Cumhuriyet ilkelerine karşı bir Cumhuriyet kurumu: Diyanet

Bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhuriyet’in temel ilkelerine açıktan ve kökten karşı tarikatlarla neredeyse tam bir uyum içinde olduğunu tüm uygulamaları ve beyanları ile ortaya koyuyor. Diyanet Başkanlık Müşaviri Zeki Sayar Diyanet TV’de tarikatların çok önemli hizmetler gördüğünü, tarikatın başındaki kişilerin ilim, irfan sahibi olduğunu, İslam’ın genel ilkelerini müritlerine öğrettiğini savunuyor. Bu şahıs “Kadınlar yalnız yolculuk edebilir mi?” sorusuna ise, “Genel hükme göre, hanımefendilerin, eğer yanlarında oğlu, kocası gibi bir mahremi yoksa İslami ölçülere göre 90 kilometre ve daha fazla bir sefer mesafesine yalnız gitmeleri caiz, uygun değil” yanıtını veriyor.

“Halen laik anayasa ile yönetilen Türkiye’nin anayasal kurumu Diyanet kadın erkek ayrımcılığını, kadınları hakir ve noksan gören bu bakış açısını nasıl bu kadar rahat ifade edebiliyor” diye şaşırıyor insanlar. Ancak bu gibi keskin dini açıklamalara ve uygulamalara karşı gösterilen tepkiler, genelde kişilere yönelik oluyor. Bu yorumların esası olan inanca, yani meselenin temeline ilişkin eleştiri getirmek dinin eleştirisi olarak görüleceğinden, konu beyanların sahibi etrafında tartışılmaya açılıyor. Sorunu kişilere indirgeyerek “yüce dinimiz böyle emrediyor olamaz” temelli yaklaşımlar ne ölçüde gerçekçi acaba?

GÜNLÜK YAŞAM PRATİKLERİNİN DİNİ ÇERÇEVEDE SINIRLANMASI NEREYE VARIR?
Aslında asıl sorun, günlük yaşam pratikleri ile ilgili Diyanet’e ve tarikat önderlerine soru sormakla başlamıyor mu? Bu kurum ve kuruluşlar bu sorulara nasıl cevap verecekler? Tabii ki ellerindeki İslami kaynaklara ve fıkha göre! Bu kaynaklar “İslam’a göre kadınlarla erkekler arasında fark yoktur, hepsi de istediği gibi yaşar ve gezer” şeklindeki yorumlara izin veriyor da alimler mi gerçekleri tahrif ediyor acaba? Ellerindeki tüm literatür ve ulemanın genel görüşü, kadının tek başına 90 kilometreden uzun bir mesafeye gidemeyeceği, bunun haram olduğu şeklinde ise sorunun muhatabı ne yanıt verecek? Din alimleri kendilerine sorulduğunda “böyle şeyler yok, İslam’a göre kadın ve erkekler eşittir” mi desinler?

İnançlı insanlar öyle arzulasalar da, dinin tüm emirlerine uygun yaşam günümüzde pek de uygulanabilir olmayabiliyor. İslam’a göre örneğin kadınlar mirastan yarım pay alıyor, iki kadının şahitliği bir erkeğe eşit sayılıyor. İnançlarına uygun yaşam pratiklerine özen gösteren dindar kadınlar bu nas’ları tam kabul edip buna göre yaşıyorlar mı? Ailelerinden kalan mirastan kendi paylarına düşenin sadece yarısını mı alıyorlar. Ya da 90 km’den uzak bir yere gitme konusunda ulemanın talimatına mı uyuyorlar? Bildiğimiz kadarı ile hiç de böyle olmuyor. Oysa kanunların İslam'a göre uygulandığı ülkelerde durum işte böyledir. Bu sebeple örneğin İran'da kadınlar kocalarından izin almadan pasaport alamıyorlar.

Dini hükümlerin yasa olarak uygulandığı ülkelerde insanlar hak ve özgürlük mücadelesini boşuna vermiyorlar. Şu günlerde İran’da insanlar, bizdeki tarikatların ve siyasal İslamcıların arzuladığı yasal dayatmalardan kurtulmak için sokaklarda ve idam sehpalarında can veriyorlar.

DİYANET: YILBAŞI KUTLAMASI CAİZ DEĞİL
Sosyal ve kamusal hayatlarını İslam'a göre düzenlenmek isteyenler ülkemizde gayet rahat şekilde bu arzularını yaşıyorlar. Ama bu kazanımlar onları kesmiyor ve tüm toplum zorla aynı prensiplere göre yaşasın istiyorlar, asıl sıkıntı işte burada! Çünkü bu insanların evrensel hukuk, insan hakları, eşitlik ve özgürlük gibi kazanımlarla ilgili hiçbir sıkıntıları olmadığı gibi, diğer insanların böyle beklentilerinin olmasını anlayamıyorlar.

Tarikatların, toplumsal yaşamın inanç eksenli düzenlenmesi konusundaki arzu ve talepleri kendi içinde anlaşılabilir bir durumdur. İşin vahimi, devletin Diyanet kurumunun da bu tür taleplerin hayata geçirilmesine önemli katkılar sunuyor olmasıdır.

Yeni yıla girerken Diyanet son Cuma Hutbesinde; “bir Müslümanın yılbaşı gecesi için özel yemek ve eğlenceler hazırlayarak Hristiyanların örf ve geleneklerini taklit etmesi uygun (caiz) değildir. ‘Kim herhangi bir gruba benzeşirse o da onlardandır.' (Ebu Davûd, Libas 4) hadisinde de belirtildiği gibi, Hristiyanlar'ın adetlerine uyum sağlamak ve onlara benzeşmek, İslam dininde yasaklanmıştır,” diyerek noktayı koyuyor.

Bu anlayışa göre ülkemizde insanların çok büyük kısmı dün gece 2023’e günahkar olarak giriş yaptı! Çünkü en azından TV kanallarında yılbaşı gecesi için hazırlanan müzikli eğlence programlarını ailece izlediler, gece saat 24.00 olduğunda insanlar birbirlerine iyi seneler dilediler.

'DİNİMİZ KOLAYLIK DİNİDİR' DİYEN DİN ADAMLARI HANGİ DİNDEN
Diyanet kurumunda önceleri İslam kolaylık dinidir” genel yaklaşımında olan din insanlarının görüşleri etkiliydi. Bu ekoldeki (Yaşar Nuri Öztürk benzeri) alimlerin inanç ve çağdaş yaşam pratikleri arasında değişen koşullara göre uyum ve uzlaşma kurma çabaları toplumda karşılığın buluyordu. Geleneksel Türk tipi Müslümanlığının ne inanç ile ne de seküler yaşam ile bir derdi yoktu. Bu insanlar ramazanda orucunu tutar, kurbanını keser, dini günlerini kutlar ama yeri geldiğinde de içkisini içerdi. “Yılbaşında eğlenmek günah mı?” sorusu akıllarına bile gelmezdi, ki çoğunluk hala böyle yaşamaya devam ediyor.

Toplumun büyük çoğunluğu inancı ve sosyal yaşamı arasındaki seküler dengeyi zaten kurmaktadır. Ancak tarikatlar (ve uzun süredir Diyanet) bu tarz ortalama Türk insanının seküler yaşam alışkanlıklarına karşı sert bir mücadeleye girmiş durumdalar. Bunlar, “diğerlerine zarar vermedikçe ve zorlamadıkça bırakın isteyen istediği gibi inansın ve yaşasın” diyebilecek seviyede bile insani ve demokratik hoşgörüye sahip değiller.

İKTİDAR TOPLUMUN İNANCIYLA NEDEN BU KADAR İLGİLİ?
Asıl sorulması gereken soru şudur; “Bir iktidar toplumun topyekun kendi anlayışları çerçevesinde inançlı olmasına neden bu kadar çabalar? Toplumu irite eden dini içerikli tüm açıklama ve fetvaların asıl sebebi nedir?”

İslami camia kökenli sosyolog yazar Dr. Mücahit Bilici’nin din ve devlet üzerine fikir açıcı yaklaşımları var. Bu yazarın mealen aktardığım şu tespitleri konuya ışık tutuyor. “(…)Hıristiyanlıkta kilise (ruhban) devletin sahibi iken, Sünni İslam’da devlet dinin sahibi olmuştur. Yani ortodoks İslam’da ruhban devlettir. Devlet ve ulema dini şekillendirir, kitleleri Din ile güder, yönetir. Sünni İslam’ın temelinde, kültüründe Devlet’e, ulu’l-emr’e tabi olmak vardır. Emeviler’den beri dinin devlete teslim olmasının kurumsallaşmış hali Sünni İslam’dır. Sünni İslam’da Din kendi başına (inananla Tanrı arasına) bırakılamayacak kadar önemlidir. Bizdeki Diyanet Kurumu devlet ile din ilişkisinin kaçınılmaz sonucu olarak böyle ortaya çıkmıştır. (…)” diyor.

Din Devletin ve inancın mutlak otoritesine sorgusuz itaat ister. Dinin (tüm ideolojiler gibi) elde etmek istediği ve paylaşmaya razı olmadığı şey “mutlak iktidar ve egemenlik”tir. Dinin siyaset tarafından ideolojik bir aygıt haline getirilmesi yolunda Diyanetin cansiperane çabasının sebebi işte bu mutlak egemenlik arzusundandır.

Sünni İslam’ın Devlet ile el ele verdiğinde ideolojik olarak her zaman totaliter olduğu görülmüştür. Öngördükleri düzende tüm yaşam pratiklerinin bu fetvalara göre düzenlenmesi arzulanır. Hak talebi bilincinin yaygınlık kazanması, teolojik otoritenin giderek yok olması demektir. Demokrasi ve bireysel özgürlükler temelli taleplere bu sebeplerden hem Devlet hem de din tarafından asla müsamaha gösterilemez. Bu yüzden bu millete Din’i gerekirse zorla öğretilir. Bunun için tarikatların ve cemaatlerin önü açılır, devlet yönetiminde Diyanet iyice öne çıkartılır ve tüm sosyal yaşam inanç ekseninde düzenlenmeye çalışılır. Bu sebeplerden, elimizde kalan son hak ve özgürlüklerin kararlı şekilde savunusu daha da önem kazanmaktadır.

Tüm okurlarıma barış içinde, huzurlu ve mutlu bir 2023 yılı dilerim.

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }