Değerli Okurlarım,
Öyle acı öyle uzun bir sürecin içine girdik ki yaşama sarılma arzusunu bana, sizlerle benzer duyguları paylaştığım düşüncesi veriyor.
6 Şubat Kahramanmaraş depremleri sonrası ekranlarda tanık olduk: "Küçük çocuğun "Ne oluyor ya ne oluyor" sözlerine 'günaydın' diyerek cevap veren kurtarma ekipleri de yaşanan durum karşısında tebessümlerini gizleyemedi. Kurtarılan minik depremzede sağlık ekiplerine teslim edildi."[1]
Bu ülkede olan bitenden bazan kendimi bu küçük çocuk kadar uzak, habersiz hissedebiliyorum. Sayısız sosyal medya aracı varken yaşıyorum bu duyguyu. Uzmanlık alanları dahil bir insanın her şeyi bilmesi olası değil. Alanına ilişkin bilgiyi de sürekli yenilemesi gerekiyor. Başka konularda yanlışa düşmemek için de ciddi biçimde araştırma yapması şart. Üstelik giderek artan bilgi kirliliğinin gerçekten neler olup bittiğini bilmeyi zorlaştırdığını bilerek araştırması gerekiyor.
Çağımızın savaş çeşitlerinden biri olan dezenformasyonu Kahramanmaraş depremleri sonrasında sosyal medyada yaşandığını görmüyor muyuz?
Dezenformasyon denen şeyin bir toplumu illüzyonlara sürükleyebileceğini Türkiye halkı olarak bu depremlerde yaşayarak görmedik mi?
Ama gururla söylemeliyim ki Türkiye Halkı, bizler, bu Millet, gerçek bir dayanışma sınavı verdi, vermeye devam ediyor. Çünkü ülkemizi 20 yıldır yöneten AKP iktidarı değil, bizler oradaydık.
Öyle ki bu milletin içinden çıkan, her meslekten, her kesimden, kadın, erkek, genç, yaşlı kişiler, zihinlerinde "kürtlük, çerkeslik, lazlık, boşnaklık, sünnilik, alevilik, hıristiyanlık fikri veya propagandası"[2] taşımadan, birbirlerine kenetlenip feci yıkıntılar altında kalanlara, yaralı kurtulanlara, enkazdan çıkarılanlara ellerinden gelen yardımı yapmak için gece gündüz çalıştılar.
Milletin bu devasa gücünü gören iktidar sosyal medyayı, baz istasyonlarının acilen kurulmasını bir süreliğine engellediyse de devamını getiremedi. Yandaş kanallara gelince; sahaya ilk elde gönderdikleri muhabirlerin sözlerini röportajların ilerleyen dakikalarında kesintiye uğratsalar da hakikatin o ilk anlarda halkın gözleri önüne serilmesine engel olamadılar.
DEPREM BÖLGESİNDE DURUM VAHİMDEN DE ÖTE
Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay'da 11 Şubat itibariyle can kaybı 20 bini geçmiş durumda. 77 binden fazla yaralı var. Haritadan silinen iller mi köyler mi yok. Bölgede 13,5 milyon depremzede sayılıyor. Gelen giyecek, yiyecek, vinç, kepçe, traktör, çadır, ilaç, tıbbi malzeme, her türlü yardımın organize edilmesinin AFAD’a verilmesi işleri son derece zorlaştırdı ve geciktirdi.
Cumhurbaşkanının olan biteni Kader kavramıyla özetlemesi ayrıca 1 yıl içinde yıkılan yapıların yerine yeniden TOKİ’ler kapsamında yenilerinin yapılacağını söylemesi insanın damarlarında akan kanı bir an için dondurdu.
Bu nasıl bir vizyonsuzluktu böyle? Bölgedeki yapıların yüzde 90’ı yıkılmış, ötekiler girilemeyecek haldeyken bu insanlar o güne dek AFAD’ın dağıttığı tabanı betona oturan çadırlarda mı yaşayacaklardı? Apartman dairesi başına mı kişi başına mı olduğu belirsiz 10 biner liranın dağıtılacağı sözleri nasıl sözlerdi öyle?
O KUDRETLİ TÜRK ORDUSU NEREDEYDİ?
Hani eski depremlerden bilinen 390 bin küsur askeri personele sahip yüce ordumuz neredeydi?
Daha birkaç ay önce Büyük Millet Meclisi Dünya Kupası için Katar’a 6 ay süreyle asker gönderilmesi tezkeresini kabul etmiş ve "250 civarında asker, 1 korvet ve bununla ilgili teknik ekipman"[3] sanki "bir özel güvenlik şirketi" davranışıyla yurt dışında görevlendirilmişti.
Ordumuzun bulunduğu tüm yurt dışı noktaları burada saymayacağım: Gene meclisin cumhurbaşkanına verdiği yetkiyle; Kasım 2020 itibariyle yurt dışına Somali’ye 2000, Suriye’ye 5000, Irak’a 2500 askerimiz yerleştirilmiş.
Bunlar küçük rakamlar gibi görünebilir. Ancak ordumuzun herhangi bir depremin daha ilk saatlerinden itibaren sahada olmasına alışkın bir millet olarak Mehmetçiğimizi Kahramanmaraş depremlerinde hemen görememiş olmak halkın ruhunda gerçekleşmiş büyük psikolojik travmadır.
Asıl travma da devletin, hükümetin, bu eksikliği kendi milletine yaşatmış olmasıdır ve bu çok acıdır.
YA BU BİR SAVAŞ DURUMU OLSAYDI NE YAPARDIK?
Yanına KIZILAY’ı aile şirketine çevirmiş Binali Yıldırım’ı etraftan topladıklarını alarak mikrofona konuşan Cumhurbaşkanından beklenen; 10 bin liraların dağıtılacağı, depremzedelerin otellerde ağırlanacağı, evlerinin yerine TOKİ tarafından yenilerinin 1 yıl içinde konacağı gibi gösterişli bir Arap söylemi dile getirmesi değildi elbette.
Neyse ki Millet görmek istediğini, o özlediği "kendini" gördü bu afette.
6 Şubat Kahramanmaraş depremleri Türk milletinin kudretli birliğini, dayanışmasını gösterdi. Bu "vatanın hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmeyeceği bir kütle"[4] nin kendisi olduğunu gördü.
Türkiye halkı; ortak tarihinden, bu topraklardan geçmiş, medeniyete hizmet etmiş büyüklerinden öğrendiğini, ne derece iyi uygulayabildiğini gördü.
Gerçek Devletin, Türkiye’nin kendisi olduğunu; Kahramanmaraş deprem alanlarına yardıma koşanların, o alanlarda gördüğümüz bireylerin, cemiyetlerin, varlığının tamamı olan Devlet’in, bu "milletin varlığı", "kendisi" olduğunu gördü.
Türkiye halkı; kendi topraklarında ve gerektiğinde hiçbir el atma, araya girme, sınırlama olmaksızın yaşama hürriyetini, fikir ve vicdan hürriyetini savunabildiğini, sahip çıkabildiğini ve karar verdiğinde bunu emniyet altına alabileceğini, bu kendine has söz geçirme gücünü, gördü.
20 Yıllık iktidarın yaptığı gibi toplumdaki dayanışma ruhunun top yekûn yok edilmesi hareketinin işlemediği işte böyle ortaya çıktı.
Türkiye Halkı dünyanın 95 ülkesinden koşan yardım ekiplerini misafirperverce kabul etti. Bu kadar yardımın gelişinin en önemli nedeni, bu halkın insani karakter özelliğidir.
Bizlerin, Türkiye halkının vicdanında, milli duyguların yanında insani duyguların da şerefli bir yeri olduğu nicelerden beri dünyaca bilinen bir şeydir.
Bizlerin bu farkındalığı yaşamış olmamız bundan sonra yeniden inşa edilecek Türkiye nezdinde büyük itici güç olacaktır.
İKTİDARIN BÜYÜK YANLIŞI
İlahiyatçı Cemil Kılıç’ın Kültür Eski Bakanı Namık Kemal Zeybek’le yaptığı programda dikkatimi çeken nokta Müslümanlığın gerçek beş şartının "ehliyet, liyakat, meşveret, emanet, adalet" olduğuydu.
Eğer AKP iktidarı kutsal kitabımız Kur’an’da emredildiği gibi işlerini yürütmüş olsaydı bugün felç geçirmiş halde bulunan devlet kurumlarına "ehliyet, liyakat, meşveret, emanet, adalet" özelliklerine göre kişileri yerleştirseydi, alınacak kararları bir kişinin eline vermeseydi, bugün her şey bambaşka olurdu.
Diyeceğim şu ki değerli okurlarım; iyi ki adı Savaş değil şu yaşadığımızın.
[1] https://www.posta.com.tr/gundem/enkazdan-uyurken-cikarilan-kucuk-cocugun-saskinligi-kamerada-ne-oluyor-ya-ne-oluyor-2608227
[2] Yazdığı ve Yazdırdığı Fikirleri ile ATATÜRK, derleyen: Amiral (e) Çetinkaya Apatay, Yalçın İlter, Kazancı Matbaacılık, İstanbul, 1997, 352s.
[3] https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/0510202222
[4]Adı Geçen Eser.