Türkler, İslam’ı kabul etmeden önce şu çok güzel iki niteliğe sahiptiler: Akılcılık ve kadına saygı.
Peki, nasıl oldu da Orhun kitabelerinin kanıtladığı uygarlığın yaratıcısı olan Türkler; 1071 Malazgirt Savaşı’nın ardından dalga dalga Anadolu'ya geldikten ve İslam’ı benimsedikten sonra hem “akılcılığını” hem de “kadına değer verme” özelliklerini yitirip ilkelleşmiştir?
Değerli Dostlar,
Türkler İslam’la karşılaştıklarında, beyinlerine, birbirleriyle çelişen, çoğu Allah’a, Hz. Muhammed’e ve Kuran’a hakaretler içeren uydurma hadisler ve sünnetler boca edildi!
Daha sonra muskalar, üfürükler, büyüler, sihirler, gaipten haber vermeler, kurşun dökmeler, fal bakmalar, Müslümanlığı kabul etmiş Türklerin beyinlerini çöplüğe dönüştürdüler!
İslam dinine aykırıdır diyen yobaz din adamları, matbaayı Anadolu’ya sokmadı.
Gök bilimciliğinde gözlem ve deney merkezi olan rasathaneyi, ‘meleklerin bacaklarının gözetlendiği yer’ olarak tanımlayan yobaz din adamları, Osmanlı padişahına yıktırdılar!
1809 yılında veba salgını İstanbul’u kırıp geçiriyordu. Dinci yobazlar, vebanın salgın bir hastalık olmadığını, çünkü peygamberin hadislerinde bunun böyle yazıldığı ve bu nedenle sağlık önlemleri almanın İslam’a aykırı düşeceğini ilan ettiler. Hastalığa yakalanmak istemeyen padişah, İstanbul’dan Edirne’deki sarayına kaçtı, kullarını vebayla baş başa bıraktı. Osmanlı hükümetindeki dinci yobazlar bununla da kalmadı, vebanın sorumluluğunu Galata ve Kasımpaşa’daki hanlarda yaşayan “fahişelere” yükledi, bu zavallı kadınları toplattı, odalarını mühürletti, vebanın kol gezdiği sokaklara attı…
Değerli Dostlar;
Peki, Türklere uydurma dinin kabul ettiren yobazlar başarılı oldular mı, Hıristiyan Avrupa ile baş edebilecek konuma gelebildiler mi?
Bu sorunun cevabını, 6 Ekim 2014 tarihinde, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez şöyle verdi:
“Allah, Müslümanlara temizlik alışkanlığı edindirmek için abdesti farz kıldı ama hâlâ İslam âlemi temizliğin ne olduğunu, suyu kullanmayı bile bilmiyor”
Değerli Dostlar,
Günümüzde, İlahiyat fakültelerindeki akademisyenler, uydurma hadisleri, uydurma sünnetleri çocuklarımıza ders olarak öğreterek, Türklerin, içine yuvarlandıkları pislikten çıkmasını engellemeye çalışmaktadırlar.
Peki, Hadisçilerden hesap sormayacak mıyız?
Değerli Dostlar,
Günümüz Türkiye’si kadına yönelik şiddette, 36 ülke arasında BİRİNCİDİR.
Ocak 2011-Ağustos 2017 sürecinde Türkiye’de 2 BİN 6 YÜZ 36 kadın cinayeti işlenmiştir.
Diyarbakır’da Kuran Kursu’ndan çıktıktan sonra kaybolan ve cesedi 18 gün sonra dereyatağında çuval içinde bulunan 8 yaşındaki Narin Güran’ın ölümüne ilişkin soruşturmada aralarında anne, ağabey ve amcanın da bulunduğu 12 zanlı tutuklandı.
Türkiye Narin olayı ile çalkalanırken bir kötü haber de Tekirdağ’dan geldi.
Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde, 2 yaşındaki kız çocuğu Sıla cinsel saldırıya uğramıştı. Hastaneye kaldırılan Sıla otuz gün sonra öldü.
Olayla ilgili annenin de aralarında olduğu beş şüpheli tutuklandı.
Narin’in ardından böylesine korkunç bir haber daha gelince sormamız gerekmez mi, bu millet, o millet mi?
Eğer bu millet, o millet değilse. O millet bu duruma nasıl geldi?
Bu olaydan etkilenen araştırmacı gazeteci Murat Ağırel, Adalet Bakanlığı verilerini incelemiş... İşte ulaştığı, yüzümüze tokat gibi inen gerçekler..
Cumhuriyet başsavcılıklarında soruşturma evresine gelen dosya sayısına göre “cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlara” dair dosya sayısı 187 bin 336. Bu dosyalardaki şüpheli sayısı 200 bin 611. Bu verinin çocuklarla ilgili ayrıntıları şöyle:
“Çocukların cinsel istismarı” ile ilgili dosya sayısı 66 bin 138. Bu dosyalardaki şüpheli sayısı 69 bin 773 kişi!
Peki, bu dosyaların kaçı mahkemelere yansımış?
Çocukların cinsel istismarı ile ilgili 66 bin 138 dosyanın 31 bin 216 tanesine dava açılmış. Görülen davalarda 6 bin 656 dosyada mahkûmiyet kararı çıkmış ve 7 bin 88 kişi ceza almış.
Peki, nasıl oldu da Türk Milleti böyle bir “bataklığa battı?
Değerli Dostlar,
Oğuz Türkleri, yani “O MİLLET” Anadolu’ya ayak batıkları 1071 yılından 1918 yılına kadar,geçen sürede 500 yıldan fazl bazı güç odaklarının sürekli düşmanlığıyla karşı karşıya kaldı. İşte şimdi, o düşmanlara kısaca bakalım.
MEVLANA’NIN TÜRK DÜŞMANLIĞI (1207-1272, Konya)
21 yaşında Konya’ya gelen, Türkçe bilmeyen Mevlana’nın Farsça iki şiir kitabı vardır: Mesnevi ve Divanı Kebir.
Mevlana’nın Türkler hakkında yazdıkları:
- “Oğuz Türkleri kaba, çirkin, bayağı bir varlıktır.”
- “Oğuz Türkleri kindar, kan dökücü, işkenceyi seven insanlardır.”
- “Türk güçlü kuvvetlidir ama akılsız ve kan dökücüdür.”
Mevlana Türk düşmanı olduğu gibi, erkek sevgilisi Şems ile birlikte kadın düşmanıydılar!
OSMANLI’NIN TÜRK DÜŞMANLIĞI (1453-1918)
- Osmanlı Devleti’ni kuran, Türklerdir. Osmanlı’nın 36 padişahından ilk ikisinin anaları, babaları ve de eşleri Türk’tür. Diğerlerinin anaları ve çiftleştikleri kadınlar Avrupalı Hristiyan ve Yahudi KÖLELERDİR. Osmanlı bunlara “cariye” adını takmıştır. Osmanlı Haremindeki kadınların tümü bu cariyelerdir. Hareme asla tek bir Türk kadın alınmamıştır.
- Osmanlı, Türklere Anadolu’da okul AÇMAMIŞTIR, öğretmen VERMEMİŞTİR, Türkçe kitap VERMEMİŞTİR, Türkçee gazete VERMEMİŞTİR, hastalıklardan kırılan Türklere hastane AÇMAMIŞTIR, sağlık ocağı AÇMAMIŞTIR, doktor VERMEMİŞTİR, hastabakıcı VERMEMİŞTİR, eczane AÇMAMIŞTIR, ilaç VERMEMİŞTİR.
- Osmanlı, Sünni-Hanefi dışında inanç sahiplerinin tümünü “kâfir” ilan etmiştir. 40 BİN Alevi Türk’ü kılıçtan geçirmiştir.
- Osmanlı’da Türk düşmanlığı Fatih Sultan Mehmet’le başlamıştır. Öz ve üvey anneleri ve de Haremden çiftleştiği kadınların hiçbirisi Türk değildir. Son Türk sadrazam Çandarlı Hall Paşa’yı boğdurttuktan sonra Fatih, devletin yönetim kademelerindeki Türklerin hepsini kovmuş, yerine Devşirmeleri getirmiştir.
- Fatih dönemi ve sonrası yetişen şair ve yazarlar sürekli olarak Türklere hakaret içeren şiirler, yazılar yazmışlardır. İşte onlardan bazıları:
- “Türk iti şehre gelince Farisice ürer.”
- “Sakın Türk’ü insan sanma!”
- “Baban bile olsa Türk’ü öldür!”
- “Sırtını kürke, kapını Türk’e alıştırma.”
- “Etrakı bi-idrak” yani “Akılsız Türkler”
- “Pis Türkler!”
- “Türk değil mi, Merzifon eşeği. Eşek değil, köpekten de aşağı!”
Osmanlı, aynı zamanda KADIN DÜŞMANIYDI.
Yapılan nüfus sayımlarında kızlar, kadınlar SAYILMAZDI! Yani kızlar ve kadınlar insan yerine konulmazlardı!
Osmanlı’da kadın “mal” ve “köle” olarak görülürdü.
Günümüz şeriatçıları da aynı görüştedir.
Osmanlı’da köle kadınların satıldığı “Avrat Pazarları” vardı. Böyle pazarlardan brine giden bir müşteri, gözüne kestirdiği kadının ağzını açtırıp dişlerine bakar, kadının vücudunda tepeden dizlere kadar her tarafını elleriyle yoklardı. Hatta, kadının geceleri horlayıp horlamadığını anlamak için köle kadını bir geceliğine “ödünç” olarak evine götürürdü.
Osmanlı devleti köle kadın satışlarından vergi alırdı. Devletin gelirlerinin en başında köle kadın satışlarından alınmış vergiler yer alırdı…
BİR MİLLETİN YENİDEN DOĞUŞU
Ünlü İngiliiz tarihçi Lord Kinross’un “ATATÜRK” adlı kitabının alt başığı şöyledir: “Rebirth of a Nation” yani “Bir Milletin Yeniden Doğuşu”. Gerçekten de Atatürk, yüz yıllar boyu eğitimsiz ve mesleksiz bırakılmış, aşağılanmış, hakaretlere uğramış, işkence görmüş, kitlesel olarak öldürülmüş Türk milletinin, yani “O Milletin” yeniden doğuşunu geçekleştirmiştir.
Ancak bu dönem çok kısa sürmüş, Devrimci Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde ölümünden hemen sonra Türkiye’nin yönetimi önce Amerikan Mandacılarının, daha sonra da ilkel şeriatçıların eline düşmüştür!
Ve geldik bu günlere…
Değerli Dostlar,
Vatan ve Hürriyet şairi Namık Kemal şöyle sorar:
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?”
Devrimci Mustafa Kemal Atatürk, yanıt verir:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”
Mader, ana demektir. Türkler vatana, Anavatan derler.
Devrimci Atatürk, Anavatan’ı kurtarmış, “O Millete” yeniden hayat vermişti.
Değerli Dostlar,
Benim bir tek sorum var:
Bahtı kara Anavatanımızı kurtaracak, çukura batmış “Bu Milleti” bir kez daha “O Millete” dönüştürecek Türkler biraraya gelebilecekler mi?