Ana dilde ibadet sorununun doğru irdelenmesi için önce İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’ın neden Arap dilinde olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. Gerçekte Kur’an Arapça değildir. Kur’an, hiçbir dilde değildir. Niyesi, Kur’an, yalnızca anlam ve kavramdan ibarettir. O anlam ve kavramları Hazreti Muhammed Arap dilinde ifade etmiştir. Niyesi, onun dili Arapçaydı.
Ne var ki Kur’an’ın dili konusu kestirme bir biçimde ve somutlaştırılarak daha anlaşılır kılmak adına “Kur’an Arapçadır,” söylemi etrafında ele alınıyor. Kur’an’ın Arapça olması demek onun Allah’tan Hazreti Muhammed’e Arapça olarak aktarılması demek değildir. Allah, Kur’an’ı Hazreti Muhammed’e anlam ve kavram olarak aktarmıştır. Hazreti Muhammed o anlam ve kavramları yalnızca söze dökmüştür. Bu hususta daha ayrıntılı bilgi için bizim; “Kur’an Kimin Sözü” başlıklı yazımıza bakılabilir. Söz konusu yazımız “İslam Bu” kitabımızda mevcut. Herkesçe anlaşılırlığı müphem olan bu düşünsel ve felsefî zemine işaret ettikten sonra biz şimdi yine avâmî bir yaklaşımla Kur’an’ın neden Arap dilinde olduğu sorusunu yanıtlamaya çalışalım.
Aslında Kur’an’ın kendisi zaten bu sorunun yanıtını gayet anlaşılır ve apaçık bir biçimde veriyor. Ancak öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, Kur’an’ın ilk muhatabı olan toplum, Arapça konuşan bir toplumdu. Yalnızca putçu Araplar değil o bölgede yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlar da Arapça konuşuyordu.
Öyle ki bölge Yahudileri anadilleri olan İbranice’yi çoğunlukla unutmuş ve Arapça konuşur hale gelmişlerdi. Bu nedenledir ki Kur’an’ın ilk muhatabı olan bütün toplulukların dili Arapça idi.
Bilinmelidir ki, Kur’an sadece Araplara özgü bir kitap olduğu için değil ilk muhataplarının dili Arapça olduğu için Arap dilindedir. Nitekim Kur’an’da ilk muhatapları işaret etmek üzere; Hayvanlar Bölümü 92. Sözde / En’am Suresi 92. Ayette ve Danışma Bölümü 7. Sözde / Şura Suresi 7. Ayette; Kur’an’ın, Hazreti Muhammed’e, kentlerin anası olan Mekke ve çevresinde bulunanları uyarmak için aktarıldığı (indirildiği) belirtilir.
Tekraren ifade edelim ki, kentlerin anası olarak nitelenen Mekke’de ve çevresinde yani Medine ve civar bölgelerde, Araplar da, Yahudiler de, Hıristiyanlar da Arapça konuşuyorlardı.
Kur’an’ın ilk muhataplarının dilinin Arapça olması, onun anlaşılırlığı bağlamında düşünüldüğünde dilinin neden Arapça olduğu şu şekilde ifade ediliyor:
“Biz onu anlayıp düşünmeniz için Arapça bir Kur’an kıldık.” (Mücevher Bölümü 3. Söz / Zuhruf Suresi 3. Ayet)
“Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik (aktardık).” (Yusuf Bölümü 2. Söz / Yusuf Suresi 2. Ayet)
Evet, bir toplumun kendisine söylenen bir sözü yahut kendisine okunan bir kitabı anlayabilmesi için onun kendi dilinde olması gerekir. Bu, zaten aklen, mantıken ve doğal olarak böyledir.
Başka bir dilde olan bir sözü, o dili konuşamayan yahut o dilde söylenenleri anlayamayan bir topluluk, nasıl anlasın ve kavrasın?
Bundan dolayıdır ki Kur’an’da; “Biz her peygamberi, gerçeği iyice açıklasın diye kendi halkının diliyle gönderdik,” ifadesi vardır. Bu ifade İbrahim Bölümü 4. Sözde / İbrahim Suresi 4. Ayette geçmektedir.
Bir kez daha belirtelim ki, Kur’an’ın Arap dilinde olması Hazreti Muhammed’in Arapça konuşuyor olması ve halkının dilinin de Arap dili olması nedeniyledir.
Kur’an’ın Arapça değil de başka bir dilde olması söz konusu olsaydı ne olurdu?
Kutsal kitapta buna da çok çarpıcı bir biçimde yanıt veriliyor; işte Açıklanmış Bölümü 44. Söz / Fussilet Suresi 44. Ayet:
“Eğer biz bu Kur’an’ı yabancı bir dilde indirseydik / Hazreti Muhammed’e aktarsaydık, ‘Onun ayetlerinin bize açıklanması gerekmiyor mu? Arap’a yabancı dilde bir kitap hiç olur mu?’ derlerdi…”
Görüleceği üzere Kur’an, Araplar ve Arapça konuşanlar anlasın diye Arap dilindedir.
O halde başka uluslar da aynı Araplar gibi; “Bize yabancı dilde bir kitap hiç olur mu?” deme hakkına sahiptir.
Peki, yapılması lazım gelen nedir?
Elbette ki her halkın Kur’an’ı kendi diline çevirmesi ve kendi dilinde okuyup öğrenmesidir.
İslamî olan budur, insanî olan budur, Kur’anî olan da budur.
Kur’an konusunda anlamak ve anlaşılmak esastır. Kur’an’ın Arapça olmasının, Arapçanın herhangi bir özelliği ile bir ilgisi yoktur. Başka bir deyişle, Arapça kutsal olduğu için yahut çok gelişmiş bir dil olduğu için Kur’an, Arap dilindedir demek; abesten öte abestir. Niyesi bu, akla, mantığa, tarihsel gerçeklere ve Kur’anî ilkelere tümüyle aykırıdır.
Arapça kutsal değildir.
Dönemindeki dillere göre Arapça öyle çok gelişmiş bir dil de değildir.
Çoğunlukla çölde ve uygarlıktan uzak bir coğrafyada konuşulan bir dilin çok gelişmiş ve varsıl bir dil olduğunu söylemek saçmadır. O dönemde Latince, Yunanca, Farsça gibi diller Arapçadan çok daha varsıl ve gelişmiş dillerdir. Yine o dönemde Arapça ile yukarıda adı geçen dilleri kıyaslamak gerçeklikten kopmaktan başka bir şey değildir.
Eğer bazı cahillerin beyinsizce ileri sürdükleri gibi Arapça ilahî / semavî bir dil ise Kur’an’dan önceki kutsal kitapların dili neden Arap dilinde değildi?
Öyleyse biz de Kur’an’ın sorduğu gibi soralım:
Ey akıl sahipleri, neden akletmiyorsunuz?
Ve yine Kur’an’ın ortaya koyduğu bir gerçeği bir kere de biz dile getirelim:
Kur’an, Arapça olduğu için Kur’an değildir. Niyesi, Kur’an, anlam ve kavramdır; lafız / söz değil.
Bunu Şairler Bölümü 196. Sözde / Şuara Suresi 196. Ayette net bir biçimde görüyoruz:
“Hiç kuşku yok ki o Kur’an, öncekilerin kitaplarında da vardı.”
Evet, öncekilerin kitapları Arap dilinde değildi ama o kitaplarda da Kur’an’ın var olduğu belirtiliyor.
İncil, Tevrat, Zebur…
Bu kitapların dili Arapça değildi ama onlarda da Kur’an vardı. Kur’an böyle söylüyor.
Öyleyse nasıl olur da vahiy Arap diline özgü imiş gibi düşünülebilir?