HASAN

Aralık 2020’de Toplumsal Yayıncılık’tan çıkan Ali Avcu’nun Hasan adlı romanı hızla tükendi. İkinci baskısı satılıyor şimdi.

"12 Eylül1980 Amerikancı askeri darbesi" dönemindeki haksız yere suçlamalar, askeri hapishaneler, siyasi suçlulara yapılan işkenceler, devrimcilere uygulanan yıldırma ve teslim alma politikaları, çırılçıplak yapılan kayıt alma işlemleri var romanda. Emniyet Müdürlüğünde 15 gün hücreye kapatılmış, işkence görmüş, savcılığa sevk edilirken tokatla imzalatılmış tutanakta eşyalarını geri aldığı yazacak yerde "kurulu anayasal düzeni değiştirmek için çeşitli faaliyetlerde bulunduğu ve Emniyet’te örgüt tavrı olarak ifade vermeyi reddettiği" yazılı, "tehlikeli adam" sayılan Hasan var romanda.

Şişli Motor Meslek Lisesi mezunu, Bomonti Çorap Fabrikası işçisi Hasan. Fakirlikten alamadığı üniversite eğitimini suçsuz yere 5 yıl yatacağı Bayrampaşa Sağmalcılar Cezaevi’nde şair Adnan Yücel’in "Ateşin ve Güneşin Çocukları" dediği devrimcilerden alır.

1980 Dönemi kuşkusuz birçok eserin konusuydu. İyi de Hasan neden bu kadar ilgiyle okunuyor? Belgesel roman mı? Otobiyografik mi? Edebi değeri için neler söylenebilir? Tüm soruları şöyle yanıtlayacağım: Kanımca Hasan’ı ilginç yapan çağımızın gözde romanları tarzında yazılmış olması.

Okura bildiklerini hissettiriyor, yaşatıyor. Sempati uyandırıyor, empati kuruyor, okurun metnin içinde kendini bulmasını, görmesini, tanımasını sağlıyor. Diyorum ki; siyasi sistemlerden zihni bedeni yorgun düşmüş, hayattan bıkmış, umudu kalmamış bugünün okurunun, bugünün yazarından beklediği anda kurulan iletişim.

İnsan kendini doğrudan konunun içinde buluyor. Duyduklarını, gördüklerini, yaşadıklarını, tanık olduklarını gazeteci yazarın kaleminden okuyor ve etkileniyor. Duymuştum, görmüştüm, bunu yaşadım diyor. Karşısında kendini anlayan, dinleyen, yaşamını paylaşan benzerini buluyor. Hasan alışıldığı gibi arada bir nefes aldıracak bölümler halinde değil ama baştan sona ara vermeksizin okunabiliyor.

BEN 278 SAYFAYI 3 GECEDE 6-7 SAATTE BİTİRDİM
Çünkü Hasan; mesela Marmaray’da, mesela Üsküdar Eminönü, Karaköy ya da Beşiktaş vapurunda karşılaştığım vatandaş. Atatürk Havalimanına giderken metroda görürüm. Otogar istasyonunda iner, Sivas’a otobüs bileti alır. Alibey Köy’de yaşar. Pazar günleri biricik aşkı, sevgili eşi Fatma, 3 yaşındaki kızı Güldane, 6 yaşındaki oğlu Ahmet’le elinde sıcak simit torbasıyla metroya biner, ailesini Taksim’e gezmeye hava almaya götürür. İstanbul sokaklarında rastlarsınız; yorgun ama onurludur. Aldığı maaşla ailesini zar zor geçindirir. Bomonti Çorap Fabrikası’nda patronun espiyonu Kadir Usta’nın emirleri hakaretleri altındadır. Mesaileri ödenmeyen çaresiz vatandaştır.

HASAN DEĞERLİ GERÇEK İNSANDIR
O nedenle üzüldüm, öfkelendim, acı çektim okurken. İnsanlığın görünmeyen bilinmeyen vahşi yüzünü tanıdım. Utandım ve Hasan’a sonuna dek hak verdim. Hayata yeniden bağlanmasını, ailesine kavuşmasını umdum.

Üstelik Irak-İran 1981-86 savaşını Bağdat’ta 5 yıl yaşamış görmüş biriyken. Televizyonda savaş sahnelerine, esirlere tanık olmuş, mahalle sokaklarında şehit çadırları arasında dolaşmış, roketlerin korkunç patlamalarıyla uykudan uyanmış, yanan kentin dumanlarını izlemiş, her gün bir başka roketin atılmasını beklemiş, ölüm endişesi yaşamış biriyken etkilendim Hasan’dan.

İftirayla hizaya getirme politikası izleyen fabrika patronlarının, espiyon ustaların parmak ucunda oynattığı; polisin, jandarmanın; hükmetmekten zevk alan gardiyanların çaresiz bıraktığı aldatılmış, ağır çalışma koşulları altında ezilmiş ama sevgiyi, dostluğu yüreğinde saklayabilmiş temiz halk çocuğudur Hasan.

Hasan’lar suçsuz yere atıldıkları cezaevlerinden çıktıklarında ölüden farksızdır. Gerçek suçları olmadığı, hırsızlık yapmadıkları, adam öldürmedikleri halde hapse girdikleri için ölüdürler.

Suçsuz olduklarını haykırdıkları, itiraf edecekleri bir şey olmadığı, "kurulu anayasal düzeni değiştirmek" suçundan hapsedildikleri için ölüp çıkarlar. Zihinlerinde artık ne evin ne yurdun anlamı kalır.

Büyük sözcüklerin: Yaşamanın, özgür olmanın anlamı onlar için artık "cezaevinin kapısı önünde, yerle gök arasında, hiçbir şeyin kalmadığı yer" değildir de nedir peki?

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }