Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP'li belediyelerin 30 Mart Pazartesi sabah başlattığı koronavirüs yardım kampanyaları ardından aynı gün akşam “Biz Bize Yeteriz” sloganı ile “Devlet” kampanyasını başlattı. Zorda kalan halk için İktidarın dişe dokunur pek bir şey yapmadığı bu dönemde üç büyük ilin CHP li belediyeleri icraatları ile öne çıkmıştı. Muhalefet belediyelerinin bağış kampanyaları ile çözüm üreterek inisiyatifi ele geçirmiş görülmelerine izin verilemezdi, vermediler. Bu aşamada “Siz-biz” ayrımı yapılırken nasıl “biz bize” yeteceğiz sorusu akıllarına hiç gelmedi mi acaba?
İktidara geldiklerinden beri yoksul kesimlere yardım dağıtmanın politik getirilerini çok iyi kullanan AKP iktidarının, böyle bir fırsatı muhalefete kaptırması olacak şey değildi zaten. “Bunu niye biz daha önce başlatmadık?” diye Saray’da bazı danışmanların sıkı bir azar işitmiş olmaları da muhtemeldir.
'DEVLET İÇİNDE DEVLET'MİŞ!
Erdoğan bağış kampanyasını başlatınca, muhalif Belediyelerin kampanyalarının bir şekilde engellenmeye çalışacağı beklentisi (güncel siyaseti okuyabilenlerde) zaten vardı. 1 Mart günü İstanbul Valiliğinden İBB’nin bağış hesaplarının bulunduğu bankalara bloke konulması yazıları gitti. Ama, AKP belediyelerinin başlattıklar bağış kampanyaları hesaplarına blokeler konulmadığı gibi başta İsmail ağa olmak üzere birçok tarikat ve cemaatin bağış toplamalarına müdahale edilmedi.
Bu arada İBB hesaplarında yaklaşık 6,5 milyon lira bağış toplanmıştı. Erdoğan bu müdahaleyi "Devlet içinde devlet olmanın anlamı yoktur” diye açıkladı. İçişleri Bakanı Soylu daha da ileri gitti, "Devlet, vali izin vermeden banka numaraları açıklayıp 'Ben yardım topluyorum' derseniz başka devlet, yeni hükümet oluşturmak istiyorsunuz demektir" ifadelerini kullandı. Konuşmasında “Devletimiz, yani cumhurbaşkanlığımız” diyen bakan, devlet demenin Cumhurbaşkanı demek olduğunu vurguladı. Belediyelerin de anayasal kurumlar olarak devlet organları içindeki yerel idareleri oluşturduğu gerçeği yok sayılarak, siyasal tabanı etkilemek amaçlı temelsiz bahanelere sığınıldı.
ATANAN MI SEÇİLEN Mİ DAHA DEVLET?
Oysa, konu eğer “devlet” olmak ve devlet adına laf söylemek ise, “atananların” sözlerini seçerek kullanmaları daha yerinde olurdu. Zira, Anayasa’ya göre halkın seçtiği bir yerel yönetici, tek imza ile atanan ve/veya görevine son verilebilen bir bakandan daha az “devlet” sayılamazdı. Üstelik belediyelerin tüm gelir ve giderleri gibi, aldıkları bağışları da nerelerde ve nasıl kullandıkları devletin doğrudan denetimi altındadır. Bu konuda en küçük bir suiistimal olsa, zaten belediyelerde kesintisiz denetim yapan bakanlık müfettişlerinin işleri hayli kolaylaşmış olmaz mıydı?
5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 38/L bendinde, ‘Belediye başkanının yetki ve görevleri” başlığı altında “şartsız bağış kabul etmek” de sayılıyor. Yardım Toplama Kanunu’na göre ise Belediyeler bu kanuna tabi değiller, yani bağış toplamak için herhangi bir makamdan izin almaları gerekmiyor. Aslında onlar da biliyorlar bu faaliyetlerin “devlet içinde başka devlet ve yeni hükümet oluşturmak” ile alakası olmadığını, ama tabana da bir şey söylemeleri de gerekiyordu tabi.
AYRIŞTIRMA, KUTUPLAŞTIRMA, POLARİZASYON
İBB başkanı İmamoğlu, bağış hesaplarına bloke konulması ile ilgili soruya “bu bir akıl tutulması” diye yanıt veriyor. Aslında ortada bir akıl tutulması filan yok, bilinçli bir siyasal iletişim planı uyguluyor iktidar. Daha önce de sıkça başvurdukları ve kendilerince yarar umdukları bir stratejiyi hayata geçirdiler. “Ayrıştırma, kutuplaştırma, polarizasyon” gibi terimlerle açıklan bu strateji, AKP’nin tüm kritik eşiklerde başvurduğu bir yöntem olarak biliniyor.
Her zaman istedikleri sonuçları vermese de, örneğin geçen yıl yerel seçimlerde büyük şehirleri almalarına yetmese de, kutuplaştırmadan daha etkili bir yöntem bilmiyorlar maalesef. Dövizin çok hızla arttığı günlerde başlatılan “dolar bozdurma” kampanyalarında, gerekçesini tam açıklayamadıkları bazı sınır ötesi harekâtlarda da görmüştük bunu.
'BİZ BİZE YETERİZ' CÜMLESİ KİMLERİ KAPSIYOR?
Resmi rakamlara göre zaten mevcut 4 buçuk milyon işsize kısa süre içinde bir bunun kadarının daha eklenmesi bekleniyor. Gerçekten ülke ekonomik olarak çok zor durumda ve tabanda da kızgınlık-kırgınlık giderek artıyor. Tabanda tekrar kenetlenme için bir kez daha ayrıştırmacılık politikalarına ihtiyaç duyuldu ve devreye sokuldu.
Virüs sebebi ile bir ölçüde kırılmış görünen toplumsal kutuplaşmanın tekrar pekişmesi için de yine bir iç ve dış düşman (ya da karşıt) gerekiyordu. Dışarıdan gelen düşman belli; kovid-19 virüsü. İçerideki karşıt rolü ise “Devlet içinde devlet” yaratmaya çalışan (!) CeHaPe’li belediyelere düşüyordu artık. Bu düşmanlara karşı verilecek savaş “biz bize yeteriz” sloganını benimseyenler eliyle yürütülecekti. Bu kampanyayı sürükleyenler ise, ayrıştırmada iktidarın yanında yer alacak siyasal kitleler, devlet destekli sermaye ve kamu bürokrasisi olacaktı.
AYRIŞTIRMA SÜRECİNİN MEKANİZMALARI NASIL İŞLİYOR?
İktidar bu manevrası ile hem muhalefetin tabanda prim toplamasına engel olmayı hem de inisiyatifi ele geçirerek buradan siyasal rant devşirmeyi hedeflemiş görünüyor. Bu tür keskin siyasal ayrıştırmalarda siyasal tabana “ya benim yanımdasın, ya da karşıdakilere hizmet etmiş olursun” duygusu verilerek, seçmen duygusal bir karara zorlanıyor. Kırgın bile olsa AKP seçmeni “Bu güne kadar oy verdiğim partiye böylesi zor günlerde değilse ne zaman destek olacağım” dedirtilerek politik bir karar almaya itiliyor.
Bilindiği gibi “birlik, beraberlik ve dayanışma” kavramları onlar için“biz nerede duruyorsak herkes oraya gelecek” anlamında kullanılıyor. Daha önceki 15 Temmuz gecesi ve Beşiktaş terör saldırısı şehitleri için vb. kampanyalarda toplanan paraların akıbetleri sır olduğundan, muhalif tarafta kuşkular vardı. Bu yüzden muhalif siyasal kitlelerin iktidarın başlatacağı bu kampanyada yer alması zaten beklemiyorlardı. Kutuplaşma için de böyle bir zemin lazımdı zaten.
Alın size yine, yepyeni ve harika (!) bir ayrıştırma planı, şu anda tıkır tıkır işliyor, bu kararı verenler de başarılarını el ovuşturarak izliyorlardır muhtemelen. Bu günlerde yapılan bir siyasal taban yoklama anketi, iktidara desteğin bu hamle ile birkaç puan arttığını göstermiştir belki.
BİR TAŞLA BİRÇOK KUŞ VURMAK
İktidar politikalarını oluştururken hep bir taşla birden fazla kuş vurma niyetinde olmuştur. Bu yardım toplama manevrası ile de birden fazla maksatlarını gerçekleştirmeyi niyetlenmiş gibi görünüyor:
Birincisi, tabanda kenetlenme yaratmak: Yukarıda açıkladığım gibi, seçmen tabanının ekonomik mağduriyetleri arttıkça oy kaybettiğini iyi bilen AKP iktidarının bu seçmen kitlesini bir an evvel konsolide etmesi, yani toparlaması gerekiyordu. Bu başlatılan kampanyanın bu anlamda çok önemli işlev yerine getirmesi ümit ediliyor.
İkincisi, beceriksizlik ve öngörüsüzlüklerin üstü örtülüyor: Dünyada pandemi hızla yayılırken Erdoğan’ın “her sabah bir kaşık dut pekmezi” tavsiye ederek riskleri küçümsemesi ve diğer gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması eleştiriliyordu. Şimdi bu bağış manevrası ile eleştiriler gündemden düşürüldü, tabanda bir kenetlenme sağlanmaya çalışılıyor.
Üçüncüsü, zorda olan bütçeye kısa bir nefes aldırma: Asıl amacın “milli dayanışma ruhunu” güçlendirmek olduğu söyleniyor, bu doğru olabilir. Ancak devletin kasası gerçekten boş ve bu kampanyadan gelecek birkaç milyar TL’ye çok ihtiyaç var. Hazineyi yedek akçesine kadar hesapsız kitapsız çoktan tüketmiş olan iktidar bu günlerde yeni para basma kararı alıyor. 3 Nisan akşamı itibarı ile bir milyarı TL’yi geçen bağış toplanmış, Allah bereket versin!
Dördüncüsü, “kim yanımızda kim değil görelim” diyorlar: Devletle iş yapıp para kazananlar bu kampanyaya katılmamayı zaten akıllarından bile geçiremezler, önemli olan ne kadar bağış yaptıkları. Kendi işçilerini ücretsiz izne çıkartarak yüz üstü bırakan koskoca firmalar, iktidarın kampanyasına cömertçe bağışlarda bulunmaktan kaçınamıyorlar. Vergiden de düşürdükleri bu bağış rakamlarına bakılarak şimdi yandaşların “Devlete olan sadakatlerin ölçüsü” sınanıyor! Kamu kurumlarının yöneticilerine de aynı şekilde, kendilerini bu makamlara getiren “Devlet”e sadakatlerini gösterme fırsatı verilmiş oluyor. Kurumlar yayımladıkları genelgelerle çalışanlarından (alt sınır belirlenerek) “zorunlu bağış” toplamaya başladılar bile! (“Bağış” ve “zorunlu” kelimelerinin yan yana kullanıldığı bu cümledeki oksimorona dikkat!)
“E peki, tercih edilen bu kutuplaştırıcı siyasal stratejinin virüsle ulusal mücadelemize katkısı ne olur ki” diye sorulabilir. Siyasal ayrışma pandeminin yayılma hızını elbette değiştirmez, ancak umulan odur ki, iktidarın günden güne artan varoluş mücadelesine belki bir nebze fayda sağlayabilir. Peki ya sabır, dua ve alınan tedbirler yetmezse tablo çok fazla kararırsa? Orası da Allah’ın bileceği iş artık, kalan sağlar bizimdir!