Son haftalarda yaşadığımız Covid-19 virüs paniği, ülkede yaşanan tüm ciddi hayati meseleleri gündemden tamamen düşürdü, unutturdu. Suriye’deki açmaz durum devam ediyor, varılan mutabakatın sonuçları, Rusya lehine kabul edilen geri adımlar konuşulmuyor bile.
İktidarın mültecileri Yunanistan sınırına yığması sonrasında önemli kısmının tekrar otobüslerle İstanbul’a taşınması haber bile olamıyor. Erdoğan’ın ‘mültecileri salma kartı’nı oynadıktan sonra Avrupa’da gelişen durumlar ve Erdoğan’a karşı takınılan uluslararası tutum konuşulmuyor. Mülteciler gündemiyle 10 Mart’ta Brüksel'e gidip AB Konseyi ve AB Komisyonu başkanlarıyla görüşen Erdoğan’ın beklediği ilgiyi göremediği yazıldı ve söylendi. Brüksel’de neler yaşandığı ve Erdoğan’ın planlanan ortak basın toplantısına katılmadan aynı gün apar topar neden döndüğü konuşulamadı.
Kapımızdaki büyük İstanbul depremi riski sanki yok oldu. Akıllara ziyan Kanal İstanbul projesi ve kanal çevresinin (proje dursa bile) imara açılması sürecinin sürdüğü gerçekleri hiç konuşulmuyor. Ülkede yoksulluk, yolsuzluk, hukuksuzluk vb. gibi sorunlar sanki bitti!
VAKA TESPİTİ YOKSA VİRÜS DE YOK!
Bugüne kadar ülkede yaşanan hemen tüm sorunların temel sebepleri iktidarın politik tercihlerinden kaynaklanıyordu. Devleti yönetenlerin enerjilerini sürekli bu sorunlar ve sonuçları ile boğuşmaya harcamasına alışmıştık. Şimdiki büyük sorunun kaynağı bizi yönetenlerin tercihleri değil de küresel pandemik bir virüs olunca, yöneticilerimizi daha rahat ve özgüvenli gördük.
Corona virüs belası tüm Avrupa’ya yayılmışken bizde vaka tespiti olmazsa, belki 2020 turizm gelirleri beklenenin üstünde olabilir, bu da zorda olan ekonomiyi (ve iktidarı) oldukça rahatlatabilirdi. Fakat bu aşırı iyimserliğin gerçekçi olamayacağı kısa sürede anlaşıldı. Gerçeğin erkenden kabulü ekonominin daha erken etkilenmesi ve zaten sıkıntıda olan mali tablolara külfetin daha erken yansıması olacaktı. Muhtemelen bu sebeplerden, başlarda işler biraz ağırdan alındı. Yurt dışından gelenlere (umreden ilk dönen 16 bin vatandaş dâhil) karantina zorunluluğu getirmek yerine ‘evinizde kendinizi 14 gün karantinaya alın’ tavsiyeleri verilmekle yetinildi.
DEVLET BU KEZ SÜRECİ İYİ Mİ YÜRÜTTÜ?
Ülkemizin küresel pandemiden etkilenmesinin kaçınılmaz olacağı biliniyordu. Kamuoyu adına devlet yetkililerine soru sormaya çekinen basın mensupları karşılarında uzun süredir ilk kez düzenli bilgilendirmeler yapan ve ‘azarlamayan’ bir Bakan gördüler. Sorunun kaynağı bu sefer kendileri görülmeyince devlet daha rahattı. Sağlık Bakanı’nın ilk vakayı açıklama zamanlaması ve aktardığı vaka sayıları kuşku ile karşılansa da, kamuoyu karşısına düzenli çıkarak “devlet bu sefer bir süreci iyi yürüttü” izlenimi vermeyi başardılar.
2 hafta önce Dünya Bankası 12 milyar dolarlık, ardından IMF Başkanı 50 milyar dolarlık corona virüs ile mücadele eden ülkeler için kaynak ayırdıklarını, önceliğin yoksul ve risk altındaki ülkeler olduğunu açıkladılar. “Bizde vaka yok” açıklamaları bir gece yarısı “hiç olmayacağı anlamına gelmez”e döndü, ertesi gün (11 Mart) Sağlık Bakanı ilk vakayı açıkladı. İlk ölüm vakası ise 17 Mart gecesi açıklandı.
Türk Tabipleri Birliği Başkanı Sinan Adıyaman yaptığı basın toplantısında Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı günlük resmi vaka sayıları konusunda "TTB’nin her yerde kolları var. Bizim aldığımız duyumlar hasta sayısının daha fazla olduğu yönünde. Sağlık Bakanlığı’na şunu söylüyoruz: Gelin krizi beraber yönetelim” dedi, dikkate alınmadı.
İLK VAKANIN GEÇ GÖRÜLMESİ ALINAN TEDBİRLERDEN Mİ?
İktidarımız her türlü sorunda algı yönetimini ve iletişimi çok önemsemiştir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı zaten bunun için kurulmuştur ve önemli sorunlar ile ilgili toplumun yönlendirilmesi bu birim koordinesinde yürütülmektedir.
Sağlık Bakanlığı Corona Virüsü konusunda bir Kamu Spotu videosu yayınladı. Bu videoda “Türkiye salgının ilk günlerinden itibaren aldığı önlemlerle uzun süre bu tablonun dışında kalmaya başardı…” deniliyor. Dünyadaki salgın tablosunun dışında kalmak için “ilk günlerinden itibaren alınan önlemler” sayesinde virüsün ülkeye girmesi uzun süre önlenmişmiş! Sadece sağlık Bakanlığı bünyesinde bulunan akredite laboratuarlarda yeterli sayıda test yapılmazsa vaka tespiti de olmazdı tabi ki! Toplam yapılan test sayıları devlet sırrı gibi saklandı. Test ve tespit yapılmayıp “ülkemizde virüs yok” demek dışında, ne yapılarak virüsün uzun süre ülkeye gelmesinin önlenmiş olduğu kamu spotunda açıklanmadı.
ERDOĞAN BİR HAFTA NEDEN ORTAYA ÇIKMADI?
Toplumlarının çok sık karşılarına çıkmadıkları bilinen Merkel ve Macron başta olmak üzere, dünyada birçok devlet ve hükümet başkanları kamuoylarını bilgilendirme ihtiyacı duydular. Her gün en az bir iki yerde konuşma yapmasına alışık olduğumuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplumun çok sıkıntılı günlerinde bir süre ortalarda görülmemesi örneklerinden birisi daha yaşandı. Erdoğan bu son bir haftada kameralar karşısına çıkmayınca sosyal medyada “toplum böylesi tedirgin ve merakta iken Hatay Valisi neden ortada yok?” türünden esprili paylaşımlar yoğunlaştı.
Toplum bir ölçüde yatıştıktan, heyecanlar dindikten ve somut sonuçlar kanıksandıktan sonra Erdoğan’ın çıkıp açıklama yapma tercihinin, planlı bir tutum olduğu anlaşılıyor. En küçük olumlu gelişmelerin ballandırılarak tüm ekranlarda saatlerce döndürülmesi, beş kilometrelik bir otobanın bile büyük devlet törenleri ile açılması kanıksandı. Toplum sadece olumlu sunulan gelişmelerde değil, kitlesel sorunların yaşandığı dönemlerde de devletin tepesinin görünür ve güven verir tutumda olmasını arzu ediyor. Sadece olumlu varsayılan gelişmelerin köpürtülerek üstlenilmesi ve abartılı şekilde yansıtılması değil, kitlesel travmaların da tepedekiler tarafında paylaşıldığı hissinin verilmesi çok önemli. Son olarak geçen ay 33 İdlib şehidi vakasında da topluma aynı hüsran yaşatılmıştı.
HARARİ: BU SALGIN TOTALİTER REJİMLERİ GÜÇLENDİREBİLİR
Sapiens ve Homedeus gibi popüler kitapların yazarı İsrailli tarihçi Profesör Yuval Noah Harari CNN İnternational’e yaptığı yorumlar dikkate değer: “Bunun gibi global bir epidemiyi yaklaşık 100 yıldır görmedik. Koronavirüs salgını totaliter rejimleri güçlendirebilir” diyor.
Bizim devletimizin hak ve özgürlüklerin sınırlanması için corona bahanesine pek ihtiyacı yok aslında. İktidarımız “beka meselesi, savaş ve terör” gerekçeleri ile demokratik hakları istediğince sınırlamada sıkıntı yaşamıyordu zaten, ama fazla bahane göz çıkarmaz tabi! Örneğin geçtiğimiz günlerde apaçık hukuksuzca gazeteciler Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel tutukladılar, mahkeme kararına ihtiyaç duymadan Odatv haber sitesini kapattılar.
Corona virüse karşı mücadelede alınan ilk tedbirlerden birisi de yine, bu salgın ile ilgili haber ve paylaşımlara savcılık soruşturması açılması oldu. 83 milyonluk ülkede her dönemde temelsiz, asılsız üç-beş haber ve bilgi paylaşımları olmuştur ve olacaktır. Ama tüm olumsuz toplumsal gelişmelerde devletin ilk refleksinin haber ve sosyal medya avcılığına çıkması “beklenen bir gelişme” haline gelmemeli. Yazıdan-çiziden bu kadar korkmak, bu kadar ani ve sert refleksler göstermek bir iktidarın zayıflığını, özgüvensizliğini ve her seferinde gözümüzün içine soktuğu “gücünün” sağlamlığından kendisinin de emin olmadığını gösterir sadece.
“Krizlerden fırsatlar yaratma” konusunda deneyimli iktidarımız, corona virüs sebebiyle (bir süreliğine) diğer tüm sorunların üstünün örtülmesini değerlendirmek isteyebilir, ama bunun pahası ağır olacaktır. Ekonomik hayatı durma noktasına getirme riski taşıyan (haklı) tedbirlerin öyle bir-iki haftada bitmesi maalesef mümkün olmayacak gibi görünmektedir. Dünyada yaşananlara bakılacak olursa galiba (ve malesef) işin henüz başındayız.