Yazı dizimizin önceki bölümünde Ebu Hanife düşmanlarından ve onların Ebu Hanife hakkında söyledikleri sözlerden bahsetmiştim.
Kuşku yok ki tarihte ve günümüzde Ebu Hanife’ye saygısını belirten ve ondan övgüyle bahseden onlarca bilgin de vardır. Yalnızca saldıranları söylemek doğru olmaz.
Ebu Hanife’ye saygı içeren yalnızca üç sözü ve o sözlerin öznelerini yazarak konumuza devam edelim. Bunlardan biri Muavaffak el- Mekkî, öbürü cenaze namazını kıldıran Bağdat Kadısı Hasan bin İmare’dir. Bir de son dönem büyük İslam bilginlerinden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ü analım. Zira o da Ebu Hanife sevgisiyle öne çıkan büyük bir düşünürdür.
Muvaffak el- Mekkî, Menakıbu Ebî Hanife adlı yapıtında büyük imam için şöyle diyor:
“Ebu Hanife, saltanat erbabının işkencelerini, ahiret azabına tercih etti.”
Hasan bin İmare ise şöyle diyor:
“Allah’ın rahmeti seni kucaklasın. Sen bizim için, eskilerin halefi idin. Ama senin yerini alacak bir halef yok. İlimde öyle bir halef çıksa bile ruh büyüklüğünde sana halef olacak biri çıkamaz.” (Aktaran;Yaşar Nuri Öztürk, age, s.218)
20. yüzyılın büyük ve eşsiz İslam bilgini Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ise onun hakkında başlı başına bir yapıt kaleme aldı. “İmamı Azam Ebu Hanife” adlı yaklaşık 530 sayfalık yapıtı boyunca onun büyüklüğünü, görüşlerini ve açtığı çığırı anlattı. Uğradığı zulümleri yazıya döktü. Bununla da yetinmedi, bir de onun için bir de; “İmamı Azam Savunması, Şehit Bir Önder İçin Apolocya” adlı bir yapıt daha kaleme aldı. Bir sözünde şöyle diyor büyük imam için:
“İslam’ın yozlaştırılmasına karşı, özelikle de Arapçı yozlaştırmaya karşı mücadelenin fikir öncüsü İmamı Azam Ebu Hanife’dir.”
Peki, İmamı Azam Ebu Hanife’ye ne oldu? Yaşamı nasıl sona erdi?
Onun yaşamı şehitlikle sonuçlandı. Şehitliğe yürüyüşü gerçekte siyasal duruşu ile ilgilidir. O Emevilere de Abbasilere de muhalefet etti. Yaşamının 52 yılı Emevi zulmü altında 18 yılı da Abbasi baskısı altında geçti. Ona hep Allah adına ve sözde şeriat uğruna zulmettiler. Oysa o en büyük şeriat / hukuk bilgini idi. Fakat Ebu Hanife’nin şeriatı Emevi ve Abbasi halifelerinin şeriatıyla pek uyuşmuyordu. Bir kere o, şeriat ile dini eşitleyen anlayışa şiddetle karşı çıkıyordu. Bunu ilişkin görüşlerine yukarıda değinmiştik.
Ebu Hanife, Emevi zulmüne karşı ayaklanan ehlibeyt soyundan İmam Zeyd’e verdiği destekle nasıl bir siyasi duruş ve tutuma sahip olduğunu gözer önüne sermiştir. İmam Zeyd’e desteği aslında ehlibeyte destektir. İmam Zeyd, Şiilerin ve Alevilerin dördüncü imamı olan İmam Zeynalabidin’in / İmam Seccad’ın oğludur.
Zeyd’in ayaklanması başarısızlıkla sonuçlansa da Ebu Hanife siyasi muhalefetini sürdürmüştür. Emevi zulmü son bulup Abbasi dönemi başladığında da Ebu Hanife’nin muhalefetine devam ettiği biliniyor. Başta bir süre Abbasileri desteklese de sonra Abbasilerin Hz. Ali evladına yaptıkları zulmü teşhis edip desteğini çekti. Muhalif niteliğini yeniden kuşandı. Onun muhalefeti son derece etkili sonuçlar doğuruyordu.
İmam’ın muhalefetini etkisizleştirmek için Halife Mansur tarafından kendisine Bağdat kadılığı teklif edildiği aktarılmaktadır. Ebu Hanife teklifi kabul etmedi. Halife, kabul etmesi için zorladı. Hatta onu hapse attı. Kırbaçlattı. Her gün halkın önüne çıkarılıp on kırbaç vuruldu. Bu böyle 12 gün sürdü. 120 kez kırbaçlanan Ebu Hanife, kadılığı yine reddetti.
Ebu Hanife’yi kırbaçlatmakla yetinmediler. Kırbaçlanmış bir biçimde ve yaralı sırt ile halkın arasında dolaştırarak sözde aşağıladılar. Ama o hiçbir zulme boyun eğmedi.
Sonunda Halife Mansur, Kûfe valisinden Ebu Hanife’nin Bağdat’a gönderilmesini istedi. Ertesi sabah Ebu Hanife, Bağdat’a, Mansur’un sarayına gönderilir. İmamın yüzü kaygıdan morarır. O sırada yetmiş yaşındadır. Mansur kendisine zorla bir şerbet içirir. Ebu Hanife ayrılıp gitmek ister. Mansur nereye gitmek istediğini sorar. Ebu Hanife şu yanıtı verir:
“Senin beni göndermek istediğin yere gidiyorum.”
Ardından doğruca hapishaneye gider ve biraz sonra orada can verir. ( Yaşar Nuri Öztürk, age, 216-217)
Gerçek şu ki onu işkence ederek katlettiler. Günlerce halkın önünde kırbaçlayarak öldürdüler. Zehirli şerbet içirerek, bir karanlık zindanda acı içinde kıvrana kıvrana ölümüne neden oldular. Hiç acımadılar. Gözlerini kan bürümüştü. Saltanat ve hilafet dini bir İslam bilginini hunharca öldürdü. Ne adına ve ne uğruna?
Allah adına, şeriat uğruna…
O bir İslam şehididir.
O bir yürek şehididir.
O bir aydınlık şehididir.
Hilafet zulmüne ve hurafe saltanatına karşı aklı ve özgürlüğü savunmaktı suçu.
Onu katledenler katildi, gasıptı.
Fetih ve ganimet azgınlığıyla nice memleketleri gasp edip yağmalayanlardı.
Bundan dolayıdır ki o büyük imamın ölmeden önce son vasiyeti şu olmuştu:
“Beni gasp edilmemiş topraklara gömün!”
Ruhu şad olsun, ışığı sönmesin…