İslam’da ibadet denildiğinde hemen akla bazı ritüeller gelir. Namaz, oruç, hac gibi… Oysa ibadet kavramı ritüel kavramından daha geniş ve kuşatıcı bir kavramdır.
İbadet, sözlük anlamı olarak kulluk etmek demektir. Zira ibadet sözü Arapça “abd” sözünden türemedir. Abd ise kul demektir. Türkçeye doğru çeviri belki tapınmak olabilir. Ancak elbette ibadet sözü yalnızca sözlük anlamı ile anlaşılıyor değil. Terim olarak taşıdığı anlam daha başka. Buna göre ibadetin terim anlamı, kişinin iman ettiği Allah’ın sevgisini kazanmak için yaptığı her türlü iyi iş ve davranış olarak ifade edilebilir.
O halde Kur’an’da; Rüzgârlar Bölümü 56. Sözde / Zariyat Suresi 56. Ayette geçen “Ben insanları ve cinleri yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım,” anlamındaki ifadeyi nasıl yorumlamamız gerekir?
Evet, bu Kur’an Sözünde geçen ibadet ifadesi, Allah’ın rızasına yani sevgisine uygun her türlü iyi iş ve davranış demektir. Biz buna değer üretmek diyoruz.
Dolayısıyla Allah bizim bildiğimiz insanları ve bilmediğimiz, tanımadığımız diğer bütün varlıkları / canlıları değer üretsinler diye var etmiştir.
O halde ibadet etmeyi değer üretmek olarak anlamak durumundayız.
Okumak, öğrenmek, düşünmek, çevreyi korumak, dünyayı işlemek, araştırmalar yapmak, keşfetmek, hayvanları, insanları ve bütün canlıları korumak, uygarlık inşa etmek… İşte bunlar değerdir.
Ancak elbette ki dinsel ritüeller de ibadettir. Zira onlar da değerdir. Ne var ki ibadet yalnızca ritüellere indirgenemez. İndirgenirse İslam’ın iletisi yozlaştırılmış olur.
Evet, namaz bir ibadettir.
Evet, oruç bir ibadettir.
Evet, hac bir ibadettir.
Ancak Kur’an’ın ruhuna uygun bir biçimde yapılırsa…
Kur’an’ın ruhuna uygun bir biçimde derken neyi kastediyoruz?
Öncelikle; ibadeti anladığınız dilde yapacaksınız.
Namaz kılıyorsanız, okuduklarınızın ve söylediklerinizin ne anlama geldiğini bileceksiniz.
Tabii bir de namazın düşünsel ve sosyolojik yönünü de kavramış olacaksınız.
Ancak biz burada anlamak kavramı üzerinden yalnızca dil meselesine değineceğiz. Yani düşünsel ve sosyolojik bir tahlile yönelmeyeceğiz. Onu şimdilik bir başka çalışmamıza bırakalım.
Dil meselesi denilince elbette anlamak kavramı devreye giriyor. Anlamadan okuyacağınız dualarla, anlamadan söyleyeceğiniz sözlerle kıldığınız bir namaz kesinlikle namaz değildir.
Nitekim Kur’an’da bu, apaçık bir biçimde ortaya konulmaktadır.
Kadınlar Bölümü 43. Sözde / Nisa Suresi 43. Ayette şöyle deniliyor:
“Ey inananlar, sarhoş iken namaza yaklaşmayın; ta ki ne söylediğinizin farkında oluncaya değin…”
Görüleceği üzere; ne söylediğinin farkında olmak namaz için olmazsa olmaz bir koşuldur. Bir kimsenin ne söylediğinin farkında olması demek ne demektir?
Elbette, söylediklerini anlaması demektir.
O halde yabancı bir dilde dua okuyarak yahut çeşitli sözler söyleyerek kılınan bir namazda, farkında olmak diye bir kavramdan bahsedilebilir mi?
Arapça bilmeyen birinin Arapça dualar okuyarak, Arapça sözler söyleyerek namaz kılması Kur’an’ın reddettiği bir davranıştır.
Kur’an’ın bu açık buyruğuna rağmen Arapça namazda ısrarın sebebi nedir?
Arapçılıktan başka bir şey değildir.
Arapçılığa göre; Kur’an, başka dillere çevrilemez. Kur’an’ın çevirisi yapılsa bile o çeviriye Kur’an denemez. Oysa namazda Kur’an’dan bir bölüm okumak, hele hele Fatiha’yı okumak çoğunluğu oluşturan bilginlere göre şarttır.
Peki, gerçek, Arapçıların iddia ettiği gibi midir? Yani Kur’an başka dillere çevrilemez mi?
Eğer bu iddia doğru olsaydı o zaman Kur’an’ın Araplardan başka bir kavimle ilgisi yoktur ve Kur’an yalnızca Araplara özgüdür, anlayışı geçerli olurdu. Ne var ki, bu durum, İslam’ın evrenselliği inancını yerle bir eden bir sapmadır. Kur’an her dile çevrilebilir. Çeviriler de Kur’an gibidir. Elbette ki hiçbir çeviri özgün metnin aynısı gibi kabul edilemez ama bu gerçek, çeviriyi ve anlama çabasını engelleyen bir inanç olarak inşa edilemez. Çünkü bu, Kur’an’ın mesajının insanlığa ulaşmasını engellemek gibi büyük bir günaha ortam hazırlamak demektir. Bu günahtan sakınmak ve Kur’an’ı mümkün olduğunca diğer dillere çevirmek lazımdır. Nitekim tarihsel deneyim, Kur’an, başka dillere çevrilemez iddiasını geçersizlemiştir. Zira Kur’an, neredeyse dünyada konuşulan her dile çevrilmiştir. Bu çevirilere meal denildiğini biliyoruz.
Kur’an’ın Türk diline de yapılmış çok güzel çevirileri vardır. O çeviriler hem dilimizin hem de inancımızın eşsiz değerleri arasındadır.
İbadet ederken de okuyacağımız çeviriler bakımından çok varsıl bir birikime sahibiz.
Değerini bilenlere ne mutlu…