Ocak ayının 2. haftasında Prof. Ümit Özdağ’ın onursal başkanı olduğu “21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü” bir panel düzenledi. “Türkiye’de Tarikat-Cemaat Yapılanması ve Tehditler” konulu panelde eğitim yöneticisi Pro. Esergül Balcı, tarikatların adım adım milli eğitimi ele geçirdiğine ilişkin bir sunu yaptı.
Prof. Balcı, 9 Eylül Ünüversitesi emekli öğretim üyesidir. Tarikatlarla ilgili araştırma yapması nedeniyle sorgulanıp baskılandığı için emekli olmuş gerçek bir aydındır.
Türkiye’de “dindar ve kindar nesil” yetiştirildiğine dikkat çeken Balcı; 130 tarikat silsilesinin yaklaşık 2.600.00 yurttaşı kontrol ettiğini belirtti. Okul öncesi okullar ve aileden uzak öğrencilerin gereksinim duyduğu yurtlar aracılığıyla tarikat ve cemaatların eğitimde etkin olduklarını vurguladı. Tevhidi Tedrisat’ın dini eğitim yoluyla parçalandığına dikkat çekti.
Tarikat ve cemaat, din algısında birleştirici ve kaynaştırıcı bir dil yerine kin ve nefret aşılayan bir dil kullandığını, bunun getirdiği tehlikeye vurgu yaptı. Bu yüzden dinin hem tarikat ve cemaat oyuncağı haline geldiğini ve hem de bu yapıların şeffaf olmamasının servetlerine servet katmalarına yol açtığını ifade etti. Dini algıyla aklın dışlandığını, tek tipçi ve baskıcı kişilikler oluşturulduğunun altını çizdi (nitekim “Amen” ve “sübyan” sistemi yaygınlaştırılmıştır).
Gazeteci Saygı Öztürk’ün de “Menzil: Bir Tarikatın İki Yüzü” başlıklı sunuda bulunduğu panelde, ilahiyatçı Prof. Sönmez Kutlu da ruhpanlaşmaya gidildiğine ilişkin sunuş yaptı: “Dindarlık veya dini temsil adına ruhbanlık yapılıyor. Oysa hiçbir tarikat veya cemaat din değildir. Peygamber zamanında kurumlaşmış olan İslam’ın değerleri aşındırılıyor…” dedi. Devamla; hurafe, rivayet, ilham, keramet ve rüya ile yönlendirme yapıldığını, kontrol sağlandığını; dinin oyuncağa çevrildiğini belirtti.
Gerçek din bilginlerinin üzüntülerine neden olan günümüzdeki din algısı; profesyonel siyaset ve ticaret adamlarının dini bir çıkar ideolojisi haline getirmelerinin sonucudur. Sosyo kültürel ve ekonomik gelişkinlik sağlamış modern toplumlarda öz güven yüksek olduğu için laik ve demokratik algı özümsenir.
Laik olmak, kişinin kendisinden şüphe etmemek halidir. Çünkü din veya maneviyatın kişisel ve dünyevi işlerden ayrı bir öznellik olduğu bilinç ve özgürlüğünü gösterir. Her birey, özgürlük sınırının bir diğer kişi özgürlüğü ve saygınlığı olduğunun farkındalığıdır.
Dini inanç, insanların bir arada ve birlikte yaşamak, mal ve can güvenliği sağlayacak bir gücün (organizasyonun) gerekliliğini kabul ettiren etkendir. İnsanlık, modern eğitim olanaklarının bulunmadığı süreçte din olgusunu aparat olarak kullanmıştır. Ama bir ideoloji olarak kullanılmaya başlandığından itibaren; birleştirici olmaktan çıkmış. Ayrıştırıcı ve vuruşturucu bir unsur özelliğine bürünmüştedür.
“cihat” ve “kindar-dindar” olgularla din; birleştirici ve kaynaştırıcı olmaktan uzaklaştırılmıştır. Bu yüzden laik ilkeye düşmanlık bilenmekte, teokratik yapı özendirilmektedir.
Dinin bir ideoloji olarak kullanıldığının tipik örneği; “Şark Meselesi” adlı eserimizle incelenmiştir. Batılılar; doğunun zenginliklerine ve ticaret yollarına egemen olmak amacıyla sürdürdüğü kavgada, dini ideoloji yapıştırıcı olarak kullanmıştır. Nitekim “Şark” ile “Garp” cepheleşmesi; Doğu Roma İmparatorluğu döneminde “hilal” ve “salip” vuruşması halinde sürmüştür.
Keza; aynı etnik köken ve aynı din mensubu olmalarına rağmen Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti birer mezhebi ideoloji ederek üstünlük kavgasına girişmişlerdir.
Günümüz Türkiye’sinde ise; tarikat ve cemaat ideolojileriyle yurttaş ve dindaş ötekileştirilmesi; iktidara tırmanmanın manivelası yapılıyor. Bu nedenle laik anlayışa, demokratik cumhuriyete saldırıyor. Cehalet kutsanarak biat kültürüyle ümmet var edilmeğe çalışılıyor! Akıl dışlanarak hurafe, keramet. ve kadercilik aşılanıyor. Şeyhlik bağlamında sürdürülen siyasi liderlik ile kendileri için sarayi, yoksullar için “bir lokma bir hırka” yaşam layık görülüyor.
Bir kadim örnek de; Yahudiliğin teo stratejisidir: Babil Kralı Nebukadnezar, Yahuda Krallığını yıkmış; Kudüs’ü yerle bir etmiş, erkek nüfusu kırmış, kadın ve çocukları Babil’e sürgün etmiş. Fakat sürgündeki Yahudiler (diaspora); Siyon’a dönebilme özlemini Musevilik ile kutsal bir olguya dönüştürmüştür.
Bu strateji, dinin siyasi amacı gerçekleştirmede ideoloji yapıldığının ilk örneğidir.
Son örneği de; Süleymaniye’deki Cef aşireti mensubu müderris Mevlana Halidi’nin geliştirdiği ve Barzaniler ile Türkiye’deki anti laiklerin kullandığı teo stratejidir. Nitekim Mevlana Halidi Bağdadi Nakşibendi tarikatı, kendine bağlı cemaatlar ile dallanıp budaklanarak, “biat kültürü” ve “cahil feraseti” ile siyasi ve ticari iktidara tutunmuş; dışındaki herkesi “düşman” niteleyip ötekileştirmiştir.
Rahmetli Prof. Yaşar N. Öztürk’ün deyimiyle, samimi dindarlar “Allah ile aldatılmıştır.”
İKTİDARIN KURTARCISI OLAN “VİRÜS”
Türkiye siyaseti, birçok konuda duvara tosladı. Saltanatcı ulemanın her derde şifa fetvaları kurtarıcı olmadı. Ne mutfak ve pazarlardaki yangın söndürüldü. Ne işsizler ordusu küçültüldü. Ne can simidi gibi ortaya atılan “Kanal İstanbul” geleceğe bir umut oldu. Üstelik İdlib’den peş peşe şehitler gelmeye devam etti. Moskova’da yüzsuyu dökmekle elde edilen “ateşkes” bile iktidarın başındaki karabasanları gideremeye yetmedi.
Çin’in Huan’ından ortaya çıkan “korona” virüsü; Önasya ve Avrupa’dan denizler aşarak Amerika’ya ulaştığı halde; kuvetli “nefesler” yüzünden bir türlü Türkiye’ye giriş yapamıyordu. Şehitler nedeniyle ayağa kalkan kamuoyu; sığınmacıların sınırlara sevkiyle oyalanıyordu.
BM, Dünya Bankası ve AB’nin “korona” ile mücadele için 100 milyon dolara varan yardım yapılacağının açıklandığı günün son saatinde, Sağlık Bakanı Türkiye’de bir “vakka” tespit edildiğini açıklayıverdi. Halkın iki ay direnmesini önerdi.
Korona virüsü, iktidara kurtarıcı can simidi oluyordu.
Partili Cumhurbaşkanı; milletin direnişiyle virüsün alt edileceğini açıkladı.
Dini bütün halkımız marketlere saldırarak rafları boşaltırken; dindar esnafımız her mamulün fiyatını on katına kadar arttırdı. Maske fiyatları tavan yaptı.
Böylece korona salgınına karşı direniş geliştirildi!
Tranmp’ın “tewet” ve mektuplarından şerbetli halkımız, Putin’in kronometreli bekletişini olağan görmeye başladı.
Enflasyon, işsizlik, Kanal İstanbul, şehitler vb konular gündemden düşüverdi.
Birkişi yönetimi; demokratik şeffaflık segileyerek (!); yolsuzluklar üzerine yürüyen gerçek gazetecileri içeri tıkamaya devem etti. Saray adaletinin tahliye ederek yargıladığı gazeteci Hırant Dink’in katili, otomobili içinde susturuldu!
Bu yüzden geleceğin aydınlık olacağına ilişkin umutlarımız büyüyor!