Susmak, en büyük ihanettir

Değerli okuyucularım,

Bugün sizlerle dertleşmek, içimde birikenleri paylaşmak istiyorum. Doğruları söylediğimiz için zaman zaman bazı dostlarımızın hedefi haline geliyoruz. Eleştiriliyor, dışlanıyor, hatta tehdit ediliyoruz. Ama bilinsin ki hiçbir tehdit, hiçbir itham bizi doğru bildiğimizi söylemekten alıkoyamaz. Hele ki konu vatanımızsa, milletimizin geleceğiyse… Bu yolda susmak, en büyük ihanettir.

Bazen bir şeyler yavaş yavaş bozulmaz; doğrudan çöker. Sessizce, sinsice, alıştıra alıştıra… İşte biz de böyle bir çöküşe tanıklık ediyoruz. Ekonomi sadece sayılarla değil, yüzlerdeki çizgilerle de anlatıyor bu çöküşü. Pazarda üç parça sebze alan emeklinin kasada fişe bakarken kendi kendine mırıldandığı o cümle, her şeyi özetliyor: “Ben neye para verdim?” Bu soru, artık sadece bir hesap değil, bir isyan.

Gençlerimize bakıyorum… Üniversite okuyorlar ama ne okuduklarını bilmiyorlar, neden okuduklarını daha da az biliyorlar. Çünkü eğitim, sistem olmaktan çıkmış; yönünü kaybetmiş, rotasız bir gemi gibi sürükleniyor. Diplomalar umut değil, hayal kırıklığı belgesi gibi avuçlara veriliyor.

İç siyasette ise çözüm arayışından çok bir hesaplaşma izliyoruz. Kim daha çok bağırırsa, o haklı sayılıyor. Kim daha çok düşman yaratırsa, güçlü zannediliyor. Ama mesele haklı çıkmak değil; mesele bu ülkenin geleceği. Ne var ki bu geleceği düşünen, derdi gerçekten bu olan pek az.

Dış siyaset deseniz, iç siyasetin yankı odasına dönmüş. Bugün el sıkışılan, yarın düşman ilan ediliyor. Strateji adı altında yapılanlar günü kurtarma çabasından öteye gitmiyor. Ne tutarlılık var, ne vizyon… Rüzgâr nereden eserse oraya savrulan bir dış politika ile hiçbir ülke uzun vadede ayakta kalamaz.

Ama en çok neye üzülüyorum biliyor musunuz? Ortak değerlerimizin, bizi biz yapan o kıymetli dokunun lime lime oluşuna… Artık ne ortak sevinçlerimiz var ne de ortak yaslarımız. Herkes kendi küçük dünyasında, kendi küçük haklılıklarında kaybolmuş durumda. Birbirimize tahammülümüz kalmadı. Oysa bir ülke, sadece yollarla, binalarla değil; birbirine inanan, güvenen insanların oluşturduğu bağlarla ayakta durur.

Gidişat hiç iyi değil, değerli okuyucularım. Bu yazı bir uyarı değil sadece, bir çığlıktır aynı zamanda. Siyasi iktidarıyla, muhalefetiyle, bürokratıyla, esnafıyla, öğrencisiyle, işçisiyle… Bu ülkenin her bir ferdinin şapkayı önüne koyup düşünmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Belki de umut dediğimiz o ortak ışık, bu karanlıkta yolumuzu bulmamızı sağlayacak tek rehberdir. Ama o ışığı yakmaya niyetli olan çok az kişi kaldı gibi.

Susarak değil, sorarak, sorgulayarak, birlikte düşünerek çıkabiliriz bu karanlıktan. Aksi halde tarih yalnızca krizleri değil, o krizler karşısında susanları da unutmaz. Ve elbette, bu karanlığa sadece yönetenler sebep olmadı. Her "bana dokunmayan yılan" diyen, her sessiz kalan, her görmezden gelenin de payı var bu çöküşte. Çünkü umut etmeyi lüks, itiraz etmeyi suç, sorgulamayı tehlikeli sayan bir toplum olduk.

Sosyal medyada atılan iki satırla rahatlayan, vicdanını susturduğunu zanneden bir kitleye dönüştük. Oysa mesele tweet atmak değil; sorumluluk almak. “Ben bu ülke için ne yapabilirim?” diye sormak. Çünkü bu ülke sadece yönetenlerin değil; hepimizin aynasıdır.

Yaşadıklarımız, geçmişte sorgulamadıklarımızın; susarak onayladıklarımızın, “bir şey değişmez” diyerek boyun eğdiklerimizin sonucudur. Ama hâlâ geç değil. Hâlâ değişebilir, hâlâ onarabiliriz. Yeter ki artık bir kurtarıcı beklemekten vazgeçelim. Bu ülkeyi ya birlikte ayağa kaldıracağız ya da birlikte çöküşünü izlemek zorunda kalacağız.

***

Ortak akıl, yalnızca köşe yazarlarının ya da akademisyenlerin tekelinde değil. Kahvede okey oynayan Ahmet amcanın da minibüste dirsek dirseğe yolculuk eden Elif’in de aklı bu memleketin kaderinde söz sahibidir. Ama önce susup gerçekten dinlemeyi öğrenmeliyiz. Tartışmak için değil, anlamak için konuşmalıyız. Kırmadan, ezmeden, dışlamadan…

Çünkü bu ülkenin bir nesli daha kaybetmeye tahammülü yok.

Her şeye rağmen, evet, yine de umudu diri tutmalıyız. Çünkü bu topraklar nice badireler atlatmış, defalarca küllerinden yeniden doğmuş bir halkın yurdu. Karanlık derin olabilir ama en uzun gecelerin bile sabaha kavuştuğunu unutmayalım. Umut, belki bir çocuğun gözlerinde, belki adını bile bilmediğimiz bir komşunun sessiz desteğinde saklıdır.

Büyük adımlar atamasak da küçük bir iyi niyet, samimi bir selam, içten bir söz bile bu kırılmış toplumu onarmaya başlayabilir. Yeter ki yeniden birbirimize bakmayı, birbirimizi dinlemeyi hatırlayalım. Yeter ki sadece eleştirmeyip, sahip çıkalım.

Çünkü bu memleket bizim. Bütün eksikleriyle, acılarıyla, hayal kırıklıklarıyla ve hâlâ içinde yeşeren umutlarıyla… Ve işte o umudu büyütmek için atılacak her adım, geleceğe bırakacağımız en değerli miras olacak.

Birlikte düşünmek, birlikte üretmek ve birlikte iyileşmek dileğiyle…

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }