Seçmen üzerinde denenmeyen tahrik ve kışkırtmanın kalmadığı, inanılmaz bir kampanya dönemi ardından 14 Mayıs seçimleri kazasız belasız bitti. Tüm tahriklere rağmen seçmen büyük bir olgunlukla ve barış içinde sandığa gidip oyunu kullandı. Bu demokratik olgunluk, milletin hala sandığa olan inancının kanıtıydı.
Tüm kamuoyu yoklamalarının ve beklentilerin de ötesinde Cumhur İttifakı Meclis’te salt çoğunluğu elde etti, Erdoğan Cumhurbaşkanlığını çok az farkla kaçırdı. Bu kadarını muhtemelen kendileri de beklemiyordu. Daha önceleri de birçok yazımda değindiğim gibi, boş tencere iktidarı götürmeye yetmedi, ama 21 yıldır da ilk kez “adam kazanamadı”!
AKP’nin tüm korkusu Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turda bitmesiydi. Bu yüzden stratejilerini ikinci tur üzerine kurmuşlardı ve ilk turda kıl payı kaybetmeyi kolayca kabul ettiler.
AKP seçim sandıklarına son derece hâkimdi ve muhalefetin olası başarılarına karşı tüm seçeneklere hazırlıklıydılar. Oylar sayılırken CHP’nin açık ara kazandığı binlerce sandıkta önceden hazırladıkları matbu itiraz dilekçelerini derhal işleme koydurdular. Bunu yaparken bir amaçları CHP ve Kılıçdaroğlu’nun lehindeki sonuçların YSK kayıtlarına girilmesini geciktirmekti. Diğer ve asıl amaçları ise muhalefetin olası zaferi durumunda şaibe iddialarıyla “hiçbir şey olmadıysa da bir şeyler oldu” diyebilmenin yolunu yapmaktı.
TARİHİN EN KIŞKIRTICI SEÇİM KAMPANYASINI YAŞADIK
Milli iradenin sandığa yansıyabilmesi için seçimlerin demokratik, eşit ve adil koşullarda olması lazımdı, ama bu asla olmadı. Seçmenin özgürce kararının oluşmasını sakatlamaya yönelik, sistematik yalanlarla dolu bir kampanya yürüttüler. Korku ve paranoya sonuna kadar körüklendi. Muhalefete karşı her gün işledikleri nefret suçunu sıradanlaştırdılar. Muhalefetin sandıkla iktidarı gönderme çabası 15 Temmuz darbecilerine benzetildi.
İktidar tüm devlet gücü ile seçimlere tam anlamıyla abandı. Valiler, kaymakamlar ve kamu kurum yöneticilerinin çoğu AKP teşkilat yöneticileri gibi, açıktan partizanca çalıştılar. Tarihimizde ilk kez Bakanlar devlet imkânlarını sonuna kadar kullanarak seçim propagandalarına fiilen katıldılar.
Onlara göre bu seçimler birbirine rakip iki siyasal lider arasında değildi. Bu seçimler; “dinsiz imansız küffarlar, devlet düşmanları, emperyalizmin ve dış güçlerin uşakları ve teröristler ile Erdoğan arasında” idi! Camilerde seçim mitingleri düzenlediler. Kendilerini “Allah’tan emir alanlar”, muhalefeti ise “Kandil’den ve Pensilvanya’dan emir alanlar” olarak sundular. Müslümanlık inancı sandıkta oylatılmaya çalışıldı.
KAMPANYALARI YALANLAR ÜZERİNE OTURTULMUŞTU
Homofobi ilk kez bir seçim kampanyasının ana unsurlarından oldu. Muhalefet iktidar olursa eşcinsel evliliklerin ve hatta hayvanla insanın evlenmesinin önünü açacaklarını dahi söylediler. Tümüyle yalan olduğu çok bariz olan iddialar dillendirdiler. “Apo’yu çıkaracaklar, Diyanet’i kapatacaklar, Türkiye’yi bölüp eyalet sistemi kuracaklar” gibi saçmalıkları muhalefetin vaatleriymiş gibi anlattılar. Bu iddiaları içeren, CHP logosuyla bastırılmış sahte korsan broşürleri TÜGVA’lılar ve AKP gençlik kolları dağıtırken yakalandılar.
Kılıçdaroğlu’nun seçim propaganda klibine basit bir montajla Kandil’de terör örgütü liderlerini ekleyerek, CHP seçim şarkısına tempo tutarak eşlik ediyorlarmış gibi gösterdiler. Seçime iki gün kala 18 TV kanalı ortak yayına geçerek, ellerine verilen soruları (!) Cumhurbaşkanına yönelttiler. Erdoğan mitinglerde izlettiği PKK montajlı klibi 18 TV’nin ortak yayınında da izletti ve “benim yerli ve milli vatandaşım bunlara oy verir mi” diye sordu. Erdoğan’ın karşısına bardak gibi dizilmiş gazeteci kisvesindeki şahısların bir teki dahi bu klibin düzmece olması ile ilgili tek söz edemedi.
Maksatları seçmenlerinin dikkatini Türkiye’nin gerçekte ağır sorunlarından, ekonomik krizden, artan yoksullaşmadan ve depremden elden geldiğince uzaklaştırmaktı ve maalesef bunda bir ölçüde başarılı da oldular.
Tüm gerçekleri yaşayarak gördüğü halde bu halk hala kendisine anlatılan hikâyelere, yalanlara nasıl kanıyor? Tüm ağır sorunlarına rağmen nasıl oluyor da bu sorunları yaratanlara oyunu vermeye devam ediyor acaba, bunu herkes merak ediyor.
KENDİ SEÇMEN TABANINI KENDİ YARATAN LİDER: ERDOĞAN
Erdoğan yirmi bir yıllık iktidarının ilk günüden beri (tüm önceki liderlerden farklı olarak) bir vatandaş ve seçmen kimliği inşa etti. Yerine göre yerli ve milli olma söylemlerini (milliyetçiliği), yerine göre korkuyu ve en çok da inanç değerlerini pervasızca kullanarak seçmen kitlelerinin algılarını şekillendirdi. Bunları yaparken bir taraftan Diyanet’i, imam hatipleri, tarikatları ve cemaatleri, bir taraftan da tahakkümü altına aldığı yargıyı, inanılmaz medya gücünü, TV dizilerini ve propaganda tekniklerini çok etkili şekilde kullandı.
Bir tarafta inanç istismarının uç sınırına gelinirken (siyasal aparat haline getirilen) milliyetçiliğin toplumun daha farklı kesimlerinde karşılığı olduğu keşfedilmişti. Son yıllarda ümmetçi söylemler daha dar bir kesime (kısık sesle) yinelenmeye devam ederken daha geniş kesimlere ulusalcı, milliyetçi söylemlerle yöneldiler.
İnanç ve Milliyetçilik İstismarının Meyveleri Toplanıyor
Savaş teknolojileri (onlar “savunma sanayi” diyor) sektörüne ciddi kamu kaynakları aktarımı bu bağlamda etkin ve ikna edici kullanıldı. Milliyetçilik hamuruyla yoğurdukları bu kitlelere sürekli İHA’lar- SİHA’lar anlatılarak gururları ve özgüvenleri pompalandı ve bu çabalar oy olarak geri döndü. Eş zamanlı olarak da, Kürtlerin oy verdiği parti ve onların destekledikleri Millet ittifakı şeytanlaştırılarak siyasal tabanın kenetlenmesi sağlandı.
Seçim öncesinde buna pek ihtimal vermemiştik ama bu milliyetçilik motivasyonlu düşmanlaştırma asıl sonucu getiren etmen oldu. Erdoğan’ın muhalefetin arkasında (yedinci ortak dediği) HDP, Kandil ve Fetö’nün olduğu yalanlarına seçmenini, (en önemlisi de kararsıza düşmüşleri) önemli ölçüde inandırdığını görmüş olduk.
AKP SEÇMENİ KİMLİK KISKACINDAN ÇIKAMIYOR
Erdoğan’ın seçmenleri ülkeyi ve dünyayı içine düşürüldüğü kimlik kıskacında algılamaya devam ediyor. Kötü yönetimden yılsa da, yoksulluktan canı yansa da, göçük altında günlerce mahsur kalan yakınlarını ihmallerden kaybetse de bu kimlik kıskacından çıkamıyorlar. En fazla (bir müddet) partisinden uzaklaşıp ‘kararsızlar’ sınıfına düşüyorlar ama korkuları ‘karşı mahalleye’ geçmelerini engelliyor. Sandık günü yaklaşırken bu kararsızlar kendilerine sunulan küçük menfaatlere ve boş vaatlere yine kanıyor, “sorunları çözerse yine bizim reis çözer” deyip tercih mührünü basıyor.
Erdoğan’ın uzun yılar emek vererek oluşturduğu, algıları manipüle edilmiş bu siyasal kimlik tabanına muhalefetin ne yaparsa yapsın ulaşma şansı neredeyse yok gibi. Bu kişilere gerçekleri apaçık göstererek, daha iyi bir geleceğin mümkün olduğunu anlatarak ikna etmenin mümkünü olmadığı her seçim sonucunda ispatlanıyor.
KILIÇDAROĞLU İKİNCİ TURA DAHA SERT GİRİYOR
Erdoğan ikici tura parlamento çoğunlunu elde etmiş olmanın rahatlığı ve cumhurbaşkanlığını kıl payı kaçırmış olmanın moral üstünlüğü ile gidiyor. Merkezinde “istikrar” söylemi olan bir strateji ile gideceği ikinci turda kazanmaya daha yakın görünen (favori) aday kendisi.
Millet İttifakının öncelikle sandığa gitmemiş olan sekiz milyonu aşkın umutsuz ve ilgisiz seçmeni sandığa gitmeye iknaya ağırlık verileceği görülüyor. Öbür taraftan da ittifaka katacaklarını düşündükleri Sinan Oğan’ın yüzde beşlik tabanı olan, seküler milliyetçi ve Kemalist-Atatürkçü oylar hedefleniyor.
İlk turda yapıcı ve pozitif bir dil benimseyen, mutfağından seçmene ılımlı ve kucaklayan mesajlar veren Kılıçdaroğlu artık ofisinden seçmene sesleniyor. Kalpaklı Kuvva-i Milliyeci Mustafa Kemal portresi önünde sert tonla ulusalcı dozu yüksek, seçmenin korkularını uyaran mesajlar vermeye başladı. Kılıçdaroğlu’nun benimsediği bu yeni strateji belki gerekliydi ama “siyasi üsluptaki ani dönüşüm biraz fazla sert oldu” eleştirilerini de dikkate almak gerekiyor. Aksi halde inanırlık ve samimiyet sorunu ile birlikte seçmenin yaşayabileceği kafa karışıklıklarının sandığa olumsuz yansıması olasıdır.
Sandık, sakatlanmış demokrasimizden geriye kalan, karanlıktan çıkış için son umuttur. Bu umudu yaşatmak ve yaymak, sandığa gitmek, gitmeyecekleri götürmek gerekiyor. Seçmen bunu Kılıçdaroğlu için değil, kendilerinin geleceği için yapmak zorundadır. Karanlıktan çıkmak için başkaca seçenek kalmadığına göre muhalefetin küsme, karamsarlığa kapılma lüksü ve hakkı olabilir mi?