi yüzdürme masraflarını karşılamak yüzünden midir?

Otomatikleşen yüksek zam oranlarına, 110 milyarlık satış gelirine rağmen, 59 milyar liralık Hazine desteği ile 32 milyar liralık vergi muafiyeti de işe yaramamıştır.

Bütün bunlar, kışın en kritik günlerinde insanlar evlerinde battaniyelere sarılarak ısınmak zorunda kalsın için mi yapılmıştır?

Neden nedeni halka açıklanmıyor?

Şirket; partizanlıkla kadrolara doldurulan liyakatsızlar ve israflar ile çözümden uzak gözüküyor.

2023 yılına kadar “13. hattan kendi gazımızı akıtacağız” açıklamalarının, gerçekte israf ve popülizm olduğu ortaya çıkmış oluyor!

*** ***

İktidar dış politikada olduğu gibi gaz politikasında da rotayı kaybetmiştir. Çünkü ihvan aşkına komşu Suriye ile olduğu gibi; Ukrayna aşkıyla da diğer komşular olan İran ve Rusya ile papaz olmaktadır. Şaşkın ördek gibi. Bu iki ülke, toplam gazımızın %46.6’sını karşılıyor.

Suriye politikasıyla Ege’nin Yunan denizi haline gelmesine neden olundu. Ukrayna politikasıyla da kışın ortasında Türkiye gaz yokluğu tehlikesi ile karşı karşıya getirilmiştir.

İpsala’nın burnu dibindeki Dedeağaç’ta “Alexandropoli” üssü kuran ABD; Yunanistan’ı onurlandırmak amacıyla düzenlediği “Ege’de NATO tatbikatına” Türkiye’yi dahil etmedi.

Bunun bir anlamı yok mudur?

“İki cami arasında bi-namaz” durumuna düşmek olmuyor mu?

Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu gazın büyük kısmını karşılayan Rusya ile İran’ın ABD çıkışı karşısında Moskova’da başkanlar dizeyinde yaptıkları görüşme, ne anlam taşıyor?

Türkiye’yi “Kanal İstanbul” inadına sürükleyen ABD’nin, Romanya ve Bulgaristan’la Karadeniz kıyılarına etkin olması sonrasında; Ukrayna ile aleyhine Karadeniz’in daha da daraltılmasına Rusya seyirci mi kalacaktır?

Bizim Ege’de gerçekleştirilen emrivaki karşısında edilgin kaldığımız gibi edilgin mi kalacaktır?

Ankara; 2022 soğuklarını Rusya ve İran’dan gelen gazla ısınmayı umarken; doğmakta olan yeni “soğuk savaş” gerilimi arasında kızarmamasını umalım!

*** ***

UMUTLARIN TÜKENDİĞİ YERDE YARINLARI OLUR MU

Az gitmiş, uz gitmiştik yirmi yılda. Umutları tüketmeyi başardığımız görüldü.

“Dünya bizi kıskanıyor” diyorduk.

“Türkiye şaha kalktı” diyorduk.

“Hükümetimiz Türkiye’yi uçuruyor” diyorduk.

Fakat iki günlük kar yağışı ile nasırlarına bakınca kabarması sönen tavus kuşu gibi, şok olduk. Anlı şanlı İstanbul Hava Alanı’na Ulaştırma Bakanı bile ulaşamaz oldu. Yerli yabancı 18 bin yolcu, mahsur oldu. Aç ve susuz şekilde yere serdiği kartonlar üzerinde yatmak zorunda kaldı.

“Asrın eseri” olarak övünülen bu hava alanı kargo bölümünün çatısı çöktü.

Hükümetin bütün şişinmeleri anlamsızlaştı.

Buna karşın cevval hükümetimiz; açık oturumda bir atasözü ifade eden gazeteci; gece vakti çocuğunun yanından alınıp tutukladı. Camide “dili keseriz” tehdidi savruldu. Böylece kar ve gaz yüzünden kamuoyunda oluşan tepkinin giderilmesi için gündem değiştirilmeye çalışıldı.

Yeterli sayılmadı.

O nedenle Trabzon’da,babası hapis olan bir çocuk kurtarıcı olarak kamuoyu önüne sürüldü.

Ne yazık ki umutlar tükenmişti! Skandallar, zevahiri kurtarılmaya yetmiyor!

KPSS’de birinci olduğu halde ataması yapılmayanlardan bir öğretmen genç, bir süre önce intihar etmişti. Yaklaşık bir ay önce de tarikat yurdunda kalan tıp öğrencisi intihar etti.

Karın yeryüzündeki çirkinliklerin üzerini kapattığı günlerde de, Trabzon şovu öncesindeki gün, babasız büyüyüp üniversite bitirmiş ve dört yıldan beri ataması yapılmamış bir diğer genç öğretmen intiharı ile toplum sarsıldı.

Her birinin bıraktığı mesajlar, insani olan bütün yürekleri kanattı.

Bir belediye başkanının olağanüstü hava koşullarında önceden belirlenmiş randevu gereği diplomat konuğuyla öğle yemeği için lokantaya gitmesi, kusurdan da öte, suç olarak gösterildi. Fakat hükümetin bunca intiharları aldırmazdan gelmesi olağan sayıldı!

Meğer Türkiye, ortaçağa doğru uçuyormuş!

Öyle olmasa, genç intiharları bunca yaygınlaşır mı?

Kadın katledilmeleri bu kadar yoğunlaşır mı?

Doktorundan sanatçısına, mühendisinden aydınına, liyakatlı olanına kadar, yurttaşlar doğup büyüdükleri yurdu bırakıp gider mi?

Demek ki özellikle gençlerin umutları kalmamıştır!

Umutların tükendiği yer ve koşullarda yarınlara umut olur mu?

Vay Türkiye’min geleceğine!

ÜÇ HANELİ ENFLASYON VE BALLI KREDİLER

Ekonomistler ile Sosyolojglar, ekonomik yönden toplumu bir piramitle sınıflandırıp ifade eder. Buna göre nüfusun yüzde 10’unu piramidin tepe, yüzde 10’u da piramidin alt kuşağını oluşturur. İkisi arasındaki yüzde 80 oranında olan geniş kuşak da orta sınıf sayılır.

En tepedekiler, toplumun zenginleridir. Alt kuşaktakiler de o toplumun yoksullarıdır. Diğerleri ise ne zengin, ne de yoksul olan kitledir.

Bu kuşaklar arasında toplumsal barış; “gayri safi milli hasıla” olan milli gelirin eşit paylaşımı oranında gerçekleşir.

Demokratik yönetim, bu eşitliği sağlamak idealidir. Piramitin orta kuşağını aşağı ve yukarı yönde ne kadar genişletirse; eşitlik de o oranda sağlanır.

Eşit paylaşım; üretim ve üleşim ile gerçekleşir. Bu da yoksulun korunması, haksız kazancın önlenmesini gerektirir.

Bunun için enflasyonun yükselmemesi ve yoksullarla orta sınıfın istihdam olanaklarını bulması gerekir.

Türkiye’de oluşan ekonomik yapı; orta sınıfı yoksullara katmış oldu.

Peki iktidarın “şahlandı, uçtu” dediği Türkiye, nereye varmaya çalışıyor?

Piramidin alt kuşağının orta kuşak aleyhine alabildiğine genişlediği ülkemizde, 3 Şubat günü açıklanan enflasyon, dudak uçuklatıyor.

Siyasi erkin emir komutasıyla hesap yapan TÜİK’e göre, enflasyon yüzde 48.69 oranındadır. TOB’e göreyse yüzde 78 oranındadır. Tarafsız akademisyenlerin kurumu olan ENAG’a göre ise; yüzde 114.87 oranındadır.

Mutfak ve çarşı yangını ile kavrulan yurttaşlar, ENAG hesabının doğru olduğunu yaşadıkları ile doğruluyorlar.

Türkiye’nin yıllardır katılmaya çalıştığım Avrupa Birliği (AB) ülkeleriyle karşılaştırma yapılırsa; Türk halkının ne denli yoksullaştığı daha iyi anlaşılır. Nitekim enflasyon; İsviçre’de % 1.5, Fransa’da 2.8, Danimarka’da 3.1, İsveç’te 3.3, İtalya’da 3.8, İrlan’da ve Yunanistan’da 5.1, Almanya’da 5.3, Hollanda’da 5.7 oranındadır. Ki bu dokuz ülkedeki enflasyon toplamı, ancak 35.7 oluyor.

O ülkelerde de ekonomik, gaz, petrol, korana gibi sorunlar vardır. Fakat demokratik anlayışın, halka hesap verebilirliğin, denetimin olması; halka saygının ve güvenin göstergesidir. Kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne, laikliğe saygı duyuluyor. Bu da o toplumlrın gelecekten umutsuz olmasına engeldir.

Türkiye’de ise durum tan tersidir.

Kurucu liderin “mabede, okula ve orduya siyaset sokulmaz” öğüdü hatra bile getirilmiyor. O nedenle halkın inanç ve kökeni istismar ediliyor. Adalet ve eğitimle oynanıyor. Halk yoksullaştırılarak biat etmeye zorlanıyor!

2002 yılında enflasyon %29 oranına yükseldiği için bir iktidar sona ermişti. İiktidarı devir alanlar ise; 2002 yılından bugüne, enflasyonu toplumsal barışı bozacak ölçüye vardırdı.

Bir tarafta asgari ücretin 20-30 katı ücret alanlar var. Diğer taraftan yüzde 114.87 oranındaki enflasyon ortamında açlık sınırında yaşayanlar var. Yoksulluk ve yoksunluk içinde peş peşe intihar eden gençlerin dramları yaşanıyor!

Bu koşullarda halk; “tasada ve kıvançta bir ve bütün” millet oluşunu nasıl sürdürür? Üstelik siyasi yönetim, iktidarda kalma ihtirasıyla halkı ayrıştırmayı bir yöntem olarak uyguluyor iken!

*** ***

Yurt bulamadıkları için öğrenciler, parklarda yattı. Kredi Yurtlar Kurumu’ndan burs almış işsiz gençler için icra yürütülüyor. Üniversite bitirdiği halde yıllarca iş bulamayan gençler ise gençler intihar ediyor!

İktidar da; 34 yandaş aile çocuklarına astronomik burs verdiği ayıbıyla sarsıldı. Kİ aynı irade tarafından ballı maaşlara ulaştırılan bu kişiler, kredi borcunu geri ödemeye yanaşmıyor.

İktidar; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı başarısız kılmak için her yolu deniyor. Böylesine düşmanlık yapılmanın nedeni; belediye bütçesinden yandaş kurumlara para transferlerini engellemek ve haksız, insafsız burs verildiğinin deşifre edilmesi olduğu görülüyor. KİBB, kendi olanaklarıyla kredi bulmasına engel olunuyor. İstanbul İstanbul olalı beri belediye malı olan Taksim bahçesi ile Beyoğlu Kulesi’ne bile el kondu. Metro, “M” ve “U” olarak iki başlı hale getirildi. Yoksul yurttaşlara yardım yapılması için kimi yurttaşların verdiği bağışlara el konuldu.

Yöneltilen bu husumet, şeffaf olmayan uygulamaların ve yapılan israfların deşifre edilmesi midir?

Öyle ki;

. METRO AŞ aracılığıyla 6 öğrenciye 85.849 dolar ve 277.564 lira,

. BELBİM AŞ aracılığıyla 1 öğrenciye 85.849 dolar ve 33.388 lira,

. İGDAŞ AŞ aracılığıyla 2 öğrenciye 341.743 dolar ve 35.471 lira,

. İSFALT AŞ aracılığıyla 6 öğrenciye 288.387 dolar ve 85.277 lira,

. İSTAÇ AŞ aracılığıyla 5 öğrenciye 755.759 dolar ve 166.791 lira,

. İSBAK AŞ aracılığıyla 6 öğrenciye 490.261 dolar, 335.253 lira ve 87.745 avro,

. KİPTAŞ AŞ aracılığıyla 5 öğrenciye 634.945 dolar, 69.32 lira ve 128.247 avro,

. KÜLTÜR AŞ aracılığıyla 6 öğrenciye 427.722 dolar, 108.225 lira ve 86.472 avro verilmiştir.

Burs adı altında 34 kişiye toplam 3.155.565 dolar, 302.664 avro ve 1.110.297 lira transfer yapıldığı ortaya çıktı. Bu transfer, gönderilmiş müfettişler tarafından aylardır denetlenen İBB yönetimince 4 Ocak 2022 günü kamuoyuna yansıtılan bilgi oldu.

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }