13 Kasım’da Taksim’deki bombalı terör eylemi gündemdeki en öncelikli konu olmakla kalmadı, seçime kadar sürecek siyasal mücadelede iktidarın en önemli kaldıraçlarından olacağı görüldü. Seçim önceleri toplumda oluşabilecek korku ve güvensizlik duygularının sonuçları etkilediğini biliyoruz. Seçmene sunulan güven ve istikrar vaatleri ile korkunun oya tahvil edilmesi çabasının tekrar devreye sokulması kaygıları şimdiden tartışılmaya başlandı.
Taksim saldırısı sonrası Bakan Soylu’nun açıklamalarından oluşan senaryo ciddi inandırıcılık sorunları taşıyordu. TSK’nin 20 Kasım’da başlattığı Pençe-Kılıç Hava Harekatı bu sorunu da halletti. ‘Türk askeri vurduysa haklıdır; sorular ve şüpheler manasız, daha da öteye giderse hainliktir!’ oldu.
Muhalefet de zaten böylesi “milli” konularda iktidarın ardına dizilmeyip de ne yapacaktı! Seçmenin önüne paçavra gibi atılmayı göze alabilirler mi? Başlatılan harekât bir mana da Altılı Masa’ya da vurulmuş bir darbe oldu. Bu yakıcı ortamda alternatif söylem geliştirmek ve barışa dönük önermeler getirmek elbette kolay değil.
Bu saldırının, iktidarın her manada elini rahatlatan bir gelişme olduğu ortadadır. Olayın iktidar ittifakı lehine enine boyuna kullanılacağı ve buradan çok önemli siyasal sonuçlar devşirileceği olayın ilk saatlerinden itibaren belli oldu.
FUAT OKTAY'DAN İLK İŞARET: 'DIŞ BAĞLANTI'
Terör saldırısının hemen ardından, henüz fail belirlenmemişken Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay’ın olay yerinden yaptığı ilk açıklama oldukça dikkat çekiciydi. Kamuoyunun çok üstünde durmadığı bu açıklamada Fuat Oktay, olaydan henüz saatler geçmişken saldırının muhtemel dış bağlantısını vurgulamış, kısa sürede aydınlatılacağı ve içeride ve dışarıda gerekli cevabın verileceğini müjdelemişti!
Oktay açıklamasında özetle; “Gerek içeride gerekse de sınırlarının ötesinde biz kararlıyız. Bu olayların arkasında her kim varsa sonuna kadar, dünyanın öbür ucuna da gitse bunlara ulaşılacak ve Türkiye'ye getirilecek, her ne pahasına olursa olsun bunun hesabı sorulacaktır. Biz bu olayı çok yakında çözdüğümüz zaman da sadece bu olayın tetikçileri değil, bu tetikçilerin arkasında gerek içeride, gerek dışarıda her kim varsa bunun hesabı tamamından sorulacaktır" diyerek olayın dışarısı kaynaklı olma olasılığını henüz ilk saatlerde ısrarla öne çıkarmıştı. Nitekim sonraki tüm resmi açıklamalar da bu yönde olmuştu.
PKK, YPG, SDG SALDIRIYI ÜSTLENMEDİ
Saldırının kaynağı olarak gösterilen PKK’nın silahlı kanadı HPG olayla ilgileri olmadığını açıkladı. Baş sağlığı da dilenen açıklamada, ”Bunun karanlık bir planın başlangıcına işaret ettiği anlaşılmaktadır” denildi.
YPG’nin çatı örgütü Demokratik Suriye Güçleri (DSG) Genel Komutanı Mazlum Abdi (Kobani) de eylemi reddetti. Saldırının faili olarak tutuklanan Ahlam Albashir’in ailesinin İslamcı radikal örgütlerle bağlantılı olduğunu, Albashir’in kardeşlerinden birinin de Suriye Afrin’de Türkiye’nin desteklediği Esad karşıtı muhalif gruplardan birinin komutanı olduğunu söyledi. Üç kardeşinin IŞİD için savaşırken (Rakka, Münbiç ve Irak’ta) öldüğünü, bu kadının üç farklı IŞİD savaşçısıyla evli olduğunu, saldırının Türkiye’nin kontrolünde çalışan Suriyeli muhalif gruplar tarafından yapıldığı sonucuna vardıklarını iddia etti.
Başta terör örgütü PKK, bu örgütlerin olayla ilgileri olmadığı yönündeki açıklamalarına ne kadar itibar edilebileceği ayrı bir konu, saldırıyı gerçekleştirip üstlenmeme olasılıkları da mevcuttur tabi ki. Ancak eylem ile ilgili kontrollü şekilde basına sızdırılan bilgilerdeki çelişkilerin birçok yeni soruyu gerektirdiği de açıktır.
OLAY ARDINDAKİ KUŞKULAR
Olay sonrası gelişmeler, yapılan açıklamalardaki çelişkiler bombalı saldırının ardında bizlere açıklanmayan başka gerçeklerin olabileceği kuşkularını artırdı. Saldırgan ile bir MHP ilçe başkanının telefonu arasında irtibat tespit edildiğini duyduk. Bu olayda benzer bir irtibat bir muhalif parti üyesi ile olsaydı neler olacağını hepimiz biliyoruz. Adli konularda görevi olmayan Valilik sıra dışı bir uygulamaya imza atarak, MHP’li ilçe başkanını aklama yönünde resmi açıklama yaptı.
Bombayı bırakan kadın tam olarak Suriyeli mi değil mi bilmiyoruz ama ÖSO ile bağlantıları ortaya çıktı. Açıklamalardaki senaryoya göre bu kadın ilk Cerablus’tan çıkmış, Menbic’de eğitilmiş, Afrin/İdlib üzerinden Türkiye’ye geçirilmiş, saldırı emri Kobani’den gelmiş, planlama ve koordinasyon Kamışlı’da yapılmış. “Bombacının bağlantıları coğrafyada ne kadar çoğalırsa harekât hedefleri de o kadar genişlemiş olur, gibi bir yaklaşım mı şehir adlarını bu kadar çoğalttı acaba?” soruları da akla gelmiyor değil!
SALDIRI ERDOĞAN'IN ELİNİ GÜÇLENDİRDİ
İktidar çok uzun zamandır Suriye başta Kobani, çeşitli bölgelere bir operasyon yapmak istiyordu. Başta ABD ve Rusya’yı olmak üzere uluslararası toplumu ikna için lüzumlu gerekçeyi Taksim saldırısı sağlamış oldu. 20 Kasım’da Başlatılan sınır ötesi hava harekâtı ile saldırının gerçek amacı ve arkasındaki asli failler konusundaki sorgulamalar da ikinci plana düşmüş oldu. Olayın gerçek ayrıntıları ile ilgili devletten inandırıcı ve makul açıklamalar beklenmesi süreci artık daha da çıkmaza girdi. Bu saldırı etrafında oluşan şüphe bulutları artık daha yoğun olarak durmaya devam edecektir.
Uluslararası alanda yaşadığı tecridi Ukrayna savaşından beri kırmış olan Erdoğan’a bu saldırı el yükseltme fırsatı vermiş oldu. İçeride ve dışarıda güç kullanım için gerekli meşruiyeti ve rızayı da sağlamış oldu. Rusya, ABD ve AB’nin böyle bir dönemde Erdoğan’la zıtlaşmaya gitmeyeceği, gelecek eleştirilerin de göstermelik olacağı biliniyor.
G20 Zirvesi'nde Erdoğan’ın ikili temaslarda işinin nasıl kolaylaştığı da gözlemlendi. Endonezya’dayken taziyelerini ileten 97 ülke ve uluslararası örgütün bayraklarını kolajlayarak teşekkür etti. Diplomaside yakıta dönüşen bu terör saldırısının sağlayacağı avantajları Erdoğan en çok da iç politikada ve tabi ki sonuna kadar kullanacaktır.
KARA HAREKÂTINI NEDEN ÇOK İSTİYORLAR?
Henüz Taksim saldırısı olmadan önce hazırlanmış, Rusya ve ABD’nin sınırlı onayı ile uygulamaya geçilen hava harekâtının amaçladıkları askeri ve siyasal sonuçlar için yeterli olmayacağını düşünüyorlar. Ancak seçimlere yakın yürütülecek, Kobani öncelikli yeni bir sınır ötesi kara harekâtından iktidar ittifakının son derece yararlı sonuçlar beklediği anlaşılıyor.
Ülkede ve bölgede beslenen belirsizlik ve şiddet ortamı kimlerin siyasal ve ekonomik amaçlarına hizmet ediyor, bu noktaya dikkat kesilmek gerekiyor. Çevremizdeki gerilim, çatışma ve savaşın bütün alanlarda anti-demokratik dönüşümün ana mekanizması haline getirildiğini görüyoruz. Böylesi bir iklimde hukuk, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar lüks kalıyor, muhalefet de bu sorunların üstüne yeterince etkin gidemiyor.
Kitlelerin milliyetçi damarı Cumhur ittifakının bekasına hizmet amacıyla kullanılıyor. Savaşa ve şiddete yatkın bu bakış “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” düsturuyla her türlü hak ve hukuku kolayca yok görebilmektedir.
Seçimler yaklaşırken Cumhur İttifakı, Altılı Masa ve HDP/Kürtler üçgenindeki mevcut dengenin iktidar lehine değişmesi için TSK dahil tüm devlet imkânları kullanılıyor. Bu amaca ulaşmak için terör, bölünme, istikrarsızlık, iç ve dış düşman gibi korkular kolayca manipüle edilebiliyor. Halkı duygusal olarak normalinden uzaklaştıran, temel önceliklerini değiştiren, ‘beka’yı tüm sorunların merkezine alan strateji tekrar devreye mi sokuluyor acaba?
Kırk yıldır sürdürülüp bir türlü kalıcı sonuçlar sağlamamış klasik yöntemler bir kez daha yinelenerek seçime yakın bir kara harekâtı gerçekleştirilmesi muhtemel görülüyor. İktidar, TSK sınır ötesinde operasyondayken, muhalefet ‘milli dava’ uğruna iktidara destek olma veya olmama ikileminde kısmen dağılmış görünümdeyken sandığa gitmeyi tercih edecektir.
Muhalefeti içeriden parçalama ve seçime dönük siyasal fayda dışında, bu harekâtlardan bugüne kadar elde edilenlerden öte kalıcı bir sonuç bekleyen var mıdır acaba?