Söyleşi: Osman Keçeli

Sosyolog, çevirmen ve yazar Gökhan Yavuz Demir’le Kesin Döneceksiniz’i ve anlatı sanatındaki incelikleri konuştuk.

Demir, edebiyat anlayışı ve kendi yazarlık deneyimi hakkındaki sorularımızı samimiyetle yanıtladı.

'HAYATTA KALMAK İÇİN PEK ÇOK KONUDA YAZILAR YAZDIM'
>  Kesin Döneceksiniz’den sonra Ekmek Parası Yazıları ile okurlarını selamladın. Yeni kitabını yazma sürecini paylaşır mısın? Ekmek Parası Yazıları nasıl meydana geldi?

Aslında yeni bir kitap yazmadım. Üniversiteden ihracımdan beri hayatta kalmak için pek çok konuda yazılar yazdım. İki yüze yakın yazıdan bahsediyorum. Bunlar o kadar geniş bir konu yelpazesinde kaleme alınmış yazılardı ki onlarla ne yapacağımı ben de bilemiyordum. Yazarlar, kitaplar, hatta çocuk kitapları hakkında oldukları gibi çoğu kez sosyolojik analizlerimle mizahı birleştirdiğim kendi açımdan deneysel yazılardı da. Bütün bu yazıları bilgisayarımda Ekmek Parası Yazıları adlı bir klasörde topluyordum. Bir gün bu dosyadan bir kitap çıkacağını biliyordum elbette ama ne zaman ve ne şekilde çıkacağını bilemiyordum. Doğrusu bu kadar çabuk olacağını ben de hiç tahmin etmiyordum. Fakat 2021’in sonlarına doğru, o dönem Timaş’ın editörü olan genç dostum Samet Altıntaş’ın benden ısrarla bir dosya istemesiyle ben de bu klasör üzerinde daha titiz çalışmak zorunda kaldım. Evvelâ dört ana başlık altında toplam elli yazı seçtim. Çok hacimli oldu. İki cilt mi yapalım derken sonunda otuz iki yazıda karar kıldık. Ve sonra pek çok şey oldu. Nihayetinde de Ekmek Parası Yazıları 2022’nin sonlarına doğru sadık ve vefalı yayıncım Pinhan etiketiyle raflardaki yerini aldı. Bu anlamda hikâyesi olan bir kitap. Hikâyesi olan bütün kitapları sevdiğim gibi bu yeni kitabı da çok seviyorum. Umarım okurları da sever.

gökhan yavuz demir

'ÖTEKİNİN RUHUNA NÜFUZ ETMEK MECBURİYETİNDESİNİZ'
>  Edebiyatta dehanın göstergesini “ötekinin ruhuna nüfuz edebilmek” olarak ifade etmişsin. Metinlerinde ötekinin ruhuna nüfuz edebilme maksadı taşıyor musun?

Ötekinin ruhuna nüfuz edememiş bir yazı, aslında yazı mertebesine ulaşamamış bir karalamadan fazlası değildir. İster doğrudan ötekini anlatın, isterseniz kendi içinize dönün; her halükârda dışarıdaki veya içerideki bir ötekinin ruhuna nüfuz etmek ve orada tecrübe ettiğiniz şeyi herkese mal etmek mecburiyetindesiniz. Edebiyat tam da budur. Ya bunu yaparsınız ve karizmanız ve özeniniz mertebesinde edebiyat tarihinde kendinize bir yer edinirsiniz, yahut da kendinizin ve okurlarınızın vaktini boş yere zayi edersiniz. İnsan kendi küçük hikâyesinden bütün insanlığın hikâyesini çıkarmak istiyorsa hiç tanımadığı ve bilmediği hayatları da bizzat yaşamış, tecrübe etmiş kadar içeriden yazmayı bilmelidir. Bunun için de okumalı, dinlemeli, görmeli, şahitlik etmeli ve kendisine yabancı olanı dışarıda bırakmamalıdır.

Elbette benim de maksadım bu. Entelektüel donanımım, edebiyat birikimim, teorik perspektifim bunu söylüyor. Ama bu maksada ne kadar ulaşabildiğimi bilemem. Bu daha çok pratiğin içinde, yazarken öğrenilecek bir şey. Fakat nihai karar okurun. Maksadım bu, ancak bu maksadın hasıl olup olamadığına karar verecek olan okur.

'KENDİ YAZDIKLARIMDA MİZAHIN YERİ NEDİR BİLMİYORUM'
> Kesin Döneceksiniz’de ince bir mizah kokusunu almıştım. Apaçık bir alaydan ziyade dürtükleyen ve düşündürmek üzere inceden ipucu veren bir eleştiri gibiydi. Gökhan Yavuz Demir yazınında mizahın yerini nedir?

Kesin Döneceksiniz’de bir mizah kokusu yahut tadı olduğunu başkaları, bilhassa da Eskişehir’deki bir söyleşide Ertuğrul Uzun ile Kasım Akbaş söyledi. Hatta o söyleşide dayanamayıp ikisine birden “Ciddi misiniz?” diye sordum. Çünkü o kitapta ben hiç mizahî bir hususiyet göremiyorum. Hatta hem yazarı hem de okuru olarak. Fakat insan bir süre sonra metniyle ilgili okurlarının söylediklerine inanmaya başlıyor, yahut da o söylenenlerden o kadar etkileniyor ki belki de inanmak istiyor. Yani kısacası o kitapta mizahî bir tını olduğuna beni sonunda inandırdınız. Fakat hâlâ kendi yazdıklarımda mizahın yeri nedir bilmiyorum. Belki bir gün biri çıkıp onu da anlatır.

Elbette mizahı seviyorum. Metinlerine keskin bir mizah, ince bir alay, zekice bir ironi yerleştiren yazarlara hayranım. Belki ben de öyle yazmak istediğim için olsa gerek, bazı okurlarım öyle yazdığımı söylediklerinde onlara hemen inanmaya çok teşneyim. Ah, keşke!

Mizahı seviyorum. Gündelik hayatı göğüsleyebilecek bir espri anlayışım olmasa hayatta kalamazdım. Eşimi, dostlarımı güldürmeyi, onlarla şakalaşmayı seviyorum. Kendimle, kendi dangalaklıklarımla dalga geçmeye bayılıyorum. Fakat yazarken kendimi lüzumundan fazla ciddi, kavgacı ve sert buluyorum. Belki bütün bunlar da yazılarıma sirayet ediyordur, bilemem. Sanki yazarken, yaşarken olduğumdan daha karanlık biriyim. Bu sebeple size inanmak istiyorum. Umarım haklısınızdır, umarım hakikaten yazdıklarımda ince bir mizah kokusu vardır. Doğrusu bu beni mutlu eder. Fakat size ne kadar inanmak istesem de söylediklerinize bir türlü aklım yatmıyor.

'HAYAT DA ÇOĞU KEZ ACI, HUZURSUZ VE MERHAMETSİZDİR'
>  Kesin Döneceksiniz acı, huzursuz ve merhametsiz bir hikâyeydi. Öyle bitti ki hikâye boyunca devam eden rahatsızlık hâli son bulmadı. Fakat ironik biçimde beni tatmin etti. Tatmin edici bir iç soğutmayı nihai adalete tercih etmenin sebebi ne?

Hayat da çoğu kez acı, huzursuz ve merhametsizdir. Hatta bazen düpedüz saçma bile olabilir. Refik Çavuş’un hayatının, benim hayatımın, belki sizin hayatlarınızın olduğu gibi. Bütün bunların içinde her türlü ruh hâli, duygu durumu, inişler ve çıkışlar bir arada bulunabilir. Tek bir şey hariç: nihaî adalet. Sizin ve belki başka okurların içini soğutan, tatmin eden şey bir hesaplaşmanın yaşanması değil. Çünkü böyle bir şey yok. Aslında Refik Çavuş günün sonunda, günün başında olduğu yerden çok da uzakta değil. Tek bir farkla ama. Refik Çavuş günün sonunda artık özgür biri. İşte okurun içini soğutan da bu “özgürleşme.” Bence Kesin Döneceksiniz’in merkezî temasını tam da bu “özgürleşme,” veya İngilizcede “emancipation” denilen şey teşkil ediyor. Yoksa ben de en az Refik Çavuş kadar nihaî adalete inanmıyorum. Fakat insanın kendi yaşadıklarından, yaşamaya maruz bırakıldıklarından, hatta kendi yanılgıları ve tercihlerinden özgürleşebilmesini çok önemsiyorum. Tercih benim değil de Refik Çavuş’undu. Fakat bu tercihinden ötürü ona saygı duyuyorum.

>  Ümitli hikâyeler okumaya alışkınız. Kahramanın başına ne gelirse gelsin işlerin bir noktada düzeleceğini düşünürüz. Sanırım kahramanlarla özdeşlik kurma sebebimiz de bu olabilir. Hayatta başımıza ne gelirse gelsin; birgün işleri yoluna koyacağımızı ve huzurlu günlere uyanacağımızı düşünürüz. Yazarlar da bunu –belki de bu aldatmacayı- vadetmeyi pek severler. Sen bu tür yazarlardan ayrılıyorsun. Gerçekliği kafamıza Cervantes’in kitabı gibi indirişinin içinde yaşadığın dönemsel politik atmosferle ilgisi var mı? Yoksa bunların hepsi senin edebiyat anlayışınla mı ilgili?

Sanırım daha çok hayat anlayışımla ilgili. Elbette edebiyat anlayışım da hayatı kavrayışımdan bağımsız değil. İçinde yaşadığımız politik atmosfer de bir şekilde kuşkusuz hem hayatıma hem de edebiyatıma sirayet ediyor. İşleri bir gün yoluna koyacağımıza dair bir inancımız veya umudumuz olabilir ama bunun işlerin bir gün yoluna girip girmeyeceğine çok da etkisi olmayabilir.

İşler yoluna girebilir de girmeyebilir de. Aslolan işler yolunda gitmezken bile insanın kendi varoluşunu gerçekleştirmeyi becerip becerememesidir. Eğer yazmak için işlerin yoluna girmesini bekleselerdi, ne Marx, ne Cervantes, ne de başka bir hayranı olduğumuz yazar yazma fırsatı bulamayabilirlerdi. Bence Refik Çavuş’un en büyük yanılgısı da budur. Hayat ne kadar kontrolden çıkarsa çıksın, ki bence hayatın daimi hususiyetidir bu, insan bir biçimde yaşamaya kendi imkânlarını zorlayarak devam etmeyi bilmeli. Belki hikâyenin sonunda Refik Çavuş da bunu öğrenmiştir. Çünkü bir an gelir fırtınalar diner, güneş yine çıkar ve politik atmosfer de yeni bir çalkantıya kadar durulur; mesele o gün geldiğinde ne yapacağınız değil, o güne kadar ne yaptığınızdır. Bence edebiyat dünden bugüne bize hep bunu anlatır.

'BEN ASLINDA OTOBİYOGRAFİK BİR ROMAN YAZMAK İSTEMEDİM'
>  Refik Çavuş’la arandaki kurgusal perdenin çok ince olduğunu düşündüm. Yanılıyor muyum?

Sanırım yanılmıyorsunuz. Ben aslında otobiyografik bir roman yazmak istemedim. Ama yaşadıklarım, şahit olduklarım, okuduklarım, dinlediklerim beni böyle bir karakter yaratmaya yöneltti. Üstelik kendi beğenilerimi, umutsuzluklarımı Refik Çavuş’a vermekten de hiç çekinmedim. Büyük ölçüde bu sebeple okur Refik Çavuş’u ben olarak okumayı tercih ediyor. Bundan da şikâyet edemem artık. Çünkü okurun elini kuvvetlendirecek bütün kozları da bizzat kendim verdim. Belki başlarken Refik Çavuş ile aramdaki kurgu perdesinin çok ince olmadığını düşünüyordum ama bugün geldiğimiz noktada sanırım o kurgu perdesi benim öngördüğümden çok daha ince. Ama bu durum bir yazar olarak beni rahatsız etmiyor.

>  Metinlerinde başka yazarlara sıkça referans veriyorsun. Kalemini beğendiğin 3 yazarı paylaşır mısın?

Evet bir yazar olarak ben, o sıkça referansa verdiğim sevdiğim yazarların toplamından ibaretim belki de. Kalemini, tarzını, tekniğini, birikimini, yaklaşımını sevdiğim pek çok yazar var. O kalabalık yazarlarım cemaatinden üç isim paylaşmama yönelik talebinizi çok zalimce buluyorum. Ama yine de deneyeyim. Türk edebiyatından beğendiğim üç kalem tartışmasız Refik Halid Karay, Çetin Altan ve Refik Erduran’dır. Sorunuzu dünya ölçeğinde düşünürsem kuşkusuz Hemingway, Marquez ve Kundera’yı sayarım. Fakat bu listedeki yazar sayısını ona, yirmiye çıkarmak da mümkün.

 > Yazmaya devam edeceğini biliyoruz. Önümüzdeki süreçte senin kaleminden ne tür hikâyeler okuyacağız?

Yazıyorum ve yazacağım da. Fakat kurgu yazmak çok yoğun bir konsantrasyon ve devamlılık istiyor. Gündelik denemeler veya eleştiriler yazmak benim için çok daha kolay. Sanırım bir müddet daha benim için kolay olanı yapmaya devam edeceğim. En azından köyde kurduğum bu yeni hayat tam mânâsıyla oturana ve ideal çalışma düzenimi kurana dek. Ondan sonra elbette sürprizlerim olacak. Halen vakit buldukça üzerinde çalıştığım üç kurgu ve bir anlatı dosyam var. Fakat önce neredeyse bir buçuk sene evvel bitirdiğim bir tercümeyi son okumasını bitirip baskıya göndereceğim. İlk onu okuyacaksınız. Sonrası benim için de meçhul. O dört dosyadan evvelâ hangisi biterse artık.