Bölüm: 1
Dile kolay; üzerinden tam 50 yıl geçmiş…
Her şey dün yaşanmış gibi aklımda….
Babam Cemali, Limasol Belediyesi’nde tahsildar, annem Mukaddes hanımı sinema ve diskotek işletmecisi, ağabeyim Mehmet ise okumayı bırakıp oto elektrik mesleğine başlamış, ben ise Limasol Yabancı Dillerde eğitim görmekteydim…Yaşım daha 15 idi…
Ailemiz ticarete oldukça yatkın insanlardı…Kıbrıs’ın tek Türk diskoteğini biz işletmekteydik ve Rum-İngiliz ve Türklerin oldukça rağbet ettiği nezih bir mekandı…
Yani oldukça rahat ve eğlenceli bir yaşam sürmekteydik…Her şey, aşırı sağcı Rum Nikos Samson’un Makarios hükümetine askeri darbe yapmasıyla güzel günlerimiz altüst oluyordu…Ve adadaki tüm Türkler bu darbenin sonuçlarının bizler için oldukça kötü sonuçlar doğuracağından emindik…Tek güvencemiz Türkiye idi… Kıbrıslı Türkler de boş durmuyor TMT çatısı altında silahlı örgüt ile Rumlara karşı direnişteydi…Oto elektrikçisi ağabeyim Mehmet, darbenin hemen ardından mücahit teşkilatında silah altına alınmıştı…Türkay dayım da Türkiye’de uçaksavar eğitimi almış bir TMT mücahidi olarak o da silah altındaydı…
Türkiye’nin her an bir askeri müdahalede bulunacağından herkes hemfikirdi ve kulaklarımız radyodan gelecek haberdeydi…
20 Temmuz 1974 sabahı her zaman olduğu gibi annem babama sabah kahvaltısı sonrası işe uğurlamış hala kahvaltı masasında olan bana katılmak için geri döndüğü sırada ansızın savaş sirenleri çalmaya başladı. Limasol savaş sirenleri ile inliyordu…
Annem ile benim korkudan adeta dillerimiz tutulmuştu…
Ardından makineli tüfek sesleri yankılanmaya başladı.
Babam Cemali Mehmet, hızlıca belediye binasında dışarı çıkarak evimize döndü…Yüzündeki mutluluğun tarifi imkansızdı…Eve döndüğü sırada kokakta TMT üniformalı mücahitlerle karşılaşmış.
Patırtının nedeni sormuş…
Mücahitler gözleri yaşlı olarak müjdeyi vermişler: “Türk ordusu geldi amca, Türk ordusu…Sirenlerin nedeni bu! Evinize, ailenizin yanına dönün.” karşılığını vermişler…
Eve döndüğünde anneme ve bana sarılarak “20 yıldır her gün seni bekledik be Türkiyem! Çok şükür Allahlıma bugünleri gösterdi…” diyerek sevinçten ağlıyordu…
Limasol Türk kesiminde tüm TMT ve gönüllü mücahitleri alarma geçmiş, mahallelerinde barikatlar kurularak telaşlı ve tedirgin halleriyle Bayrak Radyosu dinliyordu. Mücahitler, Türk mahallelerindeki tüm sokakları gezerek yüksek seste halka neler yapılması gerektiğini bağırarak duyurma telaşındaydı
Yapılan anonsta Limasol’daki Türk mahallerinde dışına çıkılmaması…Mahalle dışında yaşayan Türk hanelerine telefon ederek veya hızlıca ziyaret edilerek çağırılması, kapılarınızı ve pencerelerinizi kapatmanızı, kimsenin evlerinden ayrılmaması duyuruluyordu…
Hızlıca toparlandık ve evden çıktık…
Babam önden giderek mahallenin muhtarı ve Türk bakkalı Mehmet Reşat amcaya uğradı ve hemen yanımıza döndü…
Annem ve babamla birlikte muhtar bakkalın hemen yanında bulunan Türkay dayımın evine geçtik.
Yengem Melek, kucağında iki yaşındaki kızı Çiler ile bizi karşıladı...
Türkay dayım, Türkiye’de uçaksavar eğitimi görmüş, TMT’nin ilk uçaksavarcısı olarak adada silah altındaydı.
Melek yengem sevinçle bizi içeri davet etti…
Babam telaşla, “Melek kızım Türkay’dan haber var mı?” diye sordu… Melek yengem, korku dolu gözleriyle haberinin olmadığını söyledi…
Babam: “Merak etme kızım Türk ordusu bu Rum çapuluna fırsat vermez. Endişe etme! Sizler burada bekleyin…Pencerelere yaklaşmayın! Ben mücahit mevziisine geçiyorum. Belki yardımım dokunur…” diyerek evden çıktı…Bakkal dükkanının karşısında kurulan mücahit barikatına geçti…Konuşmalarını duyabiliyorduk…
Limasollu Türkler radyo başında heyecan içinde Bayrak Radyodan gelecek haberleri bekliyordu…
Babamın evden çıkıp TMT mücahitlerine yardıma gittiğinden kısa bir süre sonra kapıda mücahitler belirdi…
Kapıyı annem açtı. Gelen mücahitler;” Tabur komutanımız tüm muhalle halkının bakkal Reşat dayının deposunda beklenmesini bildirdi. Lütfen herkes bu emre uysun” diyerek hızla uzaklaştılar…
Bakkal deposuna kısa sürede 40 kişi doluştuk.
Radyo başköşedeydi ve tüm kulaklar Bayrak Radyosu’ndan gelecek haberleri beklemekteydi…
Limasol’daki tüm TMT mevzilerinde Rumlar arasında karşılıklı çatışma sürmekteydi…
Pencereden görebildiğimiz kadarıyla mevzide hissedilir bir panik hali vardı…
Mücahit komutanı olduğunu sandığımız kişi silah arkadaşlarını yanına çağırarak bir şeyler söyledi…
Sonra mücahitlerin dört bir yana koşarak uzaklaştığını gördük…İşlerin istedikleri gibi ilerlemediğini anlayabiliyorduk…
Mücahit koşarak bakkalın deposunun kapısından bizlere seslenerek komutan emrini bildirdi. “Komutan evlerin boşatılıp Türk hastanesinde toplanılmasını emretti…” dedikten sonra hızla uzaklaştı…
Bakkal deposundaki Türkler, muhtarın oğlu Hasan Reşat ve diğer mücahitlerin kontrolünde dışarı çıkarıldık…
Mücahitler tüm köşe başlarında elde silah tetikte koruma yapmaktaydı.
Komutan mücahit bizlere yüksek seste,” Hemen yakınımızdaki hastaneye tek sıra halinde eğilerek, silah sesi duyulduğunda da yere yatıp gerekirse sürünerek hastaneye sığınıyoruz.
Bizler daha sonra size katılacağız. Cephanemiz tükendi. Direnmemiz imkânsız!
Unutmayın!
Bizden kimseyi tanımıyorsunuz!”
Mahalleli Türkler tek sıra halinde duvar diplerinden eğilerek hastaneye doğru yürüyüşe geçiyordu…
Türklerin hareket halinde olduğunu fark eden Rumlar uzak mesafeden makineli tüfeklerle Türk kalabalığına ateş etmekte, mermiler kadın ve çocuklardan oluşan sivillerin üzerlerinden geçmekteydi…
Emekleyen ve yer yer yere yatan bizlerin elleri, dizleri kan içende kalıyordu… Ağlayanlar ve çocuklarını gayrete çağıran annelerin bağırışlarıyla hastaneye ilerlemeye başladık…
Kafile güçlükle de olsa hastaneye kayıpsız ulaştı…
Hastane genişçe bir alana yayılmış tek katlı bir yapıydı.
Büyükçe çimenli bahçeye sahipti…
Hastanenin tüm personeli Türk’tü.
Hastanenin içi de ana-baba günüydü.
Doktorlar ve hemşireler telaşla koşuşturuyordu.
Hastanede çok sayıda Türk yaralı vardı ve bu yaralamalar ve ölümler EOKA-B marifetiydi…
Hastanenin odaları da yaralı Türklerle doluydu.
Salonda ise çok sayıda üzeri çarşafla örtülmüş Türk ölü yatmaktaydı.
İlerleyen saatlerle birlikte Hastane hınca hınç doldu.
Türk çocuklar ölülerin üstünden başka oturacak yer kalmamıştı.
Çocuklar, ölülerin üzerlerine oturmak zorunda kalınıyordu.
Türk hastanesine toplanan sivillerin sayısı bini geçmiştir.
Kısa sürede tüm Limasollu Türkler hastaneye toplandı.
Yaralıların olduğu odalar dahi ayakta yer bulamayacak denli doluydu…
Türk direnişini çökmesi üzerine Limasol’da savaşan TMT ve gönüllü mücahitler hastaneye gelmeye başladı.
Mücahitleri korumak için hastanede mücahit üniformaları hızla çıkartıldı, ardından yakılarak yok edildi.
Kendilerine hastabakıcı ve doktor kıyafetleri verilerek gizlenmeleri sağlandı.
Hastaneye ulaşan mücahitler de bir taraftan ailelerini aramaktaydı.
Gözyaşları ile Mutlu kavuşma sahneleri yaşanıyordu…
Çok geçmeden zırhlı askeri araçlar desteğinde hastaneye çok sayıda Rum ve Yunan askerleri geldi.
Bu, biz Türkler için büyük bir manevi çöküntü yarattı.
Rum ve Yunan askeri karşısında gören Türk kadın ve çocukların gözlerinde yaşlar akıyordu.
Hastanedeki sayıları binleri geçen Türk kalabalığında uzun bir sessizlik yaşandı.
Sessizliği, mırıldanmalar ve ardından gelen coşku bozuyordu…
Radyodan gelen bilgi sevinç patlaması yaratmıştı... “Adanın kuzeyine müdahalede bulunan kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri deniz, hava ve kara unsurları eşliğinde Girne’yi kuşattığı, civar köyleri ele geçirdiği bildirildi.
Dağ komandolarımız Beşparmak Dağlarını kuşattığı, Hava İndirme Komandolarımızın Türk Bozdağına intikallerini tamamladığı bildirilmiştir
Türk Amfibi Komandoları Girne-Lapta karayolunu kontrol altına aldığı, tank destekli 50. Piyade Alayı’nın Girne’ye kurtarmak üzere harekete geçtiği bildirilmektedir.
Girne ve civarındaki düşman unsurlarının direniş göstermeden kaçtığı, bir kısmının da teslim olduğu haberleri alınmaktadır.”
Yunan askerlere, Rum EOKA-B militanları çeviri yapıyordu.
Yunan ve Rum askerler duyduklarından öfke patlaması yaşıyordu…
Ardından hastanenin tavanının makineli tüfekleriyle taradılar
Yunan subayın öfkeli sesi hastanede yankılandı:” Kapatın o radyoyu kapatın!”
Yanındaki Rum askere dönerek Türklerin tamamını hastaneden çıkarın. Hepsini... Hemen!”
Aralarında çok sayıda küçük çocuk, bebek ve yağlıların olduğu Türkler dışarı çıkarıldı…
Yunan Subay: “15 Yaş üzeri erkekler ayrılsın…
Erkekler Limasol’daki esir kampına götürülmek üzere hazırlansın…
Hemeeen!
Yunan subay yanındaki Rum askere döner
Yunan Subay:” Çimleri ıslatın.
Esir kadın ve çocukları çimenlik alana çıkarın!”
Rum askerler ellerinde hortumlarla hastanenin çimlerini sulamaya başladı.
Hastaneye sığınmış tüm halk temmuz ayının yakıcı güneşinde bahçeye çıkarıldık.
Rumlar bir baba ve oğlunu gözlerine kestirdi.
İkisini kalabalıktan ayırdılar.
Baba ve oğlunu ağır bir şekilde dövmeye başladılar. Ama ne dövmek ne dövmek! Tekme-yumruk silah dipçiği ile bir süre dövülen baba ile oğluna uygulanan bu vahşeti izleyen Türkler’in gözlerindeki nefret dolu bakışları 50 yıl aradan sonra dahi unutamıyorum…
Rum Asker baba oğul tekrarla aynı soruyu soruyordu: “Söyleyin! Silah ve cephaneler nerede? Kim mücahit? Söyleyin yoksa baba-oğul kurşuna dizilirsiniz!”
Baba oğul aldıkları ağır darbelere rağmen konuşmaz…
Baba-oğul bayıltılıncaya kadar dövüldü.
Babasına birsey olacak korkusuyla oğul dayanamadı…
TMT mücahitlerinin silahlarının saklandığı hastane bahçesindeki bir çocuk mezarını parmağıyla gösterdi.
Yaşananlar karşısında dehşete kapılan tüm çocukları haykırmaya başladı: ”Gel Türkiyem gel!
Gel Türkiyem gel!
Kurtar bizi Türkiyem…
Kurtar bizi Türkiyem!”
Yunan ve Rum askerler çocukların bu feryatları karşısında çılgına döndü.
Rum ve Yunan askerleri topluca havaya ateş ederek çocukları susturdu…
Ardından silahlarını Türklere doğrultular.
Hadi yine söyleyin de görelim der gibi silahlarını çocukların başlarına dayadılar.
Rum asker çıldırmış bir tonda: “Gelme Türkiye gelme diye bağırın!”