İlk tuğla yanlış konursa, duvar doğru örülür mü?

Partili Cumhurbaşkanı COVİD-19 pandemi belası ile mücadele aşamasında bile, yurttaşların gönüllülük bağlamında yapacağı yardımlaşmayı da bloke etti. Hükümet olarak kendi kontrolüne alıyor! Partili belediye başkanları ile yaptığı toplantıda; “bunu fırsata çevirmeliyiz” dedi.
Oysa kendisi, devleti temsil eder.

Devlet ise, ayırım yapmaz. Bütün yurttaşları aynı gözle görür. Vergi toplar ve bununla yurttaşın gerek duyacağı ihtiyaç ve hizmetleri ifa eder. Bunu yaparken; anayasa gereği eşitlik ilkesine uyar.

Korona gibi olağanüstü durumlarda, devlet, varlığını ihtiyaç ölçüsünde yurttaşa geçimlik verir.
Herkesin “evde kal” isteğiyle içeri tıkıldığı bu zamanda, iaşenin sağlanması için gerekli olan nakit ihtiyaç; devlet tarafından sağlanır.
 Amerika’dan Japonya’ya, İngiltere’den Rusya’ya; dünyadaki bütün devletlerin yaptığını yapması gerekir. Sokağa çıkılmamasını isteyen Amerika 2 trilyon, Almanya 834milyar, İngiltere 397 milyar, Fransa 380 milyar dolar yurttaşlarına tahsis etti.

Türkiye ise, ancak 15 milyon dolar tutarı olan 100 milyar lira ayırdığını duyurdu. Ardından da mendil açar gibi, “iban” numarası açtı.
Çünkü kasa tamtakırdı. Merkez Bankası ihtiyat (kefen) parasından deprem için toplanan yardım parasına; İşsizlik fonundan 1997’de bir defaya mahsus çıkarılıp devamlı hale getirilen deprem vergisine kadar, eser kalmamıştı. Varsa yoksa köprü, tünel, yol, hava alanı müteahhit garantilerine ve yandaş vakıflara aktarılarak eritilmişti.
Vaat edilen 100 milyar bile bulunamıyordu.

O nedenle; belediye gibi yerel yönetimlerin bağış-yardım kampanyaları yasaklandı; açıklanan “iban” hesabı zorunlu edildi.
Wuhan’da başladıktan dört ay sonra varlığı kabul edilen pandemi ile mücadele etmek gereği, ancak 18 Mart’taki ölüm üzerine, zorunlu olarak kabul edildi.
Ülke genelinde yapılması gereken ve alınacak önlemleri belirleme ile ilgili olarak bir istişare toplantısı düzenlendi. Partili Cumhurbaşkanı, hükümetten yana görmediklerini davet etmedi. Mücadelede öncelikli aktör olan Tabip Odası’na, Sağlık Çalışanları Sendikası’na gerek duyulmadı. Muhalefet ise, anılır değerde bile görülmedi.
Deprem felaketinde olduğu gibi, bu küresel salgınla mücadelede de kendinden olmayanların aklına, fikrine ve önerilerine gerek duyulmadı. Muhalefete saygı gösterilmedi; ötekileştirildi.    

 Bu haliyle de “birlik ve beraberlik” gerekliliği ifade edildi.    
               Ama sorunların partizanlıkla değil; sen ben demeden el birliğiyle çözüleceği gerçeği kabul edilmiyordu!
               Her zaman yapıldığı gibi, ”sizden” ve “bizden” ayırımı ile birlik ve beraberlik ruhuna kurşun sıkıldı. 
               Pandemi ile mücadelede geç kalınmıştı. Şimdi de hükümetin başı, devletin başı olduğunu ıskalıyor. Kendi partisine ait olmayan belediyelerin ayağına değirmen taşı bağlıyor.

Onların bölgelerindeki ihtiyaç ve hizmetleri gidermekte yeterli olmasını engelliyor.

İlk tuğla da yanlış konularak doğru duvar örülmeye çalışılıyor.
356’ya yükselen korona kurbanlarına Allah’ın rahmetini okumaktan başka bir şey gelmiyor elden!

NEDEN 100 MİLYAR YETMEZ

Pandemi mücadelesinde dünya devletleri, halkın evden çıkmamasını en önemli önlem olarak görüyor. Türkiye de bu görüşe katıldığını açıkladı.
Evde kalmak; işe gitmemek, kazanmadan tüketmek demektir. O nedenle dünya devletleri, sosyal devlet olmalarının gereğini yerine getirdi. Hane başına nakit ödeme yapmak için ulusal bütçeden tahsisat ayırdı.

Türk Hükümeti, lafta kalan bir ödenek ayırdı. 82 milyon nüfus için ancak 15 milyar dolar (100 milyar lira) ödenek ayırdığını açıkladı.
Yardım toplama kampanyası başlatıldığına göre; bu paranın elde olmadığı anlaşılıyor. Kendi belediyeleri dışındakilerin bağış ve yardım toplamasını yasaklayarak; olası yardımları tek elde toplayıp vaat edilen rakamı temin amacı güdüldüğü anlaşılıyor. 

Mücadelede en öncelikli önlem “evde kal” ve “hijyen” ise; bunun gerçekleşmesi için sosyal devletin maliyeti karşılanması zorunlu değil midir?
Bunun için vaat edilen rakamın gerçek olduğunu var sayarsak, hangi ihtiyaçları ne ölçüde karşılayacağını; neye yeteceğini hesaplamak gerekir. 
İnternet bilgilerini esas alırsak; elektrik ile su abonelerin her birinin 29 milyon 430 olduğu görülüyor. Doğal gaz abone sayısı ise 14 milyon 162 bin kadardır. 

Devlet üç ay süreyle bu faturaları karşılayabilir. Ortalama olarak fatura başına elektrik için 100 lira olsa; bir ayda 2 milyar 943 milyon ve üç ayda 8 milyon 829 milyon lira ödeyecektir.
Su faturası için ortalama 90 lira ödese; aylık 2 milyar 650 milyon ve üç ayda 7 milyar 950 milyon lira ödenecektir.

Gaz için her faturaya en çok 350 lira ödese; ayda 4 milyar 950 milyon, üç ayda 14 milyar 850 milyon lira ödenecektir.
Bunun yanı sıra evde kalacak çalışan sayısının istatistikler ile ifade edilen 14 milyon kişi kabul edilir ve iki ay boyunca her birine ortalama 3 bin lira ödense; 84 milyar lira ödenecektir.
Bu dört çeşit ödemenin toplamı; yaklaşık 115 milyar lira; yani bugünkü 6.5 liralık dolar kuru hesabıyla 15.3 milyar dolar olacaktır.

Eğer 100 milyar ayrılmışsa; mendil açar gibi “iban” ilanıyla para toplamaya kalkmanın anlamı ne olabilir?

Krizi fırsata çevirmek midir?

Muhalif belediyelerin yardım veya bağış toplamalarının yasaklanması; “iban” hesabına toplanacak rakamın yükseltilmesi amacı olabilir mi?
Deprem vergisi, işsizlik fonu ve Elazığ depremi vb yardım paralarının nasıl ve nereye kullanıldığı hakkında şeffaf ve inandırıcı bilgi vermeyen hükümete halkın güveni söz konusu olabilir mi?

Yerel yönetimlerin bölgesi halkıyla bütünleşerek layıkına yardım ve hizmeti ulaştırma olanağına fırsat verilmemesi yurttaş tarafından nasıl yorumlanacaktır?   
Bekleyip göreceğiz…     
          
          

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }