Hekim cinayeti ve kışkırtılan orta sınıf düşmanlığı

6 Temmuz günü Konya Şehir Hastanesi'nde Kardiyoloji Uzmanı Doktor Ekrem Karakaya, Mehmet Akçay isimli bir hasta yakını tarafından silahla öldürüldü, katilin de aynı silahla intihar ettiği söylendi. RTÜK bu olaya ilişkin yayınlara derhal yasak getirdi. Cinayete varan şiddete tepki gösteren Türk Tabipleri Birliği (TTB) 7 ve 8 Temmuz'da hekimlerin greve gittiklerini duyurdu.

Bu grev kararı üzerine İletişim Başkanlığı kontrolündeki iktidar medyası ve trol sosyal medyası harekete geçti. TTB ve greve giden hekimlere yönelik insafsız kara propaganda ve öfke mekanizmaları derhal harekete geçirildi. “Polis-asker ölünce Emniyet ve Genelkurmay grev yapıyor mu?” gibi akla ziyan paylaşımlar bile yaptılar.

Cinayeti protesto için yürümeye çalışan hekimler bu kez polis şiddetine uğradı, izleyen gazeteciler tartaklandı. İktidar ortağı partinin genel başkanı, daha önce de yaptığı gibi yine hekim örgütünü suçladı ve kapatılması gerektiği fikrini yineledi.

Yıllardır sürdürülen ayrımcı politikaların, önlemi alınmayan hatta kışkırtılan bir tırmanmanın cinayete kadar varması aslında pek de hayret verici değildi. Cinayetin yaşandığı Konya’da bir imam greve katılan hekimlerin dövülmesinin isabetli sayılabileceğini söyleyerek cinayeti gerekçelendirmeye çalıştı.

İÇKİ İÇEN DOKTORLAR ŞİDDETİ HAK EDİYORLAR MI?
Cumhurbaşkanı’nın tercümanı ve danışmanı olarak bildiğimiz Mariam Kavakçı, baskı ve şiddeti protesto etmek için iki günlük grev kararı alan sağlık çalışanlarını garip bir yorumla hedefine aldı. "İçki, şiddet ve insan ölümlerinin önde gelen sebeplerinden olmasına rağmen içkilerine laf ettirmeyen doktor arkadaşlar masum hastaları mağdur ederek şiddeti protesto etmeye karar vermişler" dedi. Kavakçı, TTB'nin kapatılması yönündeki bir paylaşımı da hesabından yayınladı.

Bu sözler tartışılırken “İçki kullanan doktorlarla onların katledilmesi arasında nasıl bir alaka kurulabilir ki?” diye çok soruldu. Doktorların ne kadarının içki içip içmediğine, içkilerine ne zaman ve nasıl laf ettirmediklerine dair güvenilir bir bilgiye sahip değiliz. Ama bu ülkede seküler yaşam pratiklerine sahip olanlar ile buna karşı olanlar arasında yaratılmaya çalışılan husumet çabalarının farkındayız.

Mariam hanımın içki üzerinden kurmaya çalıştığı bu zorlama bağlantı boşuna değil aslında. Burada yine “bizler ve onlar”, yani “beyaz Türkler” ile oylarına talip oldukları “tutucu- mütedeyyin” yaşam alışkanlıkları üzerinden kaba ayrıştırmayı pekiştiriyorlar. Saray danışmanlığı maaşını hak etme çabasındaki Mariam hanım ‘uysa da söyledim uymasa da’ tarzıyla bu ayrıştırmaya kendince bir katkı sunmaya çalışmış oldu.

'GREVE GİDEN DOKTORU GEL DE ÖLDÜRME!'
İktidarın ayrıştırma politikalarına hizmet edenlerin eğitim seviyeleri ve hedef kitleleri farklı olsa da çabalarının hedefi ortak. Öldürülen hekim gibi Konya’da görevli bir imam da Cuma hutbesinde açıktan ve alenen halkı kin ve düşmanlığa teşvikten kaçınmadı. İmam Ahmet Gür minberde verdiği hutbede, meslektaşlarının öldürülmesi nedeniyle yurt çapında iki günlük greve giden doktorları hedef aldı. İmam grevin ‘daha fazla doktorunun öldürülmesine’ neden olacağını savunarak kendini dinleyenlere, “Sen hastaneden boş döndün. Öldürmez misin sen?” diyerek cemaati açıktan tahrik etti. Kadın cinayetlerinin artmasını da, bu olayların haber yapılmasına bağladı. Bu acayip lafları söyleyen imamı dinleyen cemaatin tepkisizliği, söylemin hedef kitlesinin de aynı kanaatte olduklarını göstermesi açısından ekstra üzücüydü.

TTB’nin ve bir kesim kamuoyunun çağrısı üzerine Konya Valiliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı, imam Ahmet Gür hakkında soruşturma başlatıldığını duyurdu. Konuya ilişkin açıklama yapan Diyanetin Mihrap ve Minberi karıştırması sosyal medyada alay konusu oldu. Açıklamaya göre imam hakkında soruşturma başlatılmış. Önceki yazımda bahsettiğim ikili hukuk sisteminin bu olayda devreye sokulacağı, “hukuk işliyormuş” gibi yapılacağını öngörmek zor değil.

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM NEYİ DÖNÜŞTÜRDÜ?
Prof. Dr. Ahmet Saltık sağlıkçılara şiddetin, 2003 yılında başlatılan “Sağlıkta Dönüşüm” projesi ile paralel artarak bugünlere gelindiğini gösteren net verilerin olduğunu  açıkladı. Bu “dönüşüm” ile bir kamu hizmeti olan sağlık hizmetleri özelleştirilmeye başlandı. Kamu-Özel İşbirliği ve özelleştirmeler sonucunda hastalar da müşterileşmiş oldu. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ çok matah bir şey yapıyorlarmış gibi "Artık hastalar memnun edilecek müşteri olarak kabul edilecek" demişti. 

Bu ‘müşteriler’ aynı zamanda seçmendi ve her koşulda mutlu edilmeleri gerekiyordu.

Bazı çıkar gruplarına kaynak aktarımını esas alan sağlık finansmanı ve örgütlenmesinin sürdürülemez olduğu çok açıktı. ‘Müşteri memnuniyeti ve karlılık’ temeli üzerinden kurgulanan sistemin sürekliliği, sağlık çalışanlarının daha da özverili çalışmaları üzerine kurgulanmıştı.

Kaçınılmaz aksaklıklar sonucunda oluşan ‘hasta-müşteri’ memnuniyetsizliğinin sebebi olarak da sistem değil yine sağlık çalışanları öne çıkartıldı. Kötü ekonomi ve tarım politikalarının sonucunda artan gıda fiyatları enflasyonunun sorumlusu olarak süpermarketlerin gösterilmesi gibi. Ya da, düzensiz göç sorunun sorumlusu olarak iktidar değil de sürecin bizzat mağduru olan sığınmacıların gösterilmesinde olduğu gibi…

Bir sokak röportajında Erdoğan’a oy verdiğini söyleyen bir vatandaş ” En büyük zenginliğimiz hastanelerimiz. Hastanedeki görevliyi bile dövüyorlar şu anda, öyle baskı yapıyoruz yani” diyebilir oldu. Bu şekilde hedef haline getirilen, günah keçisi işlevi gören sağlıkçılar sistematikleşen şiddet karşısında savunmasız bırakılırdı. Bu açıdan bakınca sağlık çalışanlarına artan şiddetin sebebi, daha da anlaşılır hale gelmiyor mu?

HUSUMETTEN BESLENEN İKTİDAR SİYASETİ
Aslında bu ülkede yaşanan tüm sorunlar birbiri ile doğrudan ilintili ve hepsi de iktidarın tercihlerinin çeşitli sonuçları olarak karşımıza çıkıyor. Ekonomik, sosyal ve kültürel sınıflar arasındaki ayrımların keskinleştirilmesiyle seçmen tabanlarını konsolide ederek iktidarlarını bugüne kadar yürütebildiler. Siyasal iktidar sonuçta tam bir iktisadi bir çöküş içine girdi.

AKP’nin sosyo-kültürel ve siyasal alt yapısını Cumhuriyet ve laiklik karşıtı İslamcı dünya görüşleri oluşturduğundan, ‘batı tipi seküler aydın’ tipolojisine hep mesafeli oldular. Alt sınıfların seküler orta sınıfa düşmanlaştırılmasından siyasal fayda umdular. Bu sebepten, okumuş, yazmış, kentli, meslek sahibi insanlardan oluşan orta sınıfa karşı, yıllardır sürdürdükleri düşmanlığı gitgide daha da şiddetlendiriliyorlar. En yoksullaştırdıkları alt kesimlerin desteğini alacak şekilde bir husumeti yaratıp beslediler ve bunu sürekli kışkırtıyorlar.

Aslında biliyoruz ki mesele sadece doktorlar ile ilgili değildir. İktidarın bu ülkede kendisini medeni dünyanın parçası gören, zihinleri ve vicdanları hala bağımsız tüm ‘okumuşlara’ duyduğu hazımsızlık ve öfke bilinmektedir. Bu öfkelerinin en önemli sebebi; dik duran bu kesimleri, popülist siyasetlerinin önünde engel olarak görmelerindendir.

SINIFLARARASI ÇATIŞMA NEDEN KIŞKIRTILIYOR?
Kimlik ve kültür çatışmalarının yanı sıra sınıfsal kutuplaştırmayı keskinleştirerek kavgaya dönüştürmek istiyorlar. “Beyaz Türkler” dediklerine karşı alt sınıfları kışkırtmak, böylece bu orta sınıfı iktisadi ve kültürel yönlerden tasfiye etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

İktidar sınıfsal, ekonomik ve kültürel ayrımcılığı pekiştirirken en üsttekilerin sınıfsal ayrıcalıklarını kollamaya devam ediyor. Ancak siyasal tabanını oluşturan en alttakileri ortadakilere düşman etmeye çalışıyor. Bu en alttakilere orta sınıfı göstererek; “bunlar okudu çabaladı bir yerlere geldi, ama aslında okumak çok bir şey ifade etmiyor ve gerek de yok. Siz de onlar gibi daha refah içinde yaşamak istiyorsanız bana biat etmeye ve oy vermeye devam edin. Ben de sizleri onlarla aynı sosyo ekonomik statüye taşıyacağım.” diyor.

Yukarıda bahsettiğimiz kindar imam ve benzerleri de tam bunu yapmaya çalışıyor. Camide öyle uluorta atıp tutarken, kendisini dinleyenlerin duygu ve tepkilerini manipüle ederken çok rahat görünüyor. Bu açıktan kışkırtıcılığının özgüvenini, ‘yukarının’ kendisini anlayacağından emin olmaktan alıyor.

(Bu ülkede demokrasi ve hukuku savunmanın suç, Hizbullah terör örgütünü ve cinayetlerini savunmanın ‘fikir özgürlüğü’ sayıldığını yaşayarak deneyimledi çünkü.)

Çalışanların temel hak ve özgürlüklerinden çok sadece aldığı hizmete bakan insanlar, güvenli ve nitelikli sağlık hakkı için eylem yapan doktorlara düşmanlaştırılıyor. Sadece bunlara bakınca bile bu hekim cinayetinin rastlantı sayılamayacağı, hazırlanmış bir politik sürecin yarattığı ve beklenen bir sonuç olduğu görülmüyor mu?

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }