Allah'tan uzaklaşma bayramı: Kurban!

İslam’ın dini bayramlarından biri olan Kurban Bayramı, pek çok dinsel ritüel gibi amacından sapmış, içeriği boşaltılmış ve ne hazin ki bir şirk tapınmasına dönüşmüş durumdadır.

Anlamı Allah’a yaklaşmak demek olan Kurban, günümüzde tam manasıyla Allah’a isyan, kafa tutuş ve ondan uzaklaşma faaliyeti şeklinde ikame edilmektedir. Gerçi bu özelliği, uzunca bir zamandır mevcuttu ama son yıllarda bu konuda doruğa çıkmış bir çılgınlık görülüyor.

Malumunuz olduğu üzere, son yıllarda Kurban Bayramı geldiğinde pespaye bir tartışma başlıyor:

Kurban Bayramında hayvan kesilir mi kesilmez mi?

Bir tarafta mutlaka bir hayvan kesilmesi gerektiğini savunanlar, diğer tarafta ise böyle bir şeye asla gerek olmadığını hatta bunun bir hayvan katliamı olduğunu ileri sürenler...

Her iki taraf da kurbanın ne demek olduğu, ondaki toplumsal içeriğin mahiyetinin ne olduğu konusunda meseleye son derece uzak… Bu nedenle de Kurban Bayramı adeta “Allah’tan Uzaklaşma Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Yani dinsel bir bayram, Allah’a kafa tutuşu kutlama pervasızlığının sergilendiği bir şölene çevrilmektedir.

Oysa kurban gerçekte bir adanmışlık halidir. Kişinin Allah için fedakârlıkta bulunmasıdır. Allah ile arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışmasıdır. Zira kurban yaklaşmak demektir; Allah’a yaklaşmak demektir. Kurbanın Arapça kurbiyet sözcüğü ile anlam ilişkisi buna işaret ediyor. Kur’an’da geçen “kurb, kurba” gibi ifadeler; “yakın, yakınlar, akraba, yaklaşmak” gibi anlamlara gelir.

Bu konuda hemen bir örnek verelim;

“Hani bir zamanlar İsrail oğullarından; ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, ana babaya, YAKINLARA yetimlere ve yoksullara iyi davranın, insanlara güzel söz söyleyin, içtenlikle yalvarıp dua edin ve yoksulun hakkı olanı verin,’ diye söz almıştık...”(Dişi Sığır Bölümü83. Söz / Bakara Suresi 83. Ayet, Anlamak İçin Türkçe Kur’an, s. 31.)

Evet, yukarıda YAKINLAR şeklinde Türkçesini yazdığımız ifadenin Kur’an’da geçen Arapçası “Zil kurba” şeklindedir. Burada hem kan bağı nedeniyle olan akrabalık kastedilmekte hem de yakınlaşma eylemi işaret edilmektedir.

Bir başka örnek daha verelim ama bu sefer Türkçede de kullanılan KURBAN sözcüğünün geçtiği bir ayete başvuralım:

“Allah’tan başka, ona YAKINLIK sağlamak amacıyla edindikleri ilahlar, kendilerine yardım etmeli değil miydi? Tersine, onları terkettiler. Bu; onların yalanları ve uydurup durdukları bir şeydir...”(Kum Tepeleri Bölümü 28. Söz / Ahkaf Suresi 28. Ayet, Anlamak İçin Türkçe Kur’an, s. 421.)

Bu ayette açıkça “KURBANEN” ifadesi geçiyor ve bu ifade; yakınlık, yakınlaşma anlamına geliyor.

Evet, kurban yakınlaşma demektir. Yakınlaşılacak olan da Allah’tır. Kurban Bayramı, hem Allah’a yakınlaşma, hem de kendine yabancılaşan kişinin kendine yakınlaşmasıdır.

Peki, bu nasıl olmalıdır?

Bu soruya yanıt vermeden önce biraz geriye gidelim:

İnsanoğlu binlerce yıldır korktuğu, ürktüğü bir takım doğa güçleri karşısında korunma amaçlı olarak bazı şeylerini feda etmiş, buna da kurban demiştir. Başlangıçta kendi çocuklarını bile kurban olarak kesen insanoğlu, zamanla bunu hayvan kesme şekline dönüştürmüştür. Bu dönüşümün Kur’an’da simgesel bir anlatımla ele alındığını biliyoruz.

Oğlunu kurban etmek isteyen Hazreti İbrahim’in, bundan vazgeçirilişi ve evladı yerine bir hayvanı kurban etmesinin istenmesi bazı Kur’an ayetlerinde öykülenmektedir. Bu öyküleme, dinsel bir anlatı olarak yüzyıllardır hatta bin yıllardır nesilden nesile taşınmış ve nihayetinde kurban denildiğinde ilk akla gelen hayvan kesme ritüeli zihinlere yerleşmiştir.

Oysa kurban sadece hayvan kesmek değildir. Hayvan dışında, Tanrı’ya kurban olarak adanan başka şeyler de söz konusudur. Türlü yiyecekler, yağ, süt gibi hayvansal ürünler, takılar, tarım ürünleri vb...

Nitekim bazı kavimlerde, hayvansal ürünler, meyveler ve tarım ürünlerinin kurban olarak adanması ve Tanrı’ya sunulması ritüelinin varlığı bilinmektedir ki hala bu şekilde kurban adayan ve bu ritüeli yaşayan / yaşatan kabileler vardır.

Hatta Kur’an’da ve diğer bazı kaynaklarda, Hazreti Adem’in iki oğlunun Allah’a kurban olarak; süt, yağ gibi hayvansal ürünleri, meyve ve tarım ürünlerini takdim ettikleri anlatılır. Habil’in sundukları kabul edilmiş fakat Kabil’inkiler ise reddedilmiştir. Sonunda Kabil, bu durumu içine sindirememiş, bir kıskançlık çukuruna yuvarlanarak kardeşi Habil’i katletmiştir. Böylece ilk kan da kurban yüzünden akıtılmıştır. Aslında kurban diye kan akıtma geleneğinin kökeni Habil’in akıtılan kanına dayanmaktadır. Kurban bu yönüyle bir nevi kardeş kanı / insan kanı akıtmaktır.

Aslında Kurban bayramında kardeş kanı akıtma geleneği tüm çılgınlığıyla devam ediyor.

Kardeş kanı akıtmak tabiri bu noktada çok önemlidir.

Kabil, kardeşi Habil’i öldürmek için kanını akıttı.

Kan, burada bir simgedir. Asıl olan Habil’in öldürülmesidir.

Öldürmek için illa kanın akması gerekmiyor. Kan akıtma tabiri öldürmeyi işaret etmek üzere bir deyim olarak kullanılıyor. Malumunuz; benzer bir deyim de “kanına girmek” şeklinde yaygındır.

Evet, Kabil, Habil’in kanına girdi. Onu kıskandı ve öldürdü.

Öldürme, kanına girme, kardeş kanını akıtma işi bugün biraz veçhe değiştirerek de olsa devam ediyor.

Bunu açıklayacağız ama önce şu hayvan kesme meselesine biraz değinelim.

Öncelikle şunu baştan söyleyelim ki, Kur’an’da havyan kesme anlamında kurban ibadeti vardır. Yoktur diyenler, gerçeği saptırıyor. Ama gerçeği saptıran bir başka kesim daha var. Onlar da kurban ibadetini her koşulda yalnızca hayvan kesmek olarak anlatanlardır.

Peki, gerçek nedir?

Evet, kurban ibadetinin temeli ve aslı hayvan kesmektir. Bu cümle doğru bir cümledir. Ancak bu cümle, her koşulda, her yerde ve her zaman doğru değildir.

Kurbanın hayvan kesmeye dayanması, hayvanların en büyük ve en önemli servet olarak işlev gördüğü toplumlarda ve zaman dilimlerinde söz konusudur.

Evet, İslam’ın doğuş yıllarında ve o yıllardan yüzyıllar öncesine değin en büyük servet, sahip olunan hayvan sürüleridir. Hatta altın ve gümüş gibi servet göstergesi unsurların el değiştirmesi ve tedavülü de çoğunlukla hayvan alım satımıyla gerçekleşmekteydi. Dolayısıyla hayvanlar, ticari ve toplumsal yaşamda ekonominin en baskın unsuru olarak rol oynamışlardır. En önemli besin kaynağı da hayvanlar olmuştur. Bu nedenle en büyük ekonomik değer olan hayvanların kurban olarak kesilmesinin yine çok büyük ekonomik bir anlamı olmaktaydı. İşte böylesi bir toplumsal ve iktisadi atmosferde insanların sahip oldukları hayvanlardan bir kısmını keserek yoksullara dağıtması, yoksul ile varsıl arasındaki mesafenin kapatılması ve her iki kesimin gelirce, besince birbirine yaklaşması, kurbanın gerçek manasını yansıtmaktaydı. Kurbanın kelime anlamı olan yakınlaşma ifadesi de bu durumu çok net bir biçimde ortaya koymaktadır.

Aynı şekilde Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı gibi yıllık zekât ibadetinin de yerine getirildiği bir zaman dilimidir. Böylece verilen zekâtlarla, kesilen kurbanlarla yoksul ve varsıl arasındaki mesafenin kapatılması yahut bir nebze azaltılması amacı kendini göstermektedir.

Bu noktada Kur’an’da sıkça geçen “infak” kavramına değinmek şarttır. Zira bu kavram, Kurban Bayramının ve kurban ibadetinin en önemli unsurudur.

İnfak, kişinin sahip olduğu ekonomik değerleri yoksullarla paylaşması, onlara yardım olarak vermesi demektir. Buradan bakılınca infakın en önemli aracı da yine bir zamanlar en önemli ekonomik değer olan hayvanların yoksullarla paylaşılmasıdır. Elindeki malı – serveti yani ekonomik değerleri yoksullarla paylaşmayan kişi, yani infak etmeyen kişi mümin değil münafıktır. İnfak ile münafık arasında da anlam ilişkisi vardır. Zira ikisi de aynı kökten gelmektedir. Bu nedenle münafık bir yönüyle de aslında infak etmeyen kişi demektir.

Bakınız; infak ve iman arasındaki ilişki bir Kur’an ayetinde nasıl ifade ediliyor;

“Onlar ki gizli olana inanır, içtenlikle yakarır ve kendilerine yaşamlık olarak verdiklerimizden yardımda bulunurlar.”(Dişi Sığır Bölümü 3. Söz / Bakara Suresi 3. Ayet, Anlamak İçin Türkçe Kur’an, s. 24.)

Ayette geçen “yardımda bulunmak” ifadesi Kur’an’ın özgün metninde İNFAK kelimesi ile ifade edilmektedir. İnfak sözcüğünün fiil hali olan “yunfikûn = infak ederler” ifadesi ayette yardımda bulunmak, paylaşmak manasını taşımaktadır.

Evet, gerçek mümin; elindeki malını, servetini yani ekonomik değeri olan şeyleri yoksullarla paylaşan diğer bir deyişle infak eden kişidir.

İşte; kurbanın aslı infaktır. Yoksul ile varsıl arasındaki gelir ve servet farkını azaltmak yahut mümkünse ortadan kaldırmaktır. Her yıl kutlanan Kurban Bayramındaki amaç, bir yıl boyunca açılan mesafeyi kapatmaktır. Peki, gerçekte Kurban Bayramında bu mesafenin kapatılması noktasında kayda değer bir şey yapılıyor mu? Gerçekten Kurban Bayramında yoksul ve varsıl arasındaki ekonomik mesafe azalıyor yahut kapanıyor mu? Gelir dağılımı konusundaki feci tablo bir nebze olsun düzeliyor mu?

Varsıllar yoksullara YAKINLAŞIYOR MU?

Anımsayalım; kurban kesme konusunda dince yükümlülük sahibi olanlar kimlerdir?

El cevap; varsıllardır yani zenginlerdir.

Demek ki yakınlaşmakla emrolunanlar da zenginlerdir. Zira zenginleşmek, Allah’tan uzaklaşmaktır. Çünkü zenginleşmek, birilerinin fakirleşmesi üzerine bina edilir. Bu, kaçınılmaz olarak böyledir. Birileri fakirleşmeden başka birilerinin zenginleşmesi mümkün değildir. Zenginleşmek ise, doğal olandan uzaklaşmaktır. Doğal olan yahut diğer bir deyimle fıtri olan, eşit paylaşımdır. Eşit paylaşımın olmadığı yer fıtrattan uzaklaşmanın yaşandığı yani doğal dengenin bozulmasının söz konusu olduğu yerdir.

O halde zenginler, zenginleşmek suretiyle uzaklaştıkları Allah’a yaklaşmakla emrolunmaktadır. Bu da her yıl kutlanan Kurban Bayramında gerçekleşmelidir. Kurban Bayramı bir yıllık servet birikiminin sorgulanması ve açığa çıkan çarpıklığın giderilmeye çalışılması için ikame edilmiş bir bayramdır.

Allah’a yaklaşmak kavramı da doğru anlaşılmalıdır.

Allah’a yaklaşmak, fiziki yani bedensel bir yaklaşma olarak düşünülemez. Zira bunun için Allah’ın ontolojik bir varlık olması gerekir. Oysa Allah ontolojik manada bir varlık değildir. Zira Allah, varlıklar dünyasının dışında yani aşkın bir varlık değildir. O, varlıklar âleminin içindedir. Allah, evren ve insan bir bütündür. Allah’a yaklaşmak demek, bu bağlamda tabii olana yani doğal olana, fıtri olana dönmek demektir. Allah’a yaklaşmak demek, insana yaklaşmak demektir.

Allah’a yaklaşan kişi takva sahibi olur. Takva, Allah’a olan bağlılığın, ona itaatin ifadesidir. Takva sahibi olmak için servet sahibi olmamak şarttır. Servet sahibi bir kimsenin takva sahibi olabilmesi için Allah yolunda servetini gerekirse bir kalemde feda etmesi yani KURBAN ETMESİ gerekmektedir.

Nitekim bu durumun Kur’an’da apaçık bir biçimde ifade edildiğini görüyoruz;

“Onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Fakat, ona sizin bağlılığınız ulaşacaktır...”(Kutsal Ziyaret Bölümü 37. Söz / Hac Suresi 37. Ayet, Anlamak İçin Türkçe Kur’an, s. 277)

Bu ayette “takva” ifadesini Allah’a olan BAĞLILIK olarak çevirdik. Nitekim görüleceği üzere Kurban ibadetinde asıl olan hayvan kesmek değil Allah’a yaklaşmaktır. Hayvan keserek böylece servetinin bir kısmını yoksullara dağıtmak bir zamanların ekonomik koşulları gereği, Allah’a yaklaşmanın bir vesilesi idi. Bugün için bu durumun değiştiğini görememek apaçık bir körlük değil midir?

Zira günümüzde en büyük ekonomik değer olarak hayvanlar değil başka endüstri ve sanayi ürünleri söz konusudur. Hayvanlar artık baskın bir servet ölçüsü değildir. Dolayısıyla bir toplumda yahut bir zaman diliminde en büyük, en baskın ekonomik değer ne ise kurban ibadeti, onları Allah yolunda feda ederek yani kurban ederek gerçekleştirilir.

Bugün, servet göstergesi olan ekonomik değerleri yoksullarla paylaşarak gerçekleştirilmesi gereken kurban ibadeti maalesef yerine getiriliyor değildir.

Tam tersine bugün bazılarınca Kurban Bayramı bile servete servet katmanın bir aracı olarak kullanılıyor. Kurban derisi, kurban bağışı vb. adlar altında nice sözde vakıflar, sözde dernekler aracılığıyla birileri zenginleşmeye devam ediyor. Varsıl ile yoksul arasındaki mesafenin kapatılması şöyle dursun mesafe daha da açılıyor ve gelir dağılımı bir uçurum olarak korkutucu boyutlara ulaşıyor.

Bakın; her yıl kutlanan sözde Kurban Bayramına rağmen dünyadaki ve Türkiye’deki servet ve gelir dağılımı tablosu şu şekildedir:

Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı günlük 2,5 ABD dolarının altında yani takriben 35 Türk Lirası bir gelirle yaşamaktadır. Dünya genelinde insanların asgari %80’i günlük, 10 ABD dolarının altında bir gelirle yaşamlarını sürdürmektedir. Dünyanın en zengin %20’si dünya gelirinin %75’ine sahiptir.

Türkiye’de gelir dağılımı ile ilgili olarak 1987-2013 yılları arasında yapılan araştırmalarda ise her yıl 100 birimlik gelirin yaklaşık yarısını nüfusun en zengin %20’sinin aldığı görülmektedir. Aynı dönemde nüfusun en fakir %20’si ise her yıl 100 birimlik gelirin ortalama %5,5’ini yani yaklaşık 20’de 1’ini almıştır.

Türkiye, OECD’ye üye 34 ülke arasında en zengin %10 ile en fakir %10 arasındaki gelir farkının en yüksek olduğu 31. ülke konumundadır. Gelir dağılımında eşitsizliğin farklı bir göstergesi olan Gini* (Gini katsayısı, bir ülkede milli gelir dağılımının eşit olup olmadığını ölçmeye yarayan bir katsayıdır. Katsayı 0 ile 1 arasında değerler alır ve yüksek değerler daha büyük eşitsizliğe tekabül eder. Sözgelimi; herkesin aynı gelire sahip olduğu bir toplumun Gini katsayısı 0 iken tüm gelirin bir kişide toplandığı -birden çok kişinin mensup olduğu- toplumun bu katsayısı 1'dir.) Katsayısının Türkiye’de 1987-2013 yılları arasındaki ortalama değeri 0,40’tır. Türkiye’nin 0,40’lık Gini Katsayısı, uluslararası mali kuruluşlar (IMF, WB, OECD, UNDP, vb.) tarafından Gini Katsayısı için ideal değer olarak kabul edilen 0,25 değerinden oldukça yüksektir. 2011 yılında Türkiye, OECD’ye üye 34 ülke arasında 0,412 Gini Katsayısı oranıyla gelir dağılımı adaletinin sağlanmasında 32. ülke konumundadır. (Dr. Fatih Yar, Global Analiz 2, Türkiye’de Gelir Dağılımı ve Yoksulluk, Nisan 2015)

Görüleceği üzere her yıl kutlanan sözde Kurban Bayramına rağmen hem Türkiye’de hem de tüm dünyada yoksulluk, günümüzün en çarpıcı ve en yürek yakıcı gerçekleri arasında yer almaya devam etmektedir.

Dolayısıyla Kurban Bayramı Allah’a yaklaşma bayramı değil apaçık bir biçimde ona kafa tutma, ondan uzaklaşma bayramı haline çevrilmiş durumdadır.

Allah inancını doğru bir zemine koyamayanlar yani doğru bir Allah tasavvuruna sahip olamayanlar ona yaklaşıyorum derken aslında ondan hızla uzaklaşmaya devam etmektedirler. Dolayısıyla da bugün kutlanan sözde Kurban Bayramı büyük ölçüde şirk dinin bayramıdır. Bir kez daha ifade edelim; gerçek şu ki, bugün İslam’ın istediği bir bayram kutlaması yapılıyor değildir. Tevhid inancına uygun bir bayram kutlaması yapılabilmesi için şirk dininin bir ritüeli haline dönüşmüş olan aktüel bayram etkinliklerine cepheden karşı çıkmak şarttır. Şirki ortadan kaldırıp tevhidi egemen kılacak şekilde bir bayram kutlaması için hem şirkin manasını hem de tevhidin manasını iyi kavramak ve bu zeminde doğru bir Allah itikadına sahip olmak gerekiyor. Şirk fıtri olana, doğal olana yabancılaşmak, eşitliği bozmak, tabii dengeyi tahrip etmek demektir. Tevhid ise birleme, birlenme, eşitlenme, tabii olana dönme, fıtrata uygun davranma demektir. Bu da Allah’ı varlıklar dünyasında düşünme, onu evren ve insanda bulma duygu ve bilgisine yönelmekle olur.

O halde gerçeği bilelim ve inancımızı doğru bir zemine oturtalım.

Allah; bize uzak değildir.

Allah; içimizdedir, biz de onun içindeyiz.

Allah; yaşamımızın kendisidir.

Allah; alın terimizdir, emeğimizdir.

Allah; topraktadır, fabrikadadır, okuldadır.

Allah; acılarımız, sevinçlerimiz, direncimiz, isyanımızdır.

Allah; bizim zulme karşı ayağa kalkışımız, diktatörlere boyun eğmeyişimizdir.

Allah; vicdanımızdır, aklımızdır, damarımızda dolaşan kandır.

Evet o, varlıklar dünyasının dışında değil âlemin içinde hatta şah damarımızdan daha yakındadır. Öyle ki, her birimiz onun küllî varlığının bir zerresiyiz.

Allah’a yaklaşmak demek insana ve tabiî olana yaklaşmak demektir. Bu bilinçle bayram kutlaması yaptığımız günlerin gelmesi için de tıpkı peygamberimiz Hazreti Muhammed’in 7. Yüzyılda yaptığı devrim gibi bir devrim yapmamız ve Muhammedî İslam düşüncesini egemen kılmamız şarttır.

Bu noktada kurban ibadetinin hacla ilgisi üzerinde de durmak gerekiyor.

İslam’ın ilk dönemlerinde hac ibadeti için Mekke’ye gelen binlerce, on binlerce insanın besin gereksinimini karşılamak için hayvanların kurban olarak kesilmesi gerekiyordu. Dolayısıyla Kurban Bayramında hayvan kesme ritüelinin köklerinden biri de bu gereksinimdir. Bu gerçeği bilerek Kurban, hayvan kesmek değildir, söyleminin biraz düzeltilmeye ihtiyacı bulunduğu açıktır. Hac ibadeti ile kurban kesme arasındaki ilişki, ilgili Kur’an ayetlerinde açıkça ortaya konulmaktadır. Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için söz konusu ayetlere müracaat edilebilir.

Ancak burada, Kevser Suresi’ndeki kurbanla ilgili ifadeye değinmekte yarar var.

“...Öyleyse rabbin için namaz kıl ve kurban kes...” diye çevrilen ayetlerdeki mana aslında doğru anlaşılmıyor.

Namaz kılmak Allah’a saygı sunmaktır. Allah’a saygı sunmanın en geniş ifadesi de ona kulluk etmektir. Nitekim bu nedenle biz “Anlamak İçin Türkçe Kur’an” adlı çevirimizde; “...Öyleyse rabbine kulluk et ve kurban kes...” ifadesini kullandık. Ayette kurban kes emri mevcuttur. Ama bu, yalnızca hayvan kes anlamına gelmemektedir. Yazımızın evvelki bölümlerinde de ifade ettiğimiz üzere bu ayetteki kurban kes buyruğunu artık “servet kes!” biçiminde anlamak durumundayız ki İslam’ın çağlar üstü iletisini doğru kavramış olabilelim.

Gelelim kardeş kanının akıtılması meselesine...

Yazımızın yukarıdaki bölümlerinde böyle bir ifade dile getirmiştik. Kabil’in kardeşini katlettiğini yazmıştık. Zira Kabil’in kurbanı kabul edilmemiş ama Habil’in kurbanı kabul edilmişti. Böylece, Kabil’in kıskançlık çukuruna yuvarlanarak kardeşi Habil’i öldürdüğünü aktarmıştık. Ve demiştik ki, Kurban Bayramında kan akıtmanın kökenlerinden biri de buna dayanmaktadır.

Evet, hâlâ kardeş kanı akıtılmaya devam etmektedir. Servet davası için öldürülen kardeşlerin feryadını serveti paylaşma, dağıtma, infak etme bayramı olan Kurban Bayramı bile bastıramamaktadır.

Evvelce insanlar totemlerin önünde birbirlerini keserek kurban ediyorlardı. Böylece ilahlarına kurban sunuyorlardı. Bugün o totemlerin yerini başka totemler aldı.

Ve bugün o totemlere de insanlar, kesilerek, katledilerek kurban şeklinde sunuluyor.

Gökdelenleri, büyük fabrikaları, madenleri, tersaneleri, AVM inşaatlarını aklınıza getiriniz. Bunlar bazı insanlar için modern dönemin bir nevi totemleridir. Bunların yapımı sırasında yahut maden işçiliği gibi başka bazı iş alanlarında iş kazası adı altında yüzlerce insan öldürülüyor. Ve bu insanlar, geçmiş zamanlardaki kurbanlar gibi servet sahibi patronlar tarafından kendi inşa ettikleri totemlere kurban olarak sunulmaya devam ediyor.

Hiç kimse öldürülen o insanların kanının hesabını sormuyor. Hatta bu sözde iş kazaları, “bu ölümler, işin fıtratında var!” denilerek meşrulaştırılıyor. Kan akmaya devam ediyor. Kardeş kanı su gibi akıtılırken o patronların hiçbiri gerçek anlamda Kurban Bayramı kutlamıyor.

Hiçbir zengin, hiçbir patron, hiçbir sermaye sahibi hiçbir Kurban Bayramında servetini yoksullarla paylaşmıyor yani kurban kesmiyor, yani Allah’a yaklaşmaya yanaşmıyor. Tam tersine Allah’a isyan etmeye devam ediyor. Hatta bu isyanını hayvan keserek yahut kestirerek, sözde kurban bağışı yaparak gizlemeye çalışıyor. Oysa kurban kesmenin aslında SERVET KESMEK olduğunu ifade etmiştik.

Evet, her Kurban Bayramında görüyorum ki bir önceki Kurban Bayramına göre yoksul ile varsıl arasındaki uçurum daha da büyümekte. Dolayısıyla Kurban Bayramları artık Allah’a yaklaşma değil ondan uzaklaşma, ama bunu da hayvan keserek gizleme bayramlarına dönüşmüş durumda.

Ey servet sahibi münafıklar!

Ey yalılarda, rezidanslarda, saraylarda keyif çatanlar,

Kurban Bayramında hayvan keserek yahut bağış yapıp hayvan kestirerek gizlemeye çalıştığınız şirk tapınmanızı, müşrikliğinizi deşifre ediyorum.

Zira hiçbiriniz servetini yoksullarla paylaşmaya yanaşmıyor.

Zira hiçbiriniz iş kazaları adı altında dökülen kardeş kanından elem duyup nedamet belirtmiyor.

Zira hiçbiriniz asgari ücret verdiği işçilerinin perişan halinden utanmıyor.

Zira hiçbiriniz Allah’a inanmıyor. Belki inandığını sanıyor.

Bu şartlar altında Kurban bayramınızın kutlu olması mümkün değildir!

Çünkü yolunuz Hazreti Muhammed’in yolu değildir.

Yolunuz Hazreti Ali’nin yolu değildir.

Bu arada gerek camilerde gerekse cem evlerinde toplanıp ibadet eden, asgari ücretle yahut ondan biraz fazla bir gelirle geçinmeye çalışıp da Kurban Bayramında kurban kesmeye gayret eden yoksul müminlerdeki imanı selamlıyorum. Onlar da Kurban Bayramındaki mesajı anlayabilmiş değiller ama en azından çok samimi bir şekilde davranıyorlar. Onların imanından asla şüphe etmiyorum. Ama onlar servet sahiplerinden haklarını talep etmekle yükümlü olanlardır. Onlar münafıklara karşı başkaldırıp “Kurban Bayramı eşitlenme bayramıdır,” diye haykırıp, servet sahiplerine; “Bizimle eşitlenmek zorundasınız! Zira ancak böyle Allah’a yaklaşabilirsiniz!” demelidir.

Kurban Bayramı’nın gerçek anlamının kavrandığı nice bayramlarda buluşmak dileğiyle…

Bayramınız kutlu olsun…

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }