Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 21 Ağustos'ta, “Fatih sondaj gemisi, Karadeniz Ereğli'nin 175 km kuzeybatısında, Tuna-1 bölgesinde 320 milyar metreküplük bir doğalgaz yatağı buldu” müjdesi ülkede gündeme oturdu. Ancak “müjde”nin içeriği üç gün önce tüm iç ve dış kamuoyunca öğrenilmişti ve bu müjdeli açıklamada hayli kuşkulu yönler görüldü. Anlaşılan o ki bu siyasal iletişim kampanyasından beklenen fayda pek de hasıl olamadı.
Açıklama öncesi (kamu bankalarının döviz satışları ile) bir miktar düşmüş olan döviz kurları tekrar eski seviyesine hızla döndü, borsa düştü. Ardından uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye'nin kredi notunu durağandan negatife çevirdi. Kısacası piyasalar “müjde”yi ümitlenmeye ve dikkate pek değer bulmadı.
Fatih sondaj gemisi Mayıs 2020’de yola çıkmıştı. Türkiye, Bulgaristan ve Romanya karasularının kesiştiği noktada bulunan ve Romanya'nın 2012'de doğalgaz bulduğu Neptün sahası yakınlarında yer alan Tuna-1 kuyusunda Temmuz 2020’de araştırmaya başladı ve dünyada eşi görülmemiş bir hızla, 1 ayda doğal gaz rezervlerine ulaşıldığı bildirildi.
DAMAT BAKANIN YIPRANAN İMAJINA CİLA
Varsa bir başarı öncelikle mevcut Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ve ekibinindir. Ancak, yapılan töreni baştan sona izlediğimde damat Berat Albayrak’ın öne çıkartılmasını dikkat çekici buldum. Albayrak 2015-2018 yılları arasında Enerji bakanlığını yürüttü, 10 Temmuz 2018'den beri ise hazine ve maliye bakanı, yani enerji bakanlığı çalışmaları ile ilgili yetki ve sorumluluğa sahip değil.
Döviz kurlarının tarihi zirvelere ulaştığı ve ekonomi yönetiminin hezimetinin iyice görünür hale geldiği bu dönemde bakan Albayrak’ın imajı hayli yıpranmıştı. “Millete müjde” formunda yürütülen bu siyasal halkla ilişkiler ve propaganda çalışması ile (daha önce kamuoyunun adını pek bilmediği) enerji Bakanı Fatih dönmez yerine bakan Albayrak’ın adı öne çıkartıldı, törende konuşma yaptırıldı. Böylece damadın toplum nezdinde yıpranan imajına bir cila yapılmak istendiği anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, bu siyasal iletişim ve reklam çalışması tabana hem ‘Erdoğan’dan ümit kesmeyin’ mesajı, hem de ‘imajı oldukça zedeli damat bakanı kurtarma operasyonu’ formunda yürütüldü.
ACELE REZERV AÇIKLANMASININ BİLİMSEL DEĞERİ SORGULANIYOR
Gazeteci Aytunç Erkin bulunan gaz konusunu Petrol Mühendisleri Odası Enerji Politikaları Çalışma Grubu Başkanı Necdet Pamir'le konuşmuş, hoca şu bilgileri vermiş:
* “Henüz sondajı sürmekte olan bir kuyunun çok yetersiz verileri üzerinden, yerli ve uluslararası medyaya yansıtılan demeç ve yorumlarla bilimsel olmayan açıklamaların yapılması, ülke yararına değil.”
* “Tuna 1 kuyusu, Fatih Derin Su Sondaj gemisi tarafından halen delinmekte. Enerji Bakanı'nın açıklamaları ile de teyit edildiği gibi, ‘hedef seviyeye 1000 metreye yakın mesafe var'. Tek bir kuyu (tamamlansa bile) üzerinden, acele rezerv açıklanmasının bilimsel bir değeri yoktur.”
* “Bir rezervuarı tanımlayacak yeterli sayıda kuyu açılmadan, bu kuyularda uzun süreli akış testleri yapmadan, rezervuar itki mekanizmaları belirlenmeden, rezerv hesabında kullanılacak çok sayıda parametreyi belirleyecek basınç-hacim-ısı testleri yapılmadan açıklanan rezerv miktarları tamamen spekülatif, kaba varsayımlardır ve kamuoyunda yanıltıcı etki yaratmaktadır.”
BU KAÇINCI MÜJDE?
Gazeteci Deniz Zeyrek üşenmemiş saymış ve yazmış; “2003'ten beri değişik bakanlar ve Başbakan en az 30 kez Anadolu'nun değişik yerlerinde ya da denizlerde 'petrol' ya da 'doğalgaz' bulunduğuna dair bilgiler paylaşmış. Bazı haberlerde 'Türkiye'nin 40 yıllık ihtiyacını karşılayacak kadar' ifadesi dahi kullanılmış. İnşallah son 18 yılda yapılan onlarca 'petrol bulundu', 'doğalgaz bulundu' haberlerinin aksine bu kez bu müjde gerçek çıkar” diyor.
Sosyal medyada “sıkıştıkça gaz çıkartıyorlar” türünden mizahi paylaşımların yaygınlaşmasına rağmen, son “gaz müjdesi”nin gerçeği yansıtmasını toplum olarak çok arzu ediyoruz.
Tüm kuşkulu beyanlara rağmen, Karadeniz'de bahsedilen doğalgaz rezervlerinin tamamen doğru olduğu varsayılsa, hatta çok çok daha fazlasını bulmuş ve çıkartır hale gelmiş olsak, ülkemiz huzura ve refaha kavuşur mu? Bu sorunun yanıtını biraz tartışmakta yarar görüyorum.
YERALTI ENERJİ KAYNAKLARI HALKI MUTLU EDİYOR MU?
Ülkemizin doğal yeraltı enerji kaynakları bakımından yoksul olması hep şanssızlık olarak görülmüştür. Petrol ve gaz yeraltı kaynakları zengin bir ülke olsaydık, şu anda olduğumuzdan çok daha kalkınmış, gelişmiş, müreffeh ve mutlu bir ülke olur muyduk? İşte bu konularda çok ciddi kaygılar var.
Bugün dünya ülkeleri içinde bu doğal kaynaklar yönünden çok zengin olan, başta Ortadoğu ülkelerine baktığımızda hiç de imrenilecek yaşamlar görmüyoruz. Bu doğal zenginliklerin ülke halklarını mutlu ve müreffeh yaşam seviyesine taşımalarının hiç de garantili olmadığını görüyoruz. Çoğu İslam olan bu ülkelerde yöneticiler ve dar bir ekonomik elit sınıf dışında halkın yoksulluk, eğitimsizlik kıskacında çağ dışı bir yaşam sürdürdükleri biliniyor. İran, Suriye, Irak, Azerbaycan, Türkmenistan, Venezuella, Suudi Arabistan, Nijerya, Kazakistan, Libya, Cezayir bu kapsamda ilk akla gelen ülkeler.
Ülkemizde bazı kesimlerde olduğu gibi İslamcı kesimlerde de yaygın bir inanç vardır. Bu inanca göre “aslında ülkemiz yeraltı enerji kaynakları bakımından oldukça zengindir, ancak bunların çıkartılıp işlenmesi egemen güçler tarafından engellenmektedir” denilmektedir. Hiçbir bilimsel ve rasyonel temeli olmayan bu inanca sahip kesimler son “müjde” üzerine oldukça fazla heyecana kapıldılar, “işte bakın, biz demiyor muyduk!” diyebilmenin keyfine kuşku ile bakanlara aşırı tepki gösterdiler. Sözü edilen rezerv tam doğru ise (iddia edildiği gibi 2023’de değil) minimum 5-7 yıl sonra çıkartılmaya başlanacak olması, ancak 5-6 yıl süre ile ülke ihtiyacını sağlayacak olması gibi detayları hatırlatanlara derhal “vatan haini” damgaları vuruldu.
RANTİYER DEVLET SİSTEMLERİ
Sahip oldukları doğal kaynak rezervlerinin yüksekliği nedeniyle enerji merkezli bir ekonomik yapıya sahip (ya da mahkûm) ülkelerde devlet-toplum-piyasa ilişkileri literatürde “rantiyer devlet sistemi” olarak adlandırılıyor. Bu kavram günümüzde doğal kaynaklardan yüksek rant geliri elde eden Ortadoğulu ve diğer ülkeler için kullanılıyor. Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi üyesi olan Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Umman bu ülkeler arasında sayılıyor.
Bu Ortadoğu ülkelerinde politik katılımcılık, ifade ve örgütlenme hürriyeti ile diğer temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve etkin yargı sistemi gibi evrensel hukuki değerler yok. Bu ülkelerde patrimonyal yönetimler mevcut, yani iktidarlar babadan oğla geçiyor. Toplum otoriteyi temsil eden figürün etrafında toplanıyor ve halk kendisini otoriteye ait sayıyor.
Bu ülkelerde hükümdar mutlak otorite sahibidir, devlet memuru yasalara değil hükümdara bağlıdır. Devlet yönetimi demokratik denetime tamamen kapalı, ekonomik ilişkiler ve rant dağıtımı tümüyle yolsuzluk üzerinden yürütülüyor. Geniş kesimlerin temel ihtiyaçları ise asgari seviyede karşılanarak şükür temelinden koşulsuz biatleri sağlanıyor.
RANTİYER DEVLET SİSTEMLERİNDE MEŞRUİYET
Devlet gelirlerini yeraltı enerji kaynaklarından sağlayan ülkeler, vatandaşın vergi gelirlerine hiç ya da daha az ihtiyaç duydukları için, halkın yönetime katılımına ve meşruiyetlerinin onayına pek gerek görmüyorlar. Devletle toplum arasında vergiden kaynaklanan bir hesap verme bağı oluşmadığı için devlet denetlenemiyor ve böylece daha otoriter oluyorlar. Devlet rant gelirleri üzerinden toplumdan bağımsız hareket ediyor; böylece yolsuzluk, israf ve savurganlık yüksek seviyelerde oluyor.
Türkiye’de vergi sistemi hiçbir zaman teorideki ideal prensiplere uygun olarak işlemediği için, devletle toplum arasındaki vergi temelli hesap verebilir iktidar anlayışı tam oturmadı. Ancak, (bugün müjdelenen ölçülerde değil ama) çok daha büyük yeraltı enerji kaynakları ülkemizde devlet tarafından çıkartılabilseydi, asgari demokratik denetim olanakları bile kalmayabilirdi. Zaten iyice gücünü yitirmiş ve sandık demokrasisi düzeyine gelmiş bu sistemi bile mumla arar hale gelebilirdi toplum.
'GAZ' İLE NİTELİKLİ KALKINMA MÜMKÜN MÜ?
Dünyada yaşananlar gösteriyor ki, devlet ile halk arasındaki vergi verme ve karşılığında hesap sorma ilişkisi zayıfladıkça otoriterleşmenin kurumsallaşması artıyor. Yüksek sosyal transfer harcamaları sayesinde devletin “dağıtıcı” niteliği arttıkça, halkın hesap sorma ve yönetenlerin meşruiyetlerini sorgulama kapasitesi gitgide azalacaktır. Böylece, ekonomik verimliliğin artması ve topyekûn kalkınma için gerekli olan nitelikli eğitime ihtiyaç iyice azalacak, toplumun çok daha geniş kesimleri inanç temelli paradigmalar üzerinden daha kolay yönetilebilecektir.
Bu sebeplerden; Türkiye gibi şeffaflıktan, hukuktan ve demokrasiden uzaklaşıp otoriter yönetime hızla evrilen yönetimlerde çok zengin doğal enerji kaynaklarının ülkenin geleceğine olası etkilerine bir de bu yönden bakmak yararlı olacaktır. Bu bakış açısı ile doğal yeraltı enerji kaynaklarımızın körfez Arap ülkeleri düzeyinde olmamasını şans olarak görenler de olabilir.
Zengin doğal enerji kaynakları ile kurulan rantiyer devlet sistemi bugün bizi yönetenlerin rüyalarını, herkesten çok daha fazla süslüyor olabilir. Ancak günümüzü ve geleceğimizi kurtaracak olan gerçekliği kuşkulu "gaz müjdeleri" değil, ülkenin sürdürülebilir ve nitelikli kalkınmasıdır. Toplumsal, bilimsel, kültürel ve ekonomik, yani topyekûn kalkınma ise ancak laik, bilimsel, evrensel nitelikte eğitim sistemi ve hukuk ile mümkün olacaktır. Zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklar ancak bu amaca hizmet ettiği ölçüde değerlidir, değilse despotik iktidarların güç kaynağıdır.