Kamuda güvenlik soruşturmaları ve mülakatlar

Ülkemizde işsizlik oranları rekorlar kırıyor, reel duruma göre neredeyse üç gençten birisi işsiz. Çok sınırlı sayıdaki kamuda işe alımlar aşamasında ise “ iktidarda adamı olmayanların şansı yok” kanaati oldukça yaygın. Bu yaygın ve haklı kanat güvenlik soruşturması, arşiv araştırması ve mülakat süreçleri ile pekiştiriliyor. Bu kadar hassasiyet neden peki?

Kamuda işe alımlar ve hassas görevlere atanacaklarda gerekli titizliği sağlayan yasal düzenlemeler zaten mevcut. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 48. maddesine göre “bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezası alanlar, devletin güvenliğine ve Anayasal düzene karşı ve sayılan bazı yüz kızartıcı suçlar sebebiyle ceza almış olanlar” zaten devlet memuru olamıyorlar.

Ayrıca, güvenlik soruşturmalarını düzenleyen 4045 sayılı Kanunun 1. maddesine göre özetle “gizli bilgi ve belgelerin bulunduğu birimlerde, askerde, poliste ve ceza infaz kurumlarında çalışacak personel” hakkında güvenlik soruşturması zaten yapılıyor.

KAMUDA İŞE ALIMLAR MÜLAKAT KOMİSYONLARINA HAVALE
İktidar bunlarla yetinmedi, 15 Temmuz sonrasında 657’de yaptığı bir değişiklikle istisnai uygulanan “güvenlik soruşturması” uygulamasını tüm kamu görevlilerini kapsar hale getirdi. Böylece istihbarat birimlerinin hukuki değeri olmayan fişleme kayıtları adayların memur olabilmesine dayanak oluyordu. CHP’nin başvurusu üzerine AYM bu yasal düzenlemeyi 29 Kasım 2019’da iptal etti. Ancak AKP bu iptal kararı sonrasında da önceki uygulamasını bir şekilde sürdürecek girişimlerden vazgeçmedi.

Kamuda işe alımlar aşamasında güvenlik soruşturmaları kalkınca iktidar “mülakat” aparatını gayet işlevsel kullanarak amacına ulaşmaya devam ediyor. AKP liyakat, hakkaniyet ve adalet ilkelerinden neden ısrarla kaçınıyor acaba? Bu konudaki kararlılıklarının iki önemli sebebi var,

  • * birincisi; partizanca kadrolaşma ile iktidarlarını perçinleme arzusu.

  • * İkincisi ise; bir tür ‘kamu rantı dağıtımı’ olan işe alım süreçlerinin tamamen kendi kontrollerinde kalmasının önemi. Bu başlıkları biraz açalım.

PARTİZAN KADROLAŞMA İLE İKTİDAR GÜCÜ
Şu anki anayasamız ve yasalarımız tamamen antidemokratik ve diktacı bir rejimin inşası için düzenlenmedi. Birçok eksiğine, kusuruna rağmen bugün hukuk sistemimiz büyük ölçüde temel hak ve özgürlükleri ve adaleti (lâfzî de olsa) koruyan, ortalama evrensel hukuk normlarına dayanmaktadır. Yasalarımıza göre idare (iktidar) hâlâ hukuk çerçevesinde, yargısal denetime açık şekilde, hesap verebilirlik ilkeleri çerçevesinde eylem ve işlemlerini yürütmek zorundadır. Ülkemizde kamu görevlileri hâlâ vatandaşlara eşit, adil ve hukuka uygun hizmet vermek zorundadırlar.

Bugün karşılaştığımız iktidarın ve kamu görevlilerin eşitsiz, hukuksuz, partizan iş ve eylemleri kanunlar öyle öngördüğü için değil, hukuksuzluğun pervasızca dayatılması ile mümkün olabilmektedir. Vatandaşların inim inim inlediği eşitsizlikler ve hukuksuzluklar, sırtını iktidar gücüne dayamış siyaset erbabı ve kamu görevlileri tarafından yürütülmektedir.

Partizan kamu görevlileri ile siyasal iktidar sırtlarını birbirlerine dayamış şekilde karşılıklı açıklarını örtüyorlar. Bürokrasi ve siyaset, güçlerini ve pozisyonlarını koruma konusunda zımni (örtülü) bir anlaşma içine girmiş durumdalar. Kamu yöneticileri yasaların değil, öncelikle iktidarın kendilerinden beklediği çizgide hizmet üretmektedirler.

Sadece iktidarın takdirini kazanabilen bürokratlar pozisyonlarını koruyabilmekte ve kariyerlerinde ilerleyebilmektedirler. İl ve ilçe parti teşkilatlarının, bunların çevresinin ve parti tabanının iktidar ayrıcalıklarından faydalanmaları ancak bu tür partizan kamu görevlileri sayesinde mümkün olabilmektedir.

AYRIMCILIK; ANCAK HUKUK OLMAZSA YÜRÜR
Kamuda işe alımlar objektif kriterlere uygun olsa, bu kamu görevlilerine “bırak hukuku gukuku, dediğimi yapacaksın!” diye talimat vermek mümkün olamazdı. Onlara, iktidarın kendinden beklenenleri bilen ve bunlara ikiletmeden uyacak kamu görevlileri lazım. Bunun için de kendileri gibi düşünen ve inanan ‘biatçı’ kadrolara ihtiyaçları var.

Yasaları uygulayanların düşünce, inanç ve kanaatleri; üretilen iş ve hizmetin şeklini, niteliğini önemli ölçüde etkilemektedir. Birbirinin zıttı uygulamalara imza atan kamu yöneticilerinin her biri yasaları kendilerince yorumlamaktadırlar aslında. Böylece aynı yasal mevzuat yürürlükteyken siyasal iklimin beklentilerine göre farklı dönemlerde farklı icraatlar görülebilmektedir. En yakın örnek, milli eğitim sistemindeki anti laik dönüşümlerdir. Anayasa ve temel milli eğitim mevzuatı kökten değişmediği halde eğitim sisteminin tamamen inanç ekseni üzerine oturtulabilmesi böyle mümkün kılınmıştır.

Bu çerçeveden bakınca, iktidarın laik demokrat düşüncede eğitimcilere ve diğer kamu görevlilerine kapısını açmak istememesi, bu yüzden güvenlik soruşturmaları ve mülakat barajları kurarak bu adayları eleme kararlılığı daha iyi anlaşılmaktadır.

BİR TÜR İKTİDAR RANTI DAĞITIMI; KAMUDA İŞE ALIMLAR
Kamuda işe alımlar sürecinde adaletsizlin diğer sebebi ise; kamu kaynaklarından kendi tabanlarına ayrıcalıklı pay-rant dağıtım mekanizmasının sürdürülmesi meselesidir. Bunu da açmakta fayda var.

AKP’nin on sekiz yıllık iktidarı süresince en istikrarlı yürüttüğü faaliyeti, kendisini iktidara taşıyan ve burada tutan güçlere ve tabana tanıdığı ayrıcalıklardır. Bu ayrıcalıklar temel olarak kamu kaynaklarının aktarılması ile sağlanmıştır. Dünyada en çok kamu ihalesi alan on şirketten dördünün ülkemizden çıkması başka nasıl olurdu ki?

Kamu kaynakları yandaşlara dağıtılırken, yandaşın kalibre ve kapasitesine göre farklılıklar oluyor tabi ki. Büyük şirketlere milyar dolarlık ihaleler, orta kesime orta boy ihaleler ve taşeronluklar, alt-orta kesime şehir ve arazi rantlarından küçük paylar, en alttakilere de “kömür-makarna” klişesinde kendini bulan sosyal yardımlar dağıtıldı.

Siyasal taban yukarıdan aşağıya kamu kaynakları ile bir şekilde memnun edilerek iktidara olan desteklerinin devamı bugüne kadar sağlandı. Bu memnuniyetin (ya da en azından umudun) bir şekilde devam ettirilmesi gerekiyor. Ancak (ve ne yazık ki!) denizin suyu bitti, kaynaklar kurudu! Tüketilen kamu kaynaklarından ve yaratılan umutlardan geriye ‘kamuya personel alımları ayrıcalığı” kaldı ve sahip oldukları bu güçten vazgeçmek istemiyorlar.

“ADAMI OLMAYANA İŞ YOK” SÖYLEMİ KİMİN İŞİNE YARIYOR
Herkesin yakındığı “bu dönemde iktidarda adamı olmayana iş yok” algısı, iktidara sırtını dayamış çevreler için hiç de negatif içerikli bir cümle olarak algılanmıyor. Bu yaygın kanaat geniş kesimler için umutsuzluk ifadesi iken, “iktidarda adamı olanlar” için umudun özeti bir cümle. İktidar çevresinde konumlanan kesimin çok azı bu imkândan yararlanabilecek belki. Ancak bu umudun yaşatılması, iktidara verilen desteğin devamını sağlamada oldukça önemli işlev görüyor.

“Adamı olmayana iş yok” genel kabulü hakkaniyet duygusu ile çatışsa da, bu yaygın kanının iktidar için oldukça yarayışlı sonuçlar getirdiği görülüyor. İktidardan, liderden iyice soğuyan önemli bir kesimin, “çocuğuma işi ancak buradan bulurum” ümidi ile iktidara desteğe devam ettikleri görülüyor.

Kamuda işe alımlar gibi önemli bir avantajı, partizanca kadrolaşma imkânını iktidar gözden çıkartmak ister mi hiç? Bu yüzden ayrımcılıkların bitmesi, eşitlik, liyakat ve hakkaniyet gibi (sonu nereye varacağı kestirilemeyen) kavramların uygulanması bu iktidar döneminde olası değildir.

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }