28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan (aradaki fark çok olmasa da) Kılıçdaroğlu’na karşı net şekilde kazandı ve yeni kabinesini kurdu.
Ekonomi ve maliye beklenildiği gibi Mehmet Şimşek’e havale edildi ve yine beklenildiği gibi döviz aldı başını gitti. Muhalif seçmen ise hüsran, kırgınlık ve ortada bırakılmış duygusuyla içine kapandı.
Daha önceki birçok yazımda Erdoğan’ın siyasi başarılarının sebeplerini ele almıştım. İktidarın yalanlarla doldurduğu devasa medya imkânları ve tüm devlet gücü ile abandığı bir seçim dönemi geçirdik.
Seçmen üzerinde korku ve paranoyanın sonuna kadar körüklendiği, muhalefete karşı nefret suçunun sıradanlaştırıldığı bu seçimler elbette demokratik, eşit ve adil değildi. Ama Kılıçdaroğlu da aday olurken karşılaşacağı riskleri, seçimin adil koşullarda olmayacağını ve iktidarın neler yapabileceğini bilmiyor değildi. O yüzden bu eşitsiz koşulları yegâne gerekçe olarak öne sürmek çok anlamlı olmayacaktır.
Tüm bu hukuksuz ve vicdansız koşullara rağmen Kılıçdaroğlu muhalefetin kaderini değiştirmeye çalıştı. Belirli ölçüde başarılı olduysa da bu sınırlı başarı çıtayı aşmaya yetmedi.
SEÇMEN BUNALDI, SİYASETE KÜSTÜ
Millet ittifakı ve özellikle Kılıçdaroğlu propaganda döneminde seçimleri o kadar çok “bu iş bitti” ve kazanılmış gibi gösterdi ki, muhalif seçmen kazanacağına ilk kez bu kadar emindi. Ancak altı lider birlikte Erdoğan’ı yenmeyi başaramadılar. Demokrasi ile otokrasi arasında bir rejim olan “seçimli otokrasi” düzeninde sonuca bu kadar yakın hissedilmişken bir kez daha kaybetmek seçmeni gerçekten derinden sarstı.
Seçim öncesinde “bu seçimler ülkenin kader seçimi, Erdoğan ya gidecek ya da ülke içinden çıkılmaz bir karanlığa ve tam bir diktatörlüğe teslim olacak” dediler. Millet ittifakı hem Meclis çoğunluğunu hem de Cumhurbaşkanlığını kaybedince de tam bir suskunluğa bürünüp, ortadan kayboldular. Seçmene moral verici bir açıklamayı bile çok gördüler.
Çok umutlanan/umutlandırılan seçmende açıkça görülen bir bozgun havası hâkim oldu. “Yine olmadı, yoksa hiç mi olmayacak” diyenlerin, yurt dışına çıkmayı tek çözüm olarak düşünenlerin arttığı görüldü. Muhalif seçmende önemli ölçüde bir inanç kırılması var, bunların önemli kısmı artık siyasi haberleri takip etmemeye başladılar. Kendilerini yüz üstü bırakan siyasilerin yüzünü görmek, sesini duymak dahi istemiyorlar. Muhalefet liderleri ise hayalleri yıkılan seçmenin ortada bırakılmışlık ruh halini, üzüntü, kırgınlık ve kızgınlıklarını anlamamakta ısrar ediyorlar. Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi bu gerçeği nasıl görmüyor, bunu anlamak gerçekten zor! Bu duyarsızlıkları mevcut bozgun havasını iyice pekiştiriyor.
MUHALİF SEÇMEN İLK KEZ BU KADAR UMUTLUYDU
Seçim öncesinde iktidar her alanda sıkışmış durumda ve her şey muhalefet lehine görünüyordu. Önce pandemi ve beraberinde ekonomik kriz, sonrasında deprem hezimeti gibi sebepleri ile iktidar en zayıf dönemindeydi.
Seçim mitingleri önceki seçimlerden farklı olarak çok daha coşkulu geçiyordu, bu düzenin artık biteceğine inanmış insanlar meydanları dolduruyordu. Özellikle Ankara mitingi hiç olmadığı kadar heyecanlı, dolu ve umutları artırıcıydı.
Bütün bunlar bir şeylerin değişmekte olduğu inancımızı perçinledi. İlk turda Kılıçdaroğlu kazanamasa bile Erdoğan’dan önde olacağına neredeyse hiç kuşkumuz yoktu. Kamuoyu yoklamalarının önemli çoğunluğu da bu yönde bulgular yayınlıyordu. Erdoğan’ın ilk turda önde gösterildiği anket sonuçlarını ise “manipülasyon” olarak görme eğilimi yaygındı.
Hadi biz seçmenler böyle düşündük, ama CHP ve Millet ittifakı da sonuçtan o kadar eminmiş ki, ilk turda geride kalma olasılığı üzerinde hiç çalışma yapmadıklarını gördük. İkinci tura giderken reklam şirketini değiştirdiler. Panik halinde değiştirilen propaganda stratejisi hiç alışık olmadığımız bir Kılıçdaroğlu’nu karşımıza çıkardı. Sert bir tarzla ulusalcı ve milliyetçi söylemi öne çıkardılar.
İlk turda sandığa gitmeyen muhalif seçmeni güya motive etmeye çalıştılar. Son anda geliştirilen bu negatif kampanya stratejisi güvenilirlik ve samimiyet kaybına sebep oldu ve ikinci turda sandığa gidenlerin sayısı yaklaşık 2 milyon daha azaldı.
Kemal Kılıçdaroğlu bu seçimi alacağına bir şekilde inanmıştı ve bu inancını seçmenine çok iyi aktardı. Bu düzenin artık bitmesini isteyen seçmenin tek yapacağı sandığa gidip oy vermekti, seçmen de bunu yaptı. Ancak bu değişimi isteyenlerin oranının diğerlerinden yüzde beş civarında az olduğunu sandıklar açılınca anladık.
ÖZER SANCAR: MUHALEFET ERDOĞAN'I TANIMIYOR
MetroPOLL Araştırma Kurucusu ve Yöneticisi Prof. Özer Sancar’ın seçim öncesi Medyascope’ta Ruşen Çakır’a verdiği mülakattaki öngörüleri tamamen tuttu. Sancar “Erdoğan çok güçlü bir lider, onunla dişe diş mücadele edecek bir aday lazım ki onun da kazanması hiç garanti değil, muhalefetin Erdoğan’ı tanıdığı kanaatinde değilim, seçimin ertesi gün görüşeceğiz” demişti. Sancar hocanın bu yorumları moral kırıcı bulunmuş pek kaale alınmamıştı.
Seçimler sonrası yine Ruşen Çakır’a verdiği röportajda Özer Sancar özetle ve mealen şu tespitleri yaptı. “Erdoğan karşısında muhalefetin seçim kazanmasının üç şartı var. Birincisi, muhalefetin doğru adayı, doğru zamanda ve doğru yöntemle belirlemesi. İkincisi, başarılı bir kampanya yürütmek. Üçüncüsü ise muhalefetin seçmen kaydı ve sandık güvenliğini sağlaması.
Yargı, devlet olanakları, güvenlik güçleri ve hatta varsa paramiliter güçler Erdoğan’ın yanında. Erdoğan bu seçimi almak zorundaydı ve bunu başarmak için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Erdoğan önce rakibini belirlemekte başarılı oldu, Kılıçdaroğlu’nu aday olarak karşısına aldı. En korktuğu rakip olan İmamoğlu’nu “ahmak” davası yargı kararı ile saf dışı bıraktı. İkinci sıradaki çekindiği aday Mansur Yavaş için HDP seçmeninin oy vermeyeceği açıklamasından sonra o da devre dışı kalmış oldu. Bu hamlelerle Kılıçdaroğlu’nun önünü iyice açtı. Erdoğan içki içen birisi olsaydı, Kılıçdaroğlu aday olduğu gün sarayda şampanya patlatırdı!
Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın çok yıprandığı ve karşısına kim çıksa kazanacağı hurafesine inandırıldı, o da halkı buna inandırdı. Altılı masa Kılıçdaroğlu için birlikte hareket oluşumu değil, kendi adaylığını onaylatacağı bir masa görüntüsü verdi. Altılı masayı oluşturan partilerin oylarının aritmetik toplamının Kılıçdaroğlu’na gideceği düşünüldü ama gerçek öyle değildi.
HDP’nin ilk turda aday göstermeyip Kılıçdaroğlu’na destek açıklaması da hata idi. Erdoğan’a “PKK Kılıçdaroğlu’na destek veriyor” argümanına sarılma şansı verdiler. İkinci turda Ümit Özdağ ile ittifak da bir hataydı. Özdağ’ın müstakbel İç İşleri bakanı gibi paylaşımlar yapması Kürt seçmeni ürküttü, sandığa katılımı azalttı.”
NEDEN YANILDIK?
Bu seçimlerde herkesin ortak kabulü olan bazı öngörüler geçersizleşti ve bazı klişeler yıkıldı. Bunlardan birincisi “Kürtleri kazanan seçimi kazanır” anlayışı idi ve bu ön kabulün tersi gerçekleşti. Kürt oylarının yöneldiği Kılıçdaroğlu ve Millet ittifakı montaj videolarla PKK ve terörle iltisaklı gösterildi ve bu yalan propaganda iktidar tabanında ne yazık ki tuttu.
Bir diğer genel ön kabul “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” tespitiydi, ancak bu da gerçekleşmedi. Yerel seçimlerde İstanbul’u alan muhalefet bu seçimleri de İstanbul’da önde bitirdi, ancak Türkiye’yi alamadı! Kılıçdaroğlu İstanbul dışındaki diğer Büyükşehirlerin hemen hepsinde önde bitirdi ancak kırsal kesimlerin oyu büyükşehirleri yendi! Taşranın büyük kentleri yenebileceğini öngörememiştik.
Meral Akşener’in 3 Mart’ta masayı devirip kalkması ve sonrasında ikna edilip dönmesinin Kılıçdaroğlu’nun kazanma olasılığını artırdığını düşünenler oldu. Ancak bu öngörü de gerçekleşmedi. İyi Partili seçmenin yaklaşık yüzde otuzunun Kılıçdaroğlu’na oy vermediği anlaşıldı.
Millet ittifakının bileşeni olan ve seçimlere pek asılmadıkları bilinen diğer dört partinin hiç olmazsa birkaç puan getirebilecekleri düşünüldü ama bu beklenti de gerçekleşmedi. Bu Seçimlerde alacaklarını almış olan bu partilerin hallerinden memnun görünümleri muhalefet seçmeninde ayrıca bir kızgınlığa sebep oldu.
Üflesen yıkılacak gibi görünen Erdoğan’ı yenemeyen muhalefet ittifakı yerel seçimlere birlikte mi dağınık mı gidecek? Seçim galibiyeti ile moral bulmuş iktidara karşı bir sonraki yerel seçimler nasıl kazanılacak acaba?