Bu yazıyı yazmadan yapamazdım.
Geçen hafta yeni Taksim Meydanı tasarımları üzerine televizyonda izlediğim programda3 Aralık 2013’te Murat Özgür’ün yayımladığı sanatçılar arasında büyük yankı bulmuş « Hala Rönesansa Girememiş Olmamızın Nedeni Olan 54 Heykel » başlıklı haber anıldı. Heykeltıraşlara hak vermemek elde değil. Nedeni de çok basit.
Güzel yurdumuzun güzel beldelerine kilden alçıdan bakırdan polyesterden çirkin nesnelerin heykel anlayışıyla konması. 54üne de birkaç kez baktıktan sonragözüme en masum görünen Beypazarı şehir meydanındaki dev havuç oldu. Rönesansa giremeyişimizde günahı neydi peki? Tamam sanat eserinin sınırı olamaz ama neden orada ? Hepsi merasimle açılmış.
Havuç Beypazarının kimliğini simgeliyor. Heykel diye koyanlar onda hangi ruhu gördü ? Beypazarı’nın havuç beldesi olduğunun dışında ne gösteriyor ? İçerdiği bir fikir, anıt gibi dikilmesine yol açan özgün bir düşünce aranabilir mi ?Halkın iç dünyasını, dünyayı yorumluyor mu ? İnsancı, çevreci, eleştirici olmak derdi var mı ?
Rastlantı mıdır nedir yine geçtiğimiz hafta news.artnet.com sitesinde Sarah Cascone Londra’da yankı uyandıran sanat haberini yayımladı. Güzel Sanatlar Okulu Goldsmiths Art School’un master öğrencilerinden Rafael Pérez Evans Yüksek Lisans derecesi için Grounding [Topraklanma] adlı eserini gerçekleştirmiş. Fransız çiftçilerin isyanlarından esinlenerek kırmızı tırı okulun avlusuna sokmuş, protesto niteliklitoprağın içinden bir ürünü 31ton ağırlığında 240 bin havucu ortaya dökmüş. Eserin yerkürenin enerjisiyle, toprağın sağaltıcı etkisiyle birleşmeye çağrı olduğunu açıklıyor. Kentliler mutfak dolaplarına koydukları ürünlerin nasıl ve hangi koşullarda yetiştiğinin farkına varmalı diyor. Eserin yerleşme anlarını fotoğraflamış, videoya da kaydetmiş.
Grounding [Topraklanma]’ya anlam vermek için köklere bakmalı. Aile İspanyol çiftçisi. Evans çocukluğunda Fransız çiftçilerin protesto taktiği olan çöp yığını anlamındaki dumping eylemlerinin etkisinde. Karşı çıkma, itiraz, uyarı demek olan sözcüğü burada halk arasında "damping" diye çarşı pazarda dükkân önünde ucuz mal yığınları olarak biliyoruz. Fransa’da dumping’ler çiftçinin emeğinin görmezden gelindiğine dikkat çekmek, ambalajlı ürünlerin fiyatlarını protesto amacıyla yapılıyor. Kasalarla havuç patates anayollara dökülerek trafik engelleniyor.
Hükümetlerin, uluslararası ticaretin gücünü anladığını söyleyen Evans’ı etkileyen işte bu. Pusulasını köy kültürüne, çevreci yaşama, tarıma çevirmekle topraktan, bitkilerden, gıdalardan kopmayan farklı ilişki yolları bulacağına inanıyor.
Öte yandan eseri olumsuz eleştiren çok.
Times of London gazetesinden George Greenwood Twitter’de «havuç muamması» diyerek ulusal çapta tartışmaya yol açmış. Kolejin kimi öğrencileri İnstagram’da «inanılmaz derecede savurgan sanat eseri» demişler. Londra’nın yoksul ilçesi Lewisham’daki kolejin avlusuna tonlarca havucun boşaltılması duyarsızlık ötesi görülmüş.
Sanat eseri sanatçının özgün duygu, heyecan, hayal gücü ve yeteneklerini yansıtır. İzleyende çağrışımlar uyandırır. Duygu düşünce ve hayal dünyasını geliştirir. Sanatçıyla malzeme arasında estetik ilişki vardır. Dünyaya ilişkin düşüncelerini süzgecinden geçirerek yansıtır. Eseri öznel, biricik, özgün, ölçülüdür. Yereldir, evrenseldir. Ve önemli olan ötesinde izleyiciye ne göstermek istediği ne algılanması gerektiğidir.
Evans’ın eserini ünlendiren değer kazandıran gazeteciyle öğrenciler. Hükümet politikalarını, uluslararası ticareti hedef alan, toprağın zenginliklerine, iyileştirici enerjisine, çiftçinin çöp kadar değer verilmeyen hatta yok sayılan emeğine dikkat çeken master tezi kitleleri düşünmeye, havuç muammasını çözmeye çağırıyor. İnsanlığı gecikmeden doğanın geleceğine farklı perspektiflerden bakmaya zorluyor.
Rastladığım bir tümce sanırım Evans’ın havuçlarıyla Beypazarı havuç heykeli arasındaki farkı açık, çarpıcı dille göstermekte: «Aynı heykeltıraş tarafından yapılabilecek bir “nazar boncuğu” ile “düşünen adam” heykeli arasındaki farkı kendime anlatabilmeme olanak sağlıyor (fiziksel boyutlarına ve harcanan emeğe takılmayın)» diye yazmış blogunda Meren.
Rönesansa girmemizi engelleyen nesneleranlaşılan beldelere heykel değil nazar değmesin diye konmuş.
Esen kalın.