Ekonomik krizin can yakan sonuçlarını burada uzun uzun tekrarlamaya lüzum yok, herkes her şeyi yaşayarak görüyor. Yıllardır artarak devam eden bu krizin yakın gelecekte düzeleceğine de kimse inanmıyor. Buna rağmen AKP ve Cumhur ittifakı girdikleri her seçimi bir şekilde alıyorlar ve iktidarlarını bugüne kadar korumayı başardılar.
İşlerin sürekli kötüye gitmesine rağmen mevcut iktidarın konumunu bir şekilde koruyabilmesi elbette bir başarıdır. Ancak AKP’nin yirmi iki yıllık iktidarını koruyabilme “başarısının” faturasını ülke olarak biz ödedik, ödüyoruz. Onlar iktidarlarını koruyabilsin diye vatandaşın ekonomik refahına olduğu kadar ülkenin toplumsal ve ahlaki yapısına, eğitim sistemine, laik cumhuriyet değerlerine, devletin ve bürokrasinin kodlarına ve iç barışa ciddi hasarlar verildi.
Bu yazıda, tüm olumsuzluklara rağmen Cumhur ittifakının iktidara tutunma mucizesinin temel sebeplerini irdelemeye çalışacağım. Bu çerçeveyi iki önemli başlık altında açmaya çalışacağım. Bunlardan ilki, AKP’nin yarattığı ekonomi politik ve diğeri ise iktidarın yarattığı kültürel hegemonya meselesi olacak.
VERGİ RANTININ ÜRETİMİ VE PAYLAŞIMI
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yakında Meclise sunmayı planladığı yeni vergi yasa taslağı kamuoyuna sızdırıldı. Uzmanların değerlendirmesine göre bu taslak hayata geçtiğinde vatandaşın durumu bugünden çok daha kötü olacak.
Etkin, adil ve hakça bir vergilendirme yöntemi uygulamamakta ısrar eden devlet, vergi gelirlerini artırmak için “kümesteki tavukları” daha fazla yolmanın yeni ‘dahiyane’ yöntemlerini bulmaya uğraşıyor. Temel amaç, kayırılanlarla birlikte paylaşılacak bir rant kaynağı yaratmak olduğuna göre, adilane vergi politikalarının oluşturulmasını bekleyemeyiz elbette.
Siyasal İslamcı iktidarın (aşağıda açmaya çalışacağım) ekonomi politiğinin yarattığı ekosistem; vergi rantının üretimi, dolaşımı ve paylaşımı etrafında dönüyor. İktidara yakın kesimlerin vergi rantından kaynaklanan refahı, ancak başka kesimlerin ezilip mağdur edilmeleriyle sağlanabiliyor.
Devlet İhale Kanununun (istisnai) “21b” maddesi işletilerek yapılan, sözde “davet ve pazarlık usulü” ihalelerin müteahhit borçları nasıl ödenecek? Zaten ezilmekte olan yoksul kesimlerin tepelerine daha da basılarak elde edecekleri yeni vergilerle bu açıkları kapatmak tam da AKP ekonomi politiğinden beklenen bir icraattı zaten!
AKP REJİMİNİN EKONOMİ POLİTİĞİ
Bugünkü rejimin kalıcılığının dayandığı en önemli dayanak, yarattıkları ekonomi politiktir. “Ekonomi politik” kavramı, siyasetin ekonomiyi ve (tersine olarak da) ekonominin siyaseti şekillendirmesini tanımlar. İktidar, vergi politikalarını bu amaca göre şekillendirdiğinden, bugün tartışılan yeni vergi paketi taslağının da bu ekonomi politiğin bir yansıması olduğu görülmektedir.
Erdoğan ve AKP ekonomi politiğinin en temel niteliği, iktidarın ve dayandığı toplumsal-siyasal kesimlerin bir bütün olarak devletten geçinir hale getirilmesi üzerine kurgulanmış olmasıdır. Dinsel inancın bu amaç etrafında şekillendirilmesi, siyasal İslam’ın araçsallaştırılması da başarılarını kolaylaştırmıştır. Devletten geçinen siyasal İslam’ın resmi ve gayrı resmi kurumları toplumdan ve kamudan alıp kendi siyasal tabanlarına dağıtmasıyla, güçlerini gitgide daha da perçinlemişlerdir.
Demokratik dünyada sivil toplum örgütleri, dernek ve vakıflar (gönüller desteği vb. ile) kendi yarattıkları imkânları topluma sunarken Türkiye’de devlet destekli sivil toplum kamunun ve halkın kaynakları ile palazlandırılmışlardır. Bugün Türgev, Ensar, İlim Yayma Cemiyeti gibi (sözde sivil) kuruluşlardan devlet ve kamu idareleri desteklerini çekseler, bu örgütler binalarının kiralarını dahi ödeyemezler.
Bugün siyasal İslam artık “devleti ele geçirmek”ten daha öteye, “devletin kendisi” olmaya yönlenmiştir. Bir başka ifade ile; Türkiye’de siyasal İslam’ın devleti dönüştürmesinden de öte, Siyasal İslam’ın devlete dönüşmesi tehlikesi ile karşı karşıyayız.
DEVLETİN İÇİNDE VE DIŞINDA OLUŞTURULAN EKOSİSTEM
Kamu istihdamında personel alım uygulamaların ve ihalelerin, kamu rantının dağıtımında iktidarın en önemli araçlarından olduğu biliniyor. Osmanlı’dan beri kültürel genlerimize işlemiş olan “devlete kapağı atma” ve “kamudan geçinme” cinliklerini AKP kadar etkili kullanan başka iktidar görmedi bu topraklar.
Ayrıca, “devletten geçinme”nin tek yolu devletin içinde yer almak değil elbette. Devlet istihdamında yer almayan her düzeydeki AKP kadroları, yöneticiler, aileleri ve yancıları yıllara yayılan sistemli ve organize faaliyetler sonucunda yeni bir rantiye sınıfı yarattılar. Devletin dışında devletten geçinen hayli kalabalık bu zümrenin en irilerine “iktidarın oligarkları” deniyor.
Yeni rantiye düzeninin oluşturduğu lümpen burjuvazinin daha da zenginleşerek büyümeleri için rekabet ve serbest piyasa tümüyle yok edildi. Devletin içinde ve dışında olup devletten geçinen bu yeni rantiyeciler hep birlikte muazzam bir “ekosistem” meydana getirdiler.
İKTİDARDAN “YEMLENME” UMUDU
İktidara yakın durmadan, onlara açıktan destek vermeden kamuda işe girilemeyeceği veya irili ufaklı ihale işlerinin alınamayacağı herkesin bildiği bir Türkiye gerçeğidir. Bu yaygın kanaat geniş kesimler için umutsuzluk ifadesi iken, “iktidarda adamı olanlar” için umudun ta kendisidir! İktidar çevresinde konumlanan kesimlerin “yemlenme” umutlarının diri tutulması, bunların iktidara verdikleri desteğin devamını sağlamada oldukça işlevsel kullanılıyor.
Mülakat sisteminin neden kaldırılamayacağını daha önceki bir yazımda detaylı olarak ele almıştım. Ayrımcılıkların bitmesi, eşitlik, liyakat ve hakkaniyet gibi (sonu nereye varacağı kestirilemeyen) ilkelerin uygulanması bu iktidar döneminde olası değildir. Bu yüzden Erdoğan seçimler öncesi söz verdiği halde kamuda işe alımlarda mülakatları kaldırmadı ve kaldırmayacaktır.
İKTİDARIN KALICILIĞI YARATTIĞI EKONOMİ POLİTİĞE DAYANIYOR
Türkiye’deki tüm olumsuz faktörlere rağmen iktidarı değiştirmeye yeterli bir seçmen çoğunluğunun oluşmamasının kök nedeni, Erdoğan’ın güçlü karizması ve muhalefetin vahim hataları değildir. Kendi tabanını devlet imkânları ile ihya etme ekseninde çalışan bu ekosistem ile AKP, seçmenini bir şekilde hoşnut tutmayı başarmıştır. Başkalarının tenceresi boş iken, bu iktidar kaldığı sürece kendi tencerelerinin nispeten daha dolu olacağına (kayırılacaklarına) inandırılmış olanlar Erdoğan’a desteği kesmediler.
AKP tabanında her zaman diriliği sağlanan bu umut, Erdoğan’ın her şeye rağmen iktidarını korumasının en önemli anahtarlarındandır. “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” önermesi gibi Süleyman Demirel’e atfedilen “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” iddiası da bu yüzden çökmüştür.
Kısacası; Erdoğan’ın (bunca kötü yönetime rağmen) iktidarını korumasının asli sebeplerinden ilki tabanını kollaması iken diğer sebep; toplumun algılarını çok başarılı şekilde dönüştürmesidir. Yeni rejimin kendi seçmen kitlesini ekonomik krizlere ve kötü yönetime karşı iyice duyarsız hale getirmesi, başarı ile uyguladığı ekonomi politiğin ve kurduğu kültürel hegemonyanın sonuçlarındandır.
GRAMSCİ’NİN HEGEMONYA KAVRAMI
İktidar kalıcılığını; itina ile oluşturduğu ekonomi politik yanında, toplumun kültürel ve siyasal algısının başarılı yönetimiyle sağlamaktadır. Yani, oluşturdukları ‘kültürel hegemonya’nın ekmeğini her seçimde yemekteler.
İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci’nin ‘hegemonya’ kavramı, kapitalist toplumlarda ezilenlerin iktidar sahiplerine gönüllü desteklerinin temellerini açıklar. Hegemonya, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde ideolojik üstünlük kurarak kendi değerlerini ve normlarını toplumun geneline kabul ettirmesi sürecidir.
Gramsci hegemonya kuramını açıklarken, "sivil toplum" ve "politik toplum" ayrımına vurgu yapar. Politik toplum, devletin zorlayıcı mekanizmaları (ordu, polis, yasa vb.) üzerinden kontrol sağlarken, sivil toplum (okullar, din, medya vb.) ideolojik kontrolü sağlar. İktidar, hegemonyayı bu iki alan üzerinden inşa eder ve sürdürür. İktidar hegemonyası, sadece devletin zorlayıcı gücüyle değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik liderliğiyle de sağlanır.
Devlet bir rıza üretim mekanizmasıdır. Ezilenlerin, yoksulların kendilerini ezenlere sundukları rıza, oluşturulan kültürel hegemonyanın sonucudur. Bu şekilde, toplumun geniş kesimleri egemen sınıfın değer ve inançlarını benimser ve mevcut düzeni kabul eder hale gelir.
İKİ ZEHİRLİ SARMAŞIK: SİYASAL İSLAM VE MİLLİYETÇİLİK
“İnsanların belirlenen temalar ve şablonlar içerisinden dünyaya bakmalarını düzenlendiğinde gerçekten iktidara sahip olabilirsin” diyor Gramsci. Devlet sınıflardan bağımsız ortak düşmanlar ve tehditler yaratarak, toplumu ortak hedefe yönlendirerek gücünü korur. Tüm dünyanın bize düşman, milliğin ve yerliliğin ise tek yolumuz olduğu fikrinin topluma önemli ölçüde ‘yedirilmesi’, Gamsci’yi iyi kavradıklarını düşündürmektedir!
Bugün ülkeyi sarmış iki zehirli sarmaşık olarak siyasal İslam ve dozu artırılmış milliyetçiliğin iktidarın temel iki payandası haline getirilmiş olması, bilinçli çalışmaların sonucudur. Kendisinden başka hiçbir dine ve düşünceye tahammülü olmayan siyasallaşmış inanç ve katı milliyetçiliğin toplumda bu kadar yoğun karşılık bulması, iktidarın kültürel hegemonyasının net bir başarısı değil midir?