Her dinden, her milletten ve dilden insanın huzur içinde yaşadığı İzmir’de Mondros Mütarekesi’nden sonra her şey adım adım kötüye gitmeye başlamıştı. Fener Rum Patrikanesi ve Mavri Mira Cemiyeti el birliği ile Osmanlı’da yaşayan Rumları kışkırtıyordu. Öncelikli plan İstanbul ve boğazların ele geçirilmesi olsa da, İzmir üzerinde İtalya, Fransa ve Yunanlıların emelleri olması, orada karışıklar çıkmasına neden oluyordu.
İzmir’de yaşayan Rumlar azınlık değil, çoğunluk olduklarını göstermek için, 6 Kasım 1918 de müttefikler adına İzmir’e gelen İngiliz komutanı Binbaşı Dickson’a gövde gösterisi yapmıştı. Binlerce bayrak hazırlayıp sağa sola asmışlardı. Oysaki resmi günler dışında bayrak asmak yasaktı. Bir taraftan Osmanlı’yı galeyana getirmek, diğer taraftan da İtalya’ya gövde gösterisi yapıyorlardı. 12.000 İtalyan bayrağına karşılık iki katı Yunan bayrağı vardı. Gün boyu kilise çanlarını çalıp heyecan yaratmaK diğer bir yöntemdi. Tek bir hedefleri vardı. O da Türkleri galeyana getirip karışıklık çıkartmak ve İzmir’in Yunanistan’a verilmesini sağlamaktı. Bu arada işgale bahane arayan temsilciler Rumların yaptıkları taşkınlıkları bile Osmanlı’nın iç meselesi olduğunu ima ediyorlardı.
İtalya ve Yunanistan arasındaki rekabet 18 Ocak 1919’da Paris’te başlayan Barış Konferansında kendini iyice göstermişti. İngiltere ve Fransa Yunanistan’ı destekleyerek İtalya’yı dışarıda bırakmayı tercih etti. Amerika’da onlara destek verdi. İtalya’yı tehdit olarak gördüklerinden Yunanistan’ı desteklemek işlerine gelmişti. 2 Mayıs’ta İtalyan savaş gemisinin İzmir’e gelmiş olması endişeleri arttırmış, bu yüzden de 6 Mayıs’ta Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmasına izin verildi. 13 Mayıs 1919 günü İtilaf Devletleri donanmalarına mensup gemilerin İzmir’e gelmesinden sonra Amiral Calthorpe’nin başkanlığında Fransız, ABD, İtalya ve Yunan filoları komutanları toplanıp İzmir’in nasıl işgal edileceğini görüştüler. Bu toplantının sonucunda 15 Mayıs sabahı erken saatte Yunanlıların İzmir’e çıkarma yapması kararlaştırıldı.
Bu kararı Türk makamlarına iletmek üzere Amiral Calthorpe saat 9.00’da Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa ile Vali İzzet Bey’e, Amiral Webb de saat 11.00’de Damat Ferit Paşa’ya verdikleri nota ile İzmir istihkamlarının, Mütarekenin 7. maddesine dayanarak işgal edileceğini bildirdiler.
Osmanlı Hükümeti ve İzmirli yöneticilerin kararsız ve ne yapacaklarını bilemez tutumları devam ederken 14 Mayıs 1919 günü saat 23:30’da Amiral Calthorpe, Ali Nâdir Paşa’ya verdiği ikinci nota ile “İzmir’in, Müttefikler adına Yunan kuvvetleri tarafından işgal edileceğini, şehirde gereken güvenlik tedbirlerinin alınmasını, bu amaçla bütün askerin kışlada bulundurulmasını, işgalden sonra da Yunan kumandanın arzusuna göre hareket edileceğini” bildirdi. İngiliz amiral, aksi bir durumda “Düvel-i muazzama donanmasının nazâr-ı dikkate alınmasını” eklemeyi de ihmal etmedi.
Peki bu sırada Osmanlı’da neler oluyordu?
O dönem İzmir’de görev yapan polis muavini Hulusi Efendi o günleri anlatan iki rapor yazmıştır. Bunlar daha sonra devlet kayıtlarında ortaya çıkmıştır. Hulusi Efendi’nin raporuna göre;
14 Mayıs Çarşamba öğleden sonra kamu görevlileri arasında işgal dedikodusu palazlanmaya başlamıştır. İlk uyarı ismi zikredilmeyen maliye müfettişinden gelmiştir. İlk şaşkınlığı atan komiser muavini, duyduklarını İzmir Emniyet Müfettişi Azmi Beye aktarmıştır. Kısa sürede olayı tahkik eden Azmi Bey, telaşa kapılacak bir husus olmadığını belirterek maiyetindekileri yatıştırmaya çalışmıştır. Hâlbuki dedikodular sadece İtilaf Devletlerinin bazı tabya ve kaleleri işgal etmesinden ibaret değildir. Zira aynı günün akşamı Deniz Polis Merkezinde görevli Refik Efendi: “İzmir’in Yunanistan’a ilhak edildiğine dair bir telgrafın Venizelos’tan tarafından Yunan Konsoloshanesine gönderildiğini” duyumunu aldığını Hulusi Efendiye anlatmıştır. Ayrıca Azmi Beyi de bilgilendirilmiştir. Öte yandan tuhaf bir şekilde akşam erken bir saatte Rumlar dükkânlarını kapatmaya başlamışlardır. Aslında ön görüleri yüksek bir polis müdürü, Rumların bu tavrından işgalin yarın olabileceğini sezmesi gerekirdi. Zaten değişik olaylar askeri çıkartmanın gününün gittikçe yaklaşmakta olduğunu haber veriyordu. Ancak İzmir Emniyet Müfettişi Azmi Bey umursamaz bir tavır içerisindedir. Zira 14 Mayıs Çarşamba mesaiden sonra evine gitmiş ve yarın istirahat edeceğini maiyetindeki memura telefonla iletmiştir. Vatanın kendisine en çok ihtiyaç duyduğu bir günde izin almıştır. Belki de işgali önceden biliyordu! Bencilce davranarak ortalıkta görünmeyerek kendisine bir zarar gelmesini istememiş de olabilir. Bu tespitin en büyük delili de 15 Mayıs günü Yunanlıların on yedi nakliye aracıyla körfeze çıkartma yapmaya başladıklarını kendisine haber veren polis memurlarına: “Pek âlâ ettiniz. Ben bugün dışarıya çıkmadım, çıkmam, zira tehlike vardır. Siz de başınızın çaresine bakınız” demesidir. Ayrıyeten Hulusi Efendiyi de azarlayıp paylaması da cabasıdır. Netice de Azmi Bey gayet vurdumduymaz bir tavır takınmıştır; kabahati açıktır.
Ertesi gün 15 Mayıs sabahleyin ortalıkta dolaşan dedikoduların aslı ortaya çıkmaya başlamıştır. Zira Polis memuru Şükrü Efendi, Hulusi Efendiyi uyandırarak Averoff ve Limnos isimli savaş gemilerinden kayıklar ve motorlarla Yunan askerlerinin karaya doğru hareket ettiğini haber vermiştir. Bu arada Kordon, yerli Rumlarla dolup taşmıştır. Aralarında Türklerden hiç kimse yoktur. Nitekim 15 Mayıs sabahı Yunanlılar birkaç koldan harekâta geçmişlerdir. İlk olarak Pasaport iskelesini kontrol altına almışlardır. Yunan subaylar, iskeledeki polislere görevlerinin bittiğini hatırlatarak; evlerine gitmelerini söylemişlerdir. Lakin emniyetçiler, bu tebliğe ayak sürümüşler; her ihtimale karşı görev mıntıkalarında sessizce kalmayı tercih etmişlerdir. İskeledeki gümrük memurlarıysa, henüz mesaiye başlamamışlardır. Yunan subaylar, kapılar kilitli olduğundan memurlar beklemişlerdir. Öte taraftan Yunan askerlerinden bir diğer kol da Punto iskelesine yönelmişlerdir. Önce telgrafhaneyi, akabinde de Pasaport karakolunu denetimini ele geçirmişlerdir. Maaş günü olmasından dolayı memurlar ve polisler paralarını almanın derdine düşmüşken, Yunan askerleri sessiz bir şekilde karaya ayak basmışlardır. Hulusi Efendi bizzat şahit olduğu olayların yanın da duyumlarına da raporunda yer vermiştir. Onlardan biri de işgal anında İzmir Valisi Kambur İzzet’in: “Hükümet yoktur. Herkes bildiği gibi hareket etsin, benden, fazla bir şey sormayınız, rica ederim” açıklamasını yapmasıdır.
Osmanlı’da bunlar olurken Yunanlılar ve İtilaf Devletleri 15 Mayıs 1919 günü saat 02.00’de Midilli’nin Yero Limanı’ndan hareket eden çıkarma kafilesi, saat 7.30’da İzmir önlerine geldi. Geniş kıyıda İngiliz, Amerikan, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemisi göze çarpıyordu. Yerli Rumlar, Yunan askerlerini karşılamak için Kordon’a toplanmışlardı. Ortalık tam bir bayram havasındaydı. Rumlar ellerinde bayraklar ve çiçeklerle “Zito Venizelos” diye bağırıyorlardı. “Saat sekizde ilk yedi Yunan gemisi, İngiliz ve Yunan savaş gemilerinin refakatinde konvoy halinde körfeze girdiler. Türkler merakla bekliyorlardı. Kalabalığın içerisinde, delici bakışlarıyla Rum Metropoliti ve Rum cemaatinin önde gelenleri yer alıyorlardı. Başta Aya Fotini olmak üzere kiliselerin çanları çalmaktaydı. Sabah karaya yaklaşık 7500 Yunan askeri çıktı. İzmir Metropoliti Hrisostomos, karaya çıkan askerleri sevinç gözyaşları içinde takdis ettikten sonra halka kışkırtıcı nutuklar söyledi.
“Asker evlatlarım! Bugün ecdat topraklarını yeniden fethetmekle, İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp, içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karşı kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi, buyurunuz, bütün Azizler sizin arkanızda olacak, atalarınızın toprakları sizi bekliyor.”Kordon’daki dini törenden sonra 10.20’de askerler, müzik ve başlarında bayraktarları ve coşkulu kalabalık Rum halkın eşliğinde kordon boyunca yürüyüşe geçtiler. Rıhtım boyunca yapılan yürüyüş, ortasında bir Türk çeşmesi bulunan Konak Meydanı’na gelince bitti. Aniden bir silah sesi duyuldu. Gazeteci Hasan Tahsin (Osman Nevres) tarafından atıldığı kabul edilen ilk kurşundan sonra paniğe kapılan Yunan askerleri, ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra katliama başladılar. O günün sonunda 300 Türk, 100 Rum ve 2 Yunan askeri hayatını kaybetti. Sayının çok daha fazla olduğu ile ilgili çok farklı rakamlarda telaffuz ediliyor.
Ogün yaşanılanlar Yunan vahşetini Türk halkına göstermişti. O günün ardından süren 3,5 yıl içerisinde Yunan askerleri çirkin yüzlerini göstermeye devam ettiler. İşgal sırasında katliam, yağma, hakaret gibi yüz kızartıcı suçlar işlediler. Bu hakaretleri, vahşeti kaldıramayan Türk halkı Mustafa Kemal Paşa etrafında toplandı. Tüm gücüyle savaşarak İzmir’in, Anadolu’nun, Trakya’nın ve İstanbul’un kimin olduğunu tüm Dünya'ya gösterdiler.Bağımsızlığa inanmış bir halk karşısında kimse duramaz hele bu Türk halkıysa…