Ayasofya Camisi'nin 24 Temmuz’da resmi olarak ibadete açılması sırasında yaşananlar, siyasal İslam’ın laik Cumhuriyet’e karşı önemli bir karşı hamlesi olarak tarihe kaydedildi. Günün yıldızı Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş elinde kılıç ile cuma hutbesi konuşmasında toplumun çok büyük kısmını derinden inciten sözler kullandı. Diyanet’in resmi sitesinde yayımlanan metnin dışına çıktığı konuşmasında Erbaş "Fatih Sultan Mehmet Han burayı kıyamete kadar cami olarak kalması için vakfetmiştir. Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar" dedi. Ayasofya, Mustafa Kemal Atatürk'ün de imzasının bulunduğu 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülmüştü ve lanetin hedefi açıkça Atatürk idi.
Aslında Diyanet başkanından önce aynı ‘lanet’i ilk dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan idi, ancak bilinen olası riskler sebebi ile olsa gerek, bunun üzerinde çok durulamadı. Ayasofya’nın müze yapılması ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararnamesini Danıştay’ın 10 Temmuz’da bozma kararının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Ayasofya Cami ile ilgili bir Ulusa Sesleniş konuşması yaptı. Bu konuşmasında Erdoğan, Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde “Bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allah’ın, peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun” dediğini anımsatmış ve “Evet… Bugün alınan karar, aynı zamanda Fatih’in işte bu ağır bedduasından kurtulmamızı sağlamıştır” demişti.
ALİ ERBAŞ'TAN GERİ ADIM
Erbaş’ın bu ‘lanet’ ifadesi (daha önceki söz ve tutumları ile çelişmese de) toplumun bir kesimini sarstı. Kamuoyunun değişik kesimlerinden sert tepkiler geldi, hakkında birçok suç duyurularında bulunuldu. Bunlar üzerine Erbaş, gazeteci Ahmet Hakan üzerinden yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamasında, görevini yerine getirdiğini (işte buna kuşku yok!), sözlerinin Atatürk’e yönelik olmadığını, geçmişi değil bundan sonrasını kastettiğini, sadece Ayasofya’yı değil tüm vakıf mallarını kastettiğini söyledi. Kısacası, (açıklaması ikna edici olamasa da) ilk söylediklerinin arkasında duramadı.
Peki Diyanet Başkanı Atatürk’ü hedef alan sözlerinden geri adım atarak, neden böyle tevil yönlü bir açıklama yapmış olabilir. Her türlü iktidar icraatlarının oy ve iktidarın gelecek kaygısı üzerinden okunması gerektiğini hatırlamakta yarar var. Sonuçta siyasi bir hamle olduğu açık olan Ayasofya operasyonunun, Atatürk ve Cumhuriyet hassasiyeti olan geniş seçmen tabanı nezdinde bir kırılmaya sebep olma riski yüksektir. Erbaş’ın bu açıklaması ile, bir kısım seçmendeki muhtemel kırgınlığın bir nebze giderilmesinin amaçlandığı düşünülebilir.
ERBAŞ'I YANLIŞ MI YORUMLADIK?
Farkındaysanız, iktidarın en yalınkılıç savunuculuğunu yapanların ve FETÖ’ye karşı sözde en sert duranların, bu örgütle yollarının bir zamanlar bir yerlerde illa kesiştiği görülüyor hep. Ali Erbaş 15 Temmuz’un kritik ismi Adil Öksüz ile Sakarya İlahiyat’ta çalışma arkadaşıydı. Öksüz’ün “Ceza Hükümleri Açısından Tevrat ve Kuran” başlıklı ‘Dinlerarası Diyalog Projesi’yle örtüşen tezine “uygun” imzası atarak ona doktor unvanı veren jürideydi.
Erbaş, firari FETÖ İmamı ve Kültürlerarası Diyalog Platformu (KADİP) Başkanı Prof. Suat Yıldırım’ın da yakın çalışma arkadaşı ve bu kurulun üyesiydi. Onunla birlikte Vatikan’da papazlarla yaptıkları Dinlerarası Diyalog faaliyetlerinde, kilisede İsa ikonu önünde birlikte fotoğraf veriyorlardı. Bugün de Ayasofya minberinde (pek de dinler arası hoşgörü izlenimi vermeyen) elinde kılıçla fotoğraf veriyor.
Erbaş geri adım niteliğindeki açıklamasında,”Genel olarak vakfiyelerin sonu, vâkıfın bedduasıyla biter. ‘Bu vakfımı kimler amacı dışında kullanırsa Allah’ın, meleklerin, peygamberlerin, tüm Müslümanların laneti onların üzerine olsun’ şeklinde. Ben de hutbede buna atıfta bulundum. Sadece Ayasofya’yı değil tüm vakıf mallarını kastettim” dedi.
15 Temmuz sonrasında birçok vakıf kapatıldı, mallarına el konuldu. FETÖ’nün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) da bunlardan birisiydi. Erbaş’ın da aktif üyesi olduğu Kültürlerarası Diyalog Platformu, onursal Başkanlığını Fethullah Gülen’in yaptığı bu vakfa (GYV) bağlı çalışıyordu. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının da bir vakfiyesi vardı, bu vakıf kapatılıp mallarına el konulunca, Erbaş’ın bahsettiği ‘lanet’ burada da geçerli miydi acaba?
Gazeteci Barış Terkoğlu 27 Temmuz’da Cumhuriyet gazetesindeki yazısında; “İşte bu yüzden ‘Erbaş’ı yanlış mı yorumladık’ diye sormadan edemiyorum. Sonuçta, ‘Geçmişi değil bugünü, Ayasofya’yı değil tüm vakıfları kastettim’ diyen Erbaş’ın çalıştığı FETÖ Vakfı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla kapatılmıştı. Haliyle sözlerin muhatabı belki de Atatürk değil Erdoğan’dı” diye yazdı. Yanlış bir akıl yürütme sayılamaz, değil mi?
BU KURUM ATATÜRK CUMHURİYETİ'NİN DİYANETİ DEĞİL ARTIK
Cumhuriyet’in bugünlere gelmesinde, laikliğin toplum nezdinde kökleşmesinde ve inanç istismarcısı cemaat ve tarikatların etkinlik alanlarını sınırlandırmada Diyanet’in önemli katkıları olmuştur. Ancak bu kurumun işlevi bir süredir tamamen değiştirildi.
Diyanet'in ve başındaki Erbaş’ın toplumsal ve siyasal gündemin en görünür ve aktif aktörleri haline getirilmeleri boşuna değil elbette. Bu çerçevedeki görüşlerimi “Daha da dindar Toplum” başlıklı yazımda ele almıştım.
Diyanet’in ve Erbaş’ın gündemi meşgul eden tüm eylem ve sözlerinin, iktidarın çizdiği siyasal çerçevede olduğu açıkça görülüyor. Hatırlarsak, Covid-19 pandemisinin başlarında, geçtiğimiz Ramazan’ın ilk cuma hutbesinde Ali Erbaş durup dururken toplumu ayrıştırıcı ve kışkırtıcı bir söz atmıştı ortaya. Kötülüklerin ve salgın hastalıkların kaynağını eşcinsellik ve nikâhsız yaşam olarak gösteren bir açıklama yapmıştı. Ardından eşcinsellere ve evlilik dışı ilişkilere yönelik iktidar cenahından ve İslami kesimden sert açıklamalar geldi. Konu İstanbul sözleşmesinden Türkiye’nin çekilmesi ihtimali üzerinden hala tartışılıyor.
DİYANETİN FETVALARI AKLA ZİYAN
Diyanet’in geçmiş icraatlarına baktığımızda; toplumsal barış, sevgi, hoşgörü, eşitlik, adalet, hakkaniyet vb. evrensel insani değer ve kavramlara ilişkin bir çabalarını göremiyoruz ne yazık ki. Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu’nun, vatandaşların sorularına verdikleri yanıtlar oldukça enteresan, bunlardan bazı örneklere bakalım:
Soru: "Öz kızını öperken şehvet duymanın nikâha etkisi olur mu?" Cevap: “fıkıh çerçevesinde nikaha etkili değildir”.
Soru: "telefon, mesaj ve internet yoluyla boşanma geçerli midir?" Cevap: “geçerlidir”.
Soru: "Sol elle yemek yemekte bir sakınca var mı?" Cevap: “sol elle şeytanlar yemek yer”.
Soru: “Enflasyon olan bir ülkede faiz helal midir?” Cevap: “faiz haramdır, caiz değildir”
Soru: “peki TOKİ konutlarından faizle ev alırsak?”. Cevap: “TOKİ söz konusu ise faiz haram değildir!”
Soru: “sigara haram mıdır?” Cevap: “haram değil mekruhtur”
Soru: “ama Erdoğan haramdır diyor.” Cevap: “Evet, sigara haramdır!”
Soru: “evlenme yaşı ne olmalıdır?” Cevap: “Buluğ çağına gelmiş kişinin (Kızlar 9, erkekler ise 12 yaş) gayri meşru ilişkiye girme tehlikesi bulunması halinde evlenmesi vaciptir"
Soru: “AKP’ye oy verin cenneti garantiye alın’ türünden açıklamalar oluyor. Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle oy istenmesi mubah mıdır?” Cevap: “?…” (sorulara yanıt verilmedi).
Açıklama: Yaşanan yoksulluktan yakınmalar üzerine: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele” ayetini anımsayınız. “İsyan etmeyin, maddi ve manevi sıkıntılar alın yazısıdır, tevekkül edin, ayrıca akşam pazarından alışveriş yapın, daha ucuz oluyor.”
Açıklama: İstanbul Kartal'da bina çökmesi sonucu yaşamını yitiren 21 kişinin ardından Başkan Erbaş "imtihan dünyasındayız, Allah'ım yaratmış olduğu bütün kulları bir şekilde imtihana tabi tutuyor." Not: Çürük bina yapan ve buna göz yuman otorite için en küçük eleştiri getirilmedi.
Açıklama: Ali Erbaş: "Kur-an'ın girmediği ev harabe bir evdir, Kur'an ile olmayan çocuklar şeytan veya şeytani insanlarla beraber olur." Not: Ali Erbaş “Şeytan” ve “çocuk” kelimelerinin aynı cümle içinde rahatça kullanılabileceğini gösterdi.
SIRADA HİLAFET Mİ VAR?
Diyanete artık siyasal İslam’ın amaçlarını gerçekleştirmede, devletin ve toplumun inanç eksenli yapılandırılmasında ön açıcı bir işlev üstlendirildi. Kurum’un asli görevi olan din hizmetleri tali konu oldu; toplum mühendisliği öne çıkartıldı. Ali Erbaş’ın bu görevi hevesle üstlendiği, dini siyasetin emrine sokma konusunda yoğun çaba sergilediği görülüyor. Ancak iktidar Diyanet ve Ali Erbaş’tan çok daha büyük ve etkili hizmetler bekliyor olabilir: Hilafet’in getirilmesi için İslam dünyasında ve ülkemizde toplumsal alt yapıların hazırlanması gibi hizmetler mesela?
Diyanet kurumunun çalışan sayısının 2002’den bu güne 74 binden 179 bine (yani iki buçuk katına), bütçesinin ise 550 milyon TL’den 11,5 milyar TL’ye (yani 21 kat) artırılması elbette boşuna değil. Diyanet teşkilatının 52 ülkede din hizmetleri müşavirliği, 38 ülkede Din Hizmetleri Ataşeliği ve diğer ülkelerde bulunan çeşitli seviyelerdeki çalışanıyla, toplam 102 ülkede faaliyet yürütüyor olması da bu nihai amaç için olabilir mi acaba?