Herkeste Bir can sıkıntısıdır gidiyor. Gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum, insan neden ailesinin yanındayken canı sıkılır? Coronadan önce televizyonlarda mikrofonu kime uzatsan herkesin şikâyeti çok çalışmaktan dolayı ailesine yeterince zaman ayıramamaktı. Şimdi ise aynı kişiler evde olmaktan dışarıya çıkamamaktan şikâyet ediyorlar.
Bizler maalesef, o kadar dışarıya bağımlı olmuşuz ki, eşimizle, çocuğumuzla, annemizle, babamızla zaman geçirmeyi unutmuşuz. Bu ne kadar acı bir durum. Bu dönemdeki davranışlarımızın çocuklarımıza da örnek olduğunu da lütfen unutmayalım. Devamlı canı sıkılan bir baba ya da annenin çocuğuna hangi duyguyu hissettireceğini bir düşünün. Oysaki çalışmaktan dolayı yeterli zaman ayıramadığımız çocuğumuza ya da eşimize o zamanı ayırabilmenin ve aile bağlarını güçlendirmenin tam zamanı değimlidir şimdi. Unutmayalım ki, kendisine vakit ayrılan çocuk, sevildiğini, kendisine değer verildiğini hissetmekte, bu da güven duygusunun artmasına yardımcı olmaktadır.
Bizim can sıkıntımızın en büyük nedenlerinden biriside toplumumuzun maalesef kitap okuma alışkanlığının olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Kitap okuma alışkanlığımız yok ise eğer diğer bir seçenek olan televizyon izliyoruz. Maalesef televizyonlarda da izleyebileceğimiz doğru dürüst hiçbir program yok. Ne kaliteli bir film, ne bir eğlence programı, ne sanat, ne kültür, ne de bilim. Varsa yoksa saçma sapan tamamen aile kültürünü yozlaştıran diziler ya da bir eline sağlık bile denilmeyen, eleştirmek ve hakaret etmek üzere düzmece hazırlan yemek yarışmaları. İşte bunun sonucu olarak ta tamamen değerlerini yitirmeye yüz tutmuş toplumla karşı karşıyayız.
Oysaki kitap okuma alışkanlığımız olsa böyle canımız sıkılır mıydı? Benim hiç sıkılmıyor. İyi ki de paramı zamanında kitaba yatırmışım diyorum. Decartes’in dediği gibi “İyi seçilmiş kitapları okumak, geçmiş yüzyılların seçkin zekâlarıyla önceden düzenlenmiş bir konuşmaya katılmak gibidir.” Bende bu yolla hem o konuşmalara katılıyor hem de onların dünyalarına yolculuk yapmış oluyorum. Bence sizde bir an önce sıkılmaktan vaaz geçip geçmişe ya da geleceğe yolculuk edebilirsiniz.
Dün gece 30 büyük il ve Zonguldak ilimizde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bir anda bütün halk kendini fırınlara, marketlere, kasaplara daha ne diyeyim tatlıcılara varana kadar sokaklara attı. Oysaki bir aydır bize anlatılmaya çalışılan neydi? Sosyal mesafe ve virüsün ne kadar hızlı yayıldığı değimliydi? Bir kişinin on altı kişiye çok kısa süre de bulaştırdığı değimliydi? Ne oldu da bizler her şeyi bir anda unuttuk ve kendimizi ölmek uğruna sokaklara attık. Bu kadar mı çaresizdik, evimizde iki gün idare edecek bir şey yok muydu? Bu bana sadece şunu gösteriyor. Bizler sadece tüketim toplumu olmuşuz. Devletin üretmekten vaaz geçtiği gibi bizlerde maalesef üretmekten vazgeçmişiz.
Yazık değil mi o sağlık personeline günlerdir her gün bizler için ölümüne çalışıyorlar. Evlerine gidemiyorlar, gitseler de eşine, çocuğuna, annesine, babasına yaklaşamıyorlar. Evet, sokağa çıkma yasağının duyurulduğu saat yanlıştı ama bizde de hiç mi yanlış yoktu? Bir ekmek uğruna tüm sevdiklerimizin yaşamını tehlikeye atmak peki, ne kadar doğruydu?
Bugün mecburen hepimiz evimizdeyiz. O yüzden lütfen oturup biraz düşünelim. Bizler gerçek anlamda bir ailemiyiz diye…