“İyiliğin bir nihayeti vardır ama kötülüğün yoktur. Duygularını öldürmekle başlar önce bir katil, sonra vicdanını. Kendinden başlar öldürmeye yani. Sonra bir böcek, sonra kuş, sonra kedi, sonra köpek, sonra insan, sonra birçok insan öldürür. Büyük, küçük, kadın, çocuk, bebek fark etmez. Daha da kötüsü olamaz dersiniz ama hep olur. ‘8 yaşında çocuğa kıyılır mı’ derken, 2 yaşında bebeğe tecavüz edilir. Yeni doğan bebekler sırf ailelerinden para çalmak için öldürülür. Kötülüğün nihayeti yoktur.” diyor yazar Elif Gökçe Aras Medyascope’taki yazısında.
Geçtiğimiz günlerde bazı özel hastanelerde yaşanan bebek ölümleri olayı kamuoyunda çok ciddi tepkiler gördü ve konu halen sıcaklığını koruyor. Ardından, Bahçeli’nin Öcalan’a dönük Meclis’te konuşma daveti gündemin başına oturmuştu ki, TUSAŞ’ a PKK saldırısı ve beş şehit konusu gündemin başına geçti.
Para kazanma hırsının tüm insani, vicdani ve tıp etiği değerlerinin önüne geçtiğini gösteren bebek cinayetleri, sağlık sisteminin röntgeni oldu. Bu skandal, sağlığı [kâr maksimizasyonunu önceleyen] özel hastanelere devreden sistemi de tartışmaya açtı.
Bu konu “cani ruhlu, kötü niyetli kişiler her yerde var” diye geçiştirilebilecek bir mesele değil. Toplumsal çürümenin boyutlarını da ortaya seren bu skandalın, [hızlı değişen gündemlere rağmen] kamuoyunun gündeminden düşürülmemesi ve tüm boyutlarıyla açığa kavuşturulması gerekiyor.
DEVLETİN DENETİM MEKANİZMALARI YOK EDİLİNCE...
Son yaşanan Yenidoğan çetesi rezilliği; bebeklerin canları ve ailelerin çaresizliği üzerinden yürütülen, vicdansızlıkta sınır tanımayan maddi menfaat düşkünlüğü hepimizi derinden sarstı.
Bu ülkede her dönemde usulsüzlük ve yolsuzluklar oldu, ancak hiçbir dönemde bu son yıllarda olduğu kadar cesur, pervasız, örgütlü, sistemli ve böylesi ahlaksızca olmamıştı. Toplumsal yapı ve ülkenin tüm kurumları nasıl bu denli çürüdü ve kokuştu?
Bu durumlara gelmemizde çok önemli iki faktörden birisi devletin denetim mekanizmalarının yok edilmesidir. Diğer önemli faktör de; Türkiye'de suç ve ceza tanımının muğlaklaşması, eylemin suç olması için kimin tarafından işlendiğine bakılır hale gelinmesidir.
SEBEP YİNE İKİLİ HUKUK SİSTEMİ
Her olayda olduğu karşımıza ülkedeki ikili hukuk sistemi ve sonuçları çıkıyor. Türkiye'de işlenen eylemler ceza kanunlarındaki tanımlarına göre işleme tabi tutulmuyor. Objektif hukuki esaslar çerçevesinde ceza görmesi gereken kişi ve eylemler, hükümetin siyasi ikbaline risk teşkil edip etmemesi durumuna göre değerlendiriliyor, buna göre suç olarak görülüyor ya da görülmüyor.
İktidarın suç olarak gördüğü eylemler de zamana ve konjonktüre göre değişebiliyor. Bir dönemin kahramanları bir sonraki dönemde hain olabiliyor ya da tersi oluyor. Hainlerin tarafında olanlar nedamet getirip iktidar buyruğuna girince yargılanmadan aklanıp makbul insan olabiliyorlar.
Bir dönemin makbul çete lideri gözden düşüp sürgüne gönderilirken eski çete liderleri cezaevinden çıkartılıp “Devlet” katında ağırlanabiliyor, suç dünyasının tepesine kayyum olarak atanabiliyorlar. İnsanlar suç işlerken hükümetle yakın durmaları, gerekli siyasal bağlantıları kurmaları halinde bu suçun öngördüğü cezadan kaçabileceklerini çoktan öğrendiler. Velhasıl, suç ve suçluluk konusunda bu ülkede ‘devlet aklı’ son derece karışık.
Ülkede suçların ve suçluluğun anormal artmasının ve vatandaşın tümüyle güvensiz hissetmesinin temel sebebi, siyasal iktidar eliyle oluşturulan bu mekanizmadır.
'BÜROKRATİK VESAYETTEN KURTULUYORUZ' DERKEN NELER YAPTILAR?
Tüm yaptıkları hukuksuzlukların sonuçlarından kendilerini kurtarmak için icat ettikleri “Yeni Türkiye” modelinde devlet kurumları ile birlikte denetim mekanizmalarını da siyasallaştırarak işlevsiz hale getirdiler. Köklü kamu kurumlarının yönetimlerini parti memurları haline getirme operasyonlarını da topluma “bürokratik-oligarşik vesayetten kurtuluyoruz” kılıfıyla sundular.
Otokratik tek adam yönetimlerinde lider, bürokratik kadroların siyasal bağlılıklarını devletin verdiği üç kuruşluk maaşla sağlayamayacağını bilir. Bu yüzden çok fazla ayyuka çıkmaması koşulu ile kamu kaynaklarından beslenme, rüşvet, kayırma, iltimas gibi küçük(!) ayrıcalıklara sistem göz yumar. Ancak küçük iltimaslar ve tırtıklamalar bürokrasiyi ve iktidarın diğer yanaşmalarını mutlu etmeye tam yetemeyeceğinden hep daha fazlası arzulanır ve suiistimaller bazen örtülemeyecek boyutlara gelebilir.
İkili (adamına göre çalışan) hukuk sisteminin geçerli olduğu ülkemizde küçük ve orta boy suçlara göz yumulduğunu bilen iktidar paydaşları kantarın topuzunu kaçırdıklarında teker patlıyor ve radara girebiliyorlar! İktidar güdümünde olmayan, bağımsız gazeteciliğin son kalan temsilcileri bunların üzerinde gittiğinde toplum talandan haberdar olup yüksek tepki verebiliyor.
TEMİZ TOPLUMUN GÜÇLÜ KALESİ: BAĞIMSIZ MEDYA
Toplumsal tepki ve kamu vicdanının güçlü itirazı durumlarında, üzeri artık örtülemeyecek kadar kamuoyuna mal olmuş olaylarda kolluk-yargı gösterişli operasyonlarla konunun üzerine gidiyor. Böylesi durumlarda yargı sistemi işliyor gibi gösterilip toplumun gazı alınmaya çalışılıyor. (Polis katilinin çöp poşetine konup havyan taşıma aracı ile savcılığa sevki de böylesi gaz alma amaçlı şovlardan birisiydi.) Konu gündemden düştükten sonra ise eski hamam eski tas!
Bağımsız basın ve kamuoyu üzerine gitmedikçe, sistemin açıklarını ortaya koyan çoğu önemli olayların üzeri baştan kapatılıyor. Yargıya bir şekilde intikal eden olaylar ise sessiz sedasız, toplumdan kaçırılarak gelişigüzel adli süreçlerle, küçük cezalarla kapatılıp gidiyor. Sonrasında bilen bildiğini okumaya devam ediyor. Varlığını hukuksuzluk, denetlenmezlik ve hesap vermezlik üzerine kurmuş sistemin kirli çarkları böylece dönmeye devam ediyor.
İKTİDAR YÖNETİCİLERİYLE YAKINLIĞIN VERDİĞİ CÜRETKARLIK
Yenidoğan çetesinin bebekler üzerinden SGK’yı talanı ile ilgili Cimer’e yapılan bir başvuru üzerine Savcılık soruşturmayı Mart 2023’de başlatıyor. Soruşturmayı yürüten Savcı’nın çete tarafından açıktan tehdit edilmesi görüntüleri üzerine bu olay kamuoyuna mal oldu.
Çete savcıyı makamında tehdit derecesinde cüretkârlığa soyunmasaydı, bağımsız gazeteciler de konu üzerine gitmeselerdi, olay muhtemelen bu kadar ayyuka çıkmayacaktı. Toplum vicdanını derinden sarsan olay özgür medyada tüm boyutlarıyla tartışılmasaydı, devlet ve yargı birimleri konuyu belki de bu kadar ciddi ele almayacaktı. Sonuçta, suç konusu 9 özel hastane soruşturmaların başlamasından bir buçuk sene sonra kapatılmayacak, olay kamuoyu dikkatinden kaçırılan sıradan bir adli vaka olarak arşivlerde yerini alacaktı.
Bu olayda da, suçluların iktidara yakın konumlanmaktan kaynaklanan cezasızlık algısını ve pervasızlıklarını görüyoruz. Savcıya kendini çok rahat şekilde“İçişleri Bakanlığı eski müsteşarı” olarak tanıtarak tehdit eden çete üyesinin gizli kameraya yansıyan özgüveni boşuna değil. Başına bir şey gelmeyeceğinden çok emin şekilde atıp tutuyor. AKP iktidarının birçok üst düzey yöneticisi ile boy boy fotoğraflar vermiş olmanın, iktidarın gücünü arkasında hissetmenin verdiği cüret olmasa sözde ‘müsteşar’ bu kadar rahat olabilir miydi?
Çok güvensiz bir ülkede yaşıyoruz. Kurduğu siyasi yakınlıkları savcı üzerinde etki kurma aracı olarak kullanan, beklediği sonucu alamayınca da savcının vurulması için tetikçi ayarlayan çete üyeleri, sana-bana neler yapmaz, değil mi? Böylesi pervasız bir organize suç yapılanması ile SGK’yı, Kamuyu yıllardır dolandıran şebekenin siyasal bağlantılarının olmayabileceği zaten düşünülebilir mi?
'YENİDOĞAN' VAHŞETİ BÜROKRATİK VE AHLAKİ ÇÜRÜMENİN SONUCUDUR
“Yeni Türkiye”de Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tek elde toplanmasının sonucu olarak; tüm bağımsız ve/veya özerk hukuki denetim mekanizmaları ya yok edildi ya da işlevsizleştirildi. Şeffaflığa ve denetlenebilirliğe asla gelmeyen siyasi Yönetim, kendi emrindeki bürokrasinin iç denetimini de sözüm ona kendisi yapıyor. Göstermelik ve kâğıt üstünde değil, etkin şekilde denetlenmeyen tüm bürokratik sistemlerde kamu kaynaklarının talanı ve yolsuzlukların artması beklenen, kaçınılmaz bir sonuçtur.
Bugünlerde karşımıza “Yenidoğan çetesi” olarak ortaya çıkan, ülkede çürüme ve yozlaşmanın vardığı boyutları bir kez daha ortaya koyan örgütlü vahşet; denetlenmeyen bürokrasinin ve sistemin çürümesinin basit bir yansımasıdır. Bu olay sadece sağlık sistemini değil, onun da içinde olduğu yürütme erkini denetleyecek herhangi bir hukuki kurumun bırakılmaması, var olanların da [tümüyle siyasallaştırılarak] işlevsiz hale getirilmesi sonucu oluştu.
Sözün özü; eski sistem de kusursuz değildi, ancak “bürokratik vesayet” dedikleri adli-idari denetim sistemi ile birlikte devlet refleksleri de tümüyle yok edilince, işte bu rezillikler yaşanıyor.