İçte ekonomiyi, dışta barışçıl politikayı duvara toslatan günümüz hükümeti, ayağı altında kayan toprağı tahkim etme telaşına kapılmış bulunuyor. Bu nedenle iç siyasetteki düşüşünü önleyebilmek için bir kez daha “din istismarı” ile gündemi değiştirme çabasına girdi.
906 yıl kilise ve 490 yıl cami olarak mabet görevi ifa eden ve 1934’te antik eser olarak müze yapılan Ayasofya’nın yeniden cami olarak kullanılması savını ortaya attı.
Bu yapı, halen UNESCO tarafından dünya antik eserleri arasına alınmıştır. Türkiye tarafından da onaylıdır.
İyi Parti, AKP’nin samimiyetsizliğini ispat ve demagojik oyunu bozmak için harekete geçti. TBMM’e sunduğu bir önergeyle Ayasofya’nın cami olarak kullanılması için karar üretmesini talep etti. Fakat oyunu düzenleyicisi AKP, ortağı MHP ile öneriyi ret etti.
Zaten AKP bu konuda samimi olsaydı; 18 yıldan beri ve sürekli çoğunluğa sahip olduğu TBMM’de sorunu çözerdi.
Ayrıca AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olan Recep T. Erdoğan; bini aşan Kanun Hükmünde Kararnamelerden biriyle de tek imza ile cami olmasına karar verebilirdi.
Görülüyor ki amaç Ayasofya’nın cami olup olmaması değil; din istismarıyla kitleleri etkilemek ve tabanının kaymasını önlemek amacıdır. İyi Parti çıkışıyla bir kez deha ispatlandı.
CHP, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi spekülasyonu karşısında tuzağa düşmedi. İkinci Dünya savaşı sırasında CHP’ni camileri “ahır” yaptığı iftirası ile yapılan karalamaya yeni bir karalamanın eklenmesine fırsat vermedi
Fakat içindeki Brütüsler’denkurtulamıyor!
2003’te Recep T. Erdoğan’ın “Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı” olan CHP’nin yeni milletvekili Prof. İbrahim Kaboğlu tarafından olumsuz şekilde tartışmanın içine çekildi. Ayasofya’nın müze olarak kalmasını söyleyeceğine ileri giderek, “Sultanahmet Camisi” de müze yapılsın” dedi. İyi Parti’nin sağladığı olumluluğu gölgeledi.
Kaboğlu; 2004 yılında Prof. Baskın Oran ile AKP için “Kültürel Haklar Raporu” hazırlamıştı. Aynı Baskın Oran, daha sonra; “AKP bizi mayın eşeği gibi kullandı” demişti.
Bu değerlendirme kapsamındaki İbrahim Kaboğlu; -şimdi de CHP içinde mi aynı görevi ifa ediyor?- sorusunu sordurtur oldu!
Açıklama; “camileri ahır yaptı” iftiracılarının bu kez de -Sultanahmet’i cami olmaktan çıkarmak istiyor- demagojisi yöneltmesine gerekçe yapılmaz mı?
Çünkü CHP’ye diğer cephelerden katılanların, çoğunlukla partinin kendi tercihlerini benimsemesi doğrultusunda hareket ettiği hep eleştiri konusu olmuştur. Rakip ekmeğine yağsürmüşlerdir. Kaboğlu’nun da bu anlayışla hareket ettiği olasılığı nedeniyle CHP tabanı ciddi kaygı duymaktadır.
CAMİLER AHIR YAPILDI MI?
Cumhuriyet Yönetiminin köylü ve emekçiler yararına geliştirdiği politikalar (devrimler), toprak ağaları ile şeyhleri rahatsız etmiştir. O nedenle hem CHP içinde ve hem TBMM’de, Cumhuriyet Devrimleri karşısında direnç göstermişlerdir.
CHP Genel Başkanlığından ayrılarak Milli Şef olan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak amacıyla çok partili uygulamaya geçme kararı verdi. CHP içindeki feodal tayfa, ayrılarak Demokrat Parti’yi kurdu.
Muhalefet görevi üstlenen DP yöneticileri; başından beri CHP’nin yönetici ve sorumlu kadrosu içinde bulundukları için; CHP’nin günah ve sevaplarından sorumluydu. Bu yüzden CHP’yi eleştirmekte zorlanıyordu. Din istismarını çare olarak buldular.
İlk buldukları sloganlardan biri; “İsmet İnönü asker kaçağıdır” oldu. İkincisi de “CHP ezanı Türkçe okuttu” ve ”CHP camileri ahır yaptı” sloganlı iftiradır.
Dinin istismarını başlatan bu sloganlar, Demokrat Parti’nin Türk siyasi yaşamına bıraktığı miras oldu.Nitekim Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı bu mirasın sahibi olduğunu 2012’de bir daha ortaya koydu: 20 Nisan 1936 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nin bir kupürünü kürsüden sallayarak; “CHP camileri ahır yaptı” diyerek start verdi.
Kupürde sözü edilen cami; Anadolu’yu işgal eden Yunan Ordusu’nun harabeye çevirdiği ve ahır gibi kullandığı Seferihisar’ın Düzce köyü camii idi. 1936 yılında Cumhuriyet Yönetimi, antik bölge ile yapıları tespit çalışmaları başlatmıştı. İzmir Bölgesi Müze Müdürlüğü; Heraklia antik kenti civarında kütüphane ve medrese kısmı kısmen ayakta olan 641 yıl önce Evrenos oğullarından Kasım Bey tarafından yaptırılmış cami harabelerini tespit etmiş; restorasyon edilmesini istemişti.
1924 yılında kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığının bu camiden ne haberi ve ne de envanteri içinde yeri vardı.
Cami; Cumhuriyet Yönetimi tarafından ayağa kaldırılıyordu. Bu nedenle haber konusu olmuştu.
Kuruluştan itibaren CHP içinde ve “tek parti” yönetiminde bulunan toprak ağaları ile şeyhlerden oluşan Türk feodalleri; 1946’da ayrılıp Demokrat Parti’yi kurunca; muhalefet gerekçelerini izahta sıkıntı duyuyordu. En kolayı, din istismarıydı. Eski Genel Başkanları olan İsmet Paşa için; “asker kaçağı” demagojisine; “CHP camileri ahır yaptı” popülizmiyle din istismarına başladılar.
AKP, DP’nin demagoji ve popülizmini sürdürür.
Oysa Seferihisar Belediye Başkanı (şimdi İzmir Büyükşehir Başkanı) Tunç Soyer; caminin medrese ve kütüphanesini ihya etmek için bir restorasyon planı hazırlamış. Anıtlar Yüksek Kurlu onayından geçirmişti.
Ama AKP, rakibini kötülemek amacıyla beyazı kara göstermeyi siyaseten gerekli görüyordu. Kumpas davaları sürecinde, “TSK Fatih Cami’ini bombalayacak” yalan haberi yaydığı gibi; “CHP camileri ahır yaptı”asparagas haberini yinelemekten de sakınca görmedi.
Bunun içindir ki ortağı FETÖ ihanet şebekesine; 15 Temmuz darbe girişiminde bulunma ve gerçek bombalamada bulunma cüretini vermiş oldu.
Bütün bunlara rağmen; AKP, din istismarından vaz geçmiş midir?
Ne yazık ki bu sorunun yanıtı, olumlu değildir!
ÇARPIK SİYASET ÜLKEYE HAYIR GETİRİR Mİ
Çok partili yaşamla beraber Türk siyasetinde gerilim politikası; sağ siyasetin temel stratejisi oldu. Bu nedenle demagoji (çarpıtma) ve popülizm (halk dalkavukluğu) siyasetine sürekli baş vuruluyor. Böylece siyasal yönetimin yetmezliği, sorunları çözemezliği halkın dikkatinden kaçırılıyor.
Aslında bu siyaset anlayışı; Soğuk Savaş dönemindeki ABD ile SSCB arasındaki muvazalı siyasetin ürünüdür. Türkiye’nin sağ siyaseti; tam bağımsız konumdan saparak Batı Bloku’na yönelip NATO içinde yer aldığı süreçte;ABD politikasını benimsemekle başladı.
Tam bağımsız milli siyaset savunucuları ile kapitalist batının libealizmini savunanlar arasında yaşanmakta olan çekişmenin temeli oluştu.
Laiklik anlayışına din istismaryla karşı çıkmak; sağ siyasetin değişmez aparatı oldu!
Türkiye Cumhuriyeti; 600 yıllık Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı ile tasfiye eden emperyalist “düvel-i muazzama”ya karşı Kuvayi Milliye olarak verilen savaşla kurulmuştur. Küllerinden doğmuştur. Padişahın kulluğundan gelen halkın; yurttaş kişiliği edinmesini sağlayan kurtarıcı ve kurucu kadro; büyük bir idealizmle Osmanlı hanedanın günahlarını yoksul haliyle öderken; kalkınmada Türk Mucizesini yarattı.
1910 ile 1922 arasındaki üç büyük savaşın yıkımları ile 1929 dünya ekonomik krizini aşarken; 1939’dan itibaren İkinci Dünya Savaşı açmazlarını da tam bağımsız ve tarafsız siyasetle atlatmayı başardı.
Savaşın hemen ardından, Cumhuriyet rejimini demokrasi ile taçlandırmaya yöneldi. Çok partili hayata geçti.
Geçmez olsaydı.
Yılanın ayaklarını karnında sakladığı gibi kin ve tamahlarını yüreğinde saklayanlar; mantar gibi fışkırmaya başladı.
Demokrasi umudu; Türk Cumhuriyeti ayağına bağlanan değirmen taşı oluverdi.
Soğuk Savaş döneminin sağ kutbu; Türkiye’yi sol kutup karşısındaki ileri karakol konumuna sürükledi. Türkiye siyasetini bu anlamda dizayn etmeye başladı.
Demokrat Parti (DP), Amerikalı strejistlerin yönlendirmesinde ülkeye hizmetten çok, muhalefeti tasfiye etmek ve sürekli iktidar olmak için demagoji ve popülizm ile gerilim politikası üretti. Sürekli düşman yarattı. Muhalefeti din düşmanı olarak tanımlamakla din istismarını ileri ölçüde gerçekleştirdi.
Yurttaşın kafası karışmıştı. Devleti kuran, dine saygınlığı getiren ve çok partili sistemle demokrasi yolunu açan ana muhalefet partisini, din düşmanı görmeye başladı. Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren lider ile ordusuna şüpheyle bakar oldu!
İktidar için her türlü çarpıtmayı “mübah” gören siyasi hırs; 1923 TBMM seçimi öncesinde askerlikle siyaseti kesin ayırt etmesiyle kışlasına çekilen Ordu; gerilim, kışkırtma ve bağımsızlıktan sapan gidişatla; adeta zorla kışladan çıkarıldı. Demokratik yaşama askeri müdahaleler yolu açıldı!
1960‘dan sonra da gerilim ve kışkırtmalar; TBMM’de doruğa çıktı. İktidar partisi; sözcüleriyle susturamadığı muhalif milletvekillerini yumrukla susturma geleneği başlattı. Malatya milletvekili Hamit Fendoğlu; mecliste yarattığı terörle “Hamido” lakabını aldı.
TBMM’de başlatılan kaba güç, yeniden sokaklarda yankılanmaya başladı.
Oysa gerçek Hamido, bir eşkıya idi. Özellikle Güneydoğu’da aşiretler arası anlaşmazlıkların, kan davalarının ve silahlı çatışmaların ürünü Hamit Akdemir idi. Siirt içinde 25 kişiyi öldüren Özbaylar Çetesi, Ömer Bezek, Hakim Yılmaz (Hakimo), Samet Çelik (Samedo), Mahmut Yolbir, Tilki Selim (Selim Yolbir), Mardinli HasanoSeyrovb eşkıyalar; AP iktidarı tarafından denetim altına alınamıyorken; bir milletvekili aynı rolle TBMM’de ortaya çıkmıştı.
“Dağların Kralı” olarak haber konusu olan Hamido için devlet; 1968 yılında başına 100 bin lira ödül koydu. O, kan davası nedeniyle dağa çıkmış; halka ve devlete karşı bir eylemi olmamıştı. O nedenle yıllarca halkın arasında da gezmesine rağmen bir türlü yakalanamamıştı.
Hamido’nun rakibi olan Özbaylar Çetesi; başına ödül konulduktan sonra Hamido’yu pusuya düşürerek yakaladı. Siirt bölgesinde Botan Çayı üzerindeki Bidorüs Köprüsü ayağına bağladı. Jandarmaya bildirdi. Jandarma gidene kadarHamido, iplerden kurtulur. Ama aynı gece, evinin pinniğinde (kümesinde) yakalanır. Yargılanır. Cezasını tamamladıktan sonra YSE’de bekçilik yapar.
Tilki Selim ise; HasanoSeyro ile Siirt’in Kıtmış Köyü camiinde kıstırlır. Jandarma, cemaat camiden çıktıktan sonra ateşe başlar. Bir er şehit olur. Çatışma uzar. Tim komutanının talebi üzerine yardım bölüğü yola çıkar. Bölük Botan çayını geçerken, iki askerle katırları suya vererek olay yerine intikal eder. Karşılıklı ateş sürdürülür. Akşama doğru sis çöker. Komandolar caminin üstüne çıkarak içeri bombalar atar. Fakat bombalar bir türlü patlamaz. Çünkü içerideki havuza düşüyorlardı. .Seslerin kesilmesinden sonra jandarma içeri girdiğinde kimseyi bulamaz. Sisten yararlanan eşkıya, kaçmıştı!
PKK ortaya çıktıktan itibaren dağdaki çeteler ya yakalanmaya veya teslim olmaya başlar. Kan davası nedeniyle dağa çıkanlardan biri olan Emino (Emin Yaşar) ise, adeta bir jandarma personeli gibi davranır. Yabanda yakaladığı teröristleri jandarmaya teslim eder. Yakalandığında 13 olan çocuk sayısı, daha sonra 22’ye çıkar. Dağa gitme dışında köyünden çıkmamıştır.
Türk siyaseti bu geçmişinden ders almaz. DP iktidarının İsmet Paşa’yı Topkapı’da katletme girişimi benzerliğini; AKP hükümeti Sincan’da Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı yineledi. MHP milletvekili; mecliste CHP Grup Başkan Vekiline Hamido’nun yaptığını tekrarladı.
Milli futbolcu olarak belli bir saygınlığı olan Alpay Özalan bile; AKP milletvekili olarak önüne gelen muhalefet milletvekillerine yumruk sallar oldu!
Çıkar düşkünlüğü ve kibir nelere kadirmiş!
“Yurtta sulh, dünyada sulh” özdeyişini ayaklar altına alan AKP yönetimi; COVİD-19pandemi kırımı aşamasında bile gerilim politikasından ısrar ediyor!
Daha ne söylemek gerekir? 16.6.2020