Allah’ın sosyalisti

Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin Mahmut… Tarihe adını silinmez yazılarla yazdıran büyük devrimci. Bildiğiniz üzere sultanlar, tarih boyu kendilerini “Allah’ın Yeryüzündeki Gölgesi” olarak niteledi yahut niteletti. Biz de Bedrettin’i o gölgelere karşı başkaldıran bir devrimci olarak “Allah’ın sosyalisti” diye niteliyoruz. Bu diyemin (ifade) Ali Şeriatî’ye ait “Allahperest sosyalist” söylemini çağrıştırdığının elbette ayırdındayız.  

Bedrettin, henüz sosyalizm bir çağdaş politik ideoloji olarak ortada yokken toplumcu düşünceleriyle, yaşadığı coğrafyayı ve toplumu derinden etkileyen bir düşün ve eylem adamıdır. Kimileri onun toplumcu düşüncelere sahip olmadığını, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal adlı iki büyük yanlısının böylesi düşünceler içinde olduğunu ileri sürer. Ancak gerçek şu ki Bedrettin başkaldırısı, kesinlikle toplumcu bir başkaldırıdır. Bedrettin’in en büyük yardımcıları da yine kuşku yok ki Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’dir. Onun en önemli destekçilerinden biri de Osmanlı şehzadesi Musa Çelebi idi. Musa Çelebi erk savaşımını yitirince Bedrettin önemli bir destekçisinden oldu. Ne var ki gerçek savaşım ve başkaldırı sonra başlayacaktı.

Şeyh Bedrettin’in yaşamına ilişkin bilgilerin önemli bir bölümü torunu Hafız Halil’in yazdığı Menakıbname’den gelir. Buna göre, Bedrettin’in soyu Selçuklulara dayanır. Atası Abdülaziz, Osmanlı Beyliğinin Rumeli fethine katılmış ve Dimetoka’da yapılan savaşta yaşamını yitirmiştir. Franz Babinger’e göre 2. İzzettin Keykavus’un kardeşi olan Abdülaziz’in Musevi kökenli Müslüman hanımından olan İsrail adlı oğlu, Dimetoka Kalesi Rum Beyi’nin kızı Melek Hatun ile evlenmiş ve Bedrettin bu evlilikten doğmuştur.       

Şeyh Bedrettin, eğitim çağına gelince Bursa'ya gelerek ders arkadaşı Bursalı Kadızade Rumî diye bilinen Musa ile birlikte onun babası Bursa kadısı Koca Mahmud efendiden, daha sonra da Konya'da Allame Feyzullah'dan ders almıştır. Buradan sonra ilk olarak Suriye'ye, sonrasında Kahire'ye gitmiştir. Burada Mübarekşah Mantıkî'den ilahiyat, felsefe ve mantık okuyarak yüksek eğitimini tamamlamış ve yine bu arada Kahire’de yalıtık durumda yaşayan Hüseyin Ahlati'den de tasavvuf okumuştur. Onun emriyle Tebriz'e ve sonrasında Kazvin'e giderek Batınîlik inancını öğrenerek Kahire'ye dönmüştür. Şeyh Bedrettin, Memluk sultanı Berkuk'un saygı gösterdiği Hüseyin Ahlatî'nin salık vermesiyle sultanın oğlu Ferenc'in hocalığına atanmış ve burada bulunduğu sırada fıkıh yapıtlarını yazmaya başlamış ve 1397'de şeyhinin ölmesi üzerine onun yerine şeyh olduktan bir süre sonra Anadolu'ya dönmüştür. Anadolu'ya geldiği zaman, yerleşim yerlerini dolaşarak tasavvufî görüşlerini yaymaya başlamıştır. 

Şeyh Bedrettin, Anadolu’da, önce Karaman ve Germiyan Beyliklerinin topraklarına gider. Gittiği yerlerde tanınmaktadır. Buradan Menderes Vadisi boyunca ilerleyerek Aydın'a gelir. Menakıbname'ye göre yolu üzerindeki Nizar köyünde en önemli yanlılarından Börklüce Mustafa ile tanışır. Daha sonra Tire üzerinden İzmir'e geçer. Menakıbname'de İzmir'den Hristiyan nüfuslu Ceneviz egemenliğindeki Sakız Adası'na geçtiği anlatılır. Kütahya ve Domaniç üzerinden Bursa'ya yaptığı yolculuğu sırasında Sürme köyünde diğer önemli yanlısı Torlak Kemal ile tanışır.

Rumeli'ye geçerek  Edirne'ye yerleşen Şeyh Bedrettin burada kendisini ziyarete gelenlerle görüşerek çalışmalarını genişletir. Şeyh Bedrettin'in bu çalışmaları Osmanlı Devleti’nin parçalanıp şehzadelerin birbirleriyle mücadele ettiği döneme denk gelmiştir. Derin bilgisi ve erdemi çevrede duyulmuş ve Edirne'de egemenliğini ilan etmiş olan Musa Çelebi tarafından 1411 yılında kazasker olarak atanmıştır. Çelebi Mehmet, kardeşi Musa Çelebi karşısında galip gelip 1413 yılında padişah olunca Şeyh Bedrettin kazaskerlik görevinden alınmış, bilgi ve erdemine saygı duyulduğundan maaş bağlanarak İznik'te oturtulmuştur. Şeyh Bedrettin, eski yanlıları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in çalışmalarını ayrı ayrı yerlerde (Aydın ve Manisa) arttırdıklarını duyunca hacca gitmek gerekçesiyle çocuklarını bırakarak önce Kastamonu'ya, oradan da Sinop'a geçmiştir.

1416 yılının yaz aylarında maiyeti ile birlikte Kırım'a geçmek üzere gemiyle Sinop limanından ayrılmış, ancak aynı sıralarda o bölgede Trabzon İmparatorluğu ve Ceneviz donanmaları arasındaki mevcut savaş durumu nedeniyle oraya ulaşamamıştır. Bunun üzerine zorunlu olarak yönünü Karadeniz'in batı kıyılarına çevirmiş ve Eflak voyvodasına sığınmıştır.]

Daha sonra Eflak'tan ayrılıp, Osmanlı topraklarına geçmiş ve Silistre, Dobruca dolaylarına görüşlerini yayarak çok sayıda görüşdaş kazandıktan sonra ayaklanmanın merkezi olarak Deliorman'ı seçmiştir. Şeyh Bedrettin üç ayrı yerde birden yanlılarıyla birlikte ayaklanma başlatmıştır. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in başkaldırılarının bastırılması sonucu Şeyh Bedrettin ve yanındakilerin moralleri bozulmuş ve şeyhin çevresindekilerin bir bölümü dağılmıştır. Bir çatışmanın ardından tutsak düşen Şeyh Bedrettin, padişahın bulunduğu Serez'e gönderilmiş ve burada yargılanarak 1420 yılında idam edilmiştir. İdam edildiğinde tarihler 18 Aralık’ı gösteriyordu.

Kazaskerliği sırasında kethüda olarak yanına aldığı Börklüce Mustafa, Bedrettin'in sürgüne gitmesiyle birlikte Aydın'a döner. Burada Osmanlı idaresinden memnun olmayan köylüleri ve yoksul dervişleri etrafına toplayarak başkaldırır. Başkaldırının merkezi Karaburun Yarımadası'dır. Başkaldıran devrimcilerin sayısını Bizanslı tarihçi Dukas, 6.000, Osmanlı tarihçilerinden Şükrullah bin Şehabettin 4.000, İdris-i Bitlisî ise 10.000 olarak verir. Devrim başkaldırısını bastırmak üzere harekete geçen Saruhan Beyinin ordusu bozguna uğrar. Bunun üzerine Sultan Çelebi Mehmet, oğlu Murat ile veziri Beyazıt Paşa'yı bölgeye yollar. Başkaldırı bastırılır, devrimciler Börklüce Mustafa'nın gözü önünde kılıçtan geçirilir. Börklüce Mustafa ise bir deve üzerinde çarmıha gerilerek şehit edilir ve cesedi şehirde dolaştırılır.

Börklüce’nin devrim başkaldırısıyla aynı zamanlarda, Manisa dolayında Torlak Kemal önderliğinde bir başkaldırı daha patlar. Daha küçük olan bu başkaldırı da şiddetle bastırılır ve devrimciler şehit edilir.

Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in devrim başkaldırıları Şeyh Bedrettin'in onayıyla gerçekleşmiştir. Niyesi onların, Şeyh Bedrettin hazretlerinin yanlıları olduğu konusunda tüm kaynaklar görüş birliği içindedir.

Büyük toplumcu önder Şeyh Bedrettin gizlice Sinop limanından Rumeli'ye geçer ve Deliroman bölgesinde, Alevi Türkmenlerin yoğun yaşadığı yerleşimlerde çalışmalarını yürütür. Üzerine gönderilen Osmanlı güçleri başkaldırıyı bastırır ve yukarıda da belirttiğimiz üzere Şeyh Bedrettin hazretleri tutsak düşer. Serez 'e, padişah I. Mehmet 'in huzuruna getirilir. I. Mehmet, Şeyh Bedrettin'in idamını infaz etmeden önce işbirlikçi sözde ulemaya danışır ve fetva ister. Şeyhülislam ve beraberindekilerin kararı idam yönünde olur. Büyük toplumcu önder Şeyh Bedrettin 1420'de Serez çarşısında Allah adına, şeriat uğruna idam edilir.

Şeyh Bedrettin, bir şeriat bilgini olarak çıktığı yola bir sufî olarak devam etmiş, yazdığı kitaplarla ve ortaya koyduğu eylemleriyle tarihe büyük bir toplumcu önder olarak geçmiştir. Ünlü Varidat adlı yapıtında İslam’ın kimi inanç ve ibadetlerini yeniden yorumlamış, şeriat bilginlerini hayrete düşüren içsel açıklamalarla yeni bir dinsel anlayış geliştirmiştir. Hiç kuşku yok ki Şeyh Bedrettin İslam tasavvufunun en önemli adlarından biridir.

Hafız Halil’in kaleme aldığı Menakıbname’de aktarıldığına göre;  Şeyh Bedrettin,  Kur’an okumakta ve namaz kılmakta iken yakalanmış ve tutsak düşmüştür. Son duasında, Tanrı’yı kastederek “Mülk onun, hüküm onun!” demiş ve darağacına yürürken de “lailahaillallah” diyerek ilerlemiş,  urgan boynuna geçirilip asılırken de üç kez “Allahuekber” diye haykırmıştır.

Şeyh Bedrettin’in düşünsel kimliği, Abdülbakî Gölpınarlı’nın deyimi (tabiri) ile varlık birliği (Vahdet-i vücud) ve ortaklaşacılık (iştirak) idi. Bedrettin, Serez çarşısında asıldığında 56 yaşında idi. Onu çırılçıplak olarak astılar. Yoldaşları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal de katledildi. Börklüce’yi çarmıha gerip deve üzerinde gezdirerek işkenceyle katlettiler.  Yanı sıra İzmir Karaburun’daki devrimci başkaldırıya katılan ve tutsak düşen 2 bin devrimciyi de kafalarını keserek öldürdüler. Torlak Kemal ise Manisa’da binlerce kişiyle birlikte boynu vurularak öldürüldü. 

Gerçek şu ki, şeriatçılar Bedrettin’i, Börklüce’yi, Torlak Kemal’i ve binlerce devrimciyi Allah adına işkence ederek katletti. Onlar yani devrimcileri öldüren şeriatçılar, Allah adına cinayet işleyen ve katliam yapan canilerdi. O canilerin önderi dönemin padişahı Mehmet Çelebi idi. Mehmet Çelebi yahut I. Mehmet’in Şeyh Bedrettin’e öfkesi yalnızca onu öldürmekle sınırlı değildi. Kitaplarını bile yakıp yok ederek Bedrettin’in izlerini tümüyle silmek istemişti. Peki, neden? Bedrettin gerçekte neyi simgeliyordu?

Şeyh Bedrettin, Hazreti Muhammed, Hazreti Ali, Ebu Zer Gıfarî ve Hazreti Hüseyin’den beri gelen bir izleğin sürdürücüsüdür. Bu izlek, Horasanlı Ebu Müslim’den Mutezile düşünürlerine, Ebu Hanife’ye, Zenc Başkaldırısından Karmatiler’e, İsmaililer’den Hürremiler’e, İmaduddin Nesimî’den Şahkulu’na, Babalılardan Celalîlere değin uzanan bir çizgidir.

Şeyh Bedrettin’in düşünsel kimliğinin oluşumunda etkili olan kimi olaylar vardır. Bunlardan biri Bursa’da medrese öğrencisi iken Yahudi ilahiyatçısı Elisayos’un yine Yahudi hahamlar kurulunca yakılarak öldürülmesi olayıdır. Elisayos, dinlerin vicdanî birliğine inanıyor, ibadet ve ibadethane gibi farklılıklar kaldırılınca gerçekte dinlerin hepsi birdir, diyordu. O bu sözüyle yalnızca Yahudi din adamlarının değil Hıristiyan din adamlarının ve yanı sıra Müslüman saray bilginlerinin de öfkesini üzerine çekmişti.  Onu hemen çoktanrıcılıkla başka bir deyişle putperestlikle suçladılar. Yakılarak öldürülmesi kararının uygulanmasını engellemeye Bursa kadısının bile gücü yetmedi. Bu olay Bedrettin’in inanç ve düşünce dünyasında derin etkiler oluşturdu. O da Eliyasos’tan esinle dinlerin birliğini, şeklin önemli olmadığını, hoşgörünün önemli olduğunu savunma anlayışına yöneldi. Bu yöneliş onda varlık birliği (vahdet-i vücud) inancının ortaya çıkmasına yol açmış ve Bedrettin şeriatın savlarını geçersizleyen bir yola girmiştir.

Şeyh Bedrettin, Kahire yıllarında Memlük sultanı Berkuk’un şaşalı sarayında gördükleriyle birlikte Şeyh Ahlatî’nin ve Kaygusuz Abdal’ın devrimci sufî düşüncelerinden de etkilenmiştir. Öyle ki, bir süre sonra kitaplarını ve üzerinde ne kadar mal mülk varsa hepsini Nil Irmağına atarak tek kumaşlık bir derviş abasıyla dolaşmaya başlamıştır.

Şeyh Bedrettin, Kuzey Afrikalı İbn Haldun, Çek Hıristiyan rahibi Jean Huss ve Azerbaycanlı İmaduddin Nesimî ile aynı çağda yaşamıştır.  Dolayısıyla bu düşünürlerin düşüncelerinden de etkilenmiştir.

İbn Haldun (1332- 1406) tarihin akış yasalarını sezdi. Bunları Muakddime’de dile getirdi. Ona göre tarih, üretim araçlarına sahip olan Hadariler ile bunlara sahip olamayan Bedeviler arasındaki savaştan ibarettir.  O aynı zamanda insan yaşamındaki biricik değerinin emek olduğu saptamasını da yaptı. Şeyh Bedrettin Kahire yıllarında İbn Haldun’la görüştü ve ona büyük hayranlık duydu.

Jean Huss (1369-1415), kilisenin dünyevi mal varlığını, din adamlarının paraya doymazlığını ve çürümüşlüğünü anlatıyordu. Dünyevileşmiş olan kilisenin bir reformdan geçmesi gerektiğini coşku içinde savunuyordu. Dinsel konularda son karar vericinin Papa olmasına karşı çıkıyor, kaynağın ve gücün yalnızca İncil olduğunu ileri sürüyordu. Jean Huss, John Wyclif’ten kader anlayışını devralmış, buna herkesin kendi ulusal dilinde ibadet etmesi anlayışını eklemişti. İşte bu ve benzeri görüşlerinden ötürü Jean Huss, kilise tarafından yakılarak öldürüldü.

Öte yandan İmaduddin Nesimi (1369-1417), “Mende sığar iki cihan, men bu cihana sığmazam,” diyerek toplumsal özgürlüğün kökünün gerçekte ruhsal özgürlük olduğunu dile getirmişti.

Egemen güçlerin sözcülüğünü yapan saray tarihçileri Şeyh Bedrettin’i, “isyankâr zındık” diye tanıtır. Oysa gerçeğin kesinlikle öyle olmadığını apaçık bir biçimde biliyoruz. 

Hikmet Kıvılcımlı, Şeyh Bedrettin’i anlattığı yapıtının 9. Sayfasında Bedrettin’i şöyle değerlendirir:

“Şeyh Bedrettin’in zamanına değin uygarlıklar dıştan gelen barbar akınlarıyla –tarihsel devrimle- yıkılırlardı. Aksak Timur’un Yıldırım Beyazıt üzerine yaptığı akın tarihsel devrimlerin en sonuncusuydu. Bilinçsiz uygarlık yıkılışları karşısında ilk toplumsal devrimi yapmaya çalışan Modern Çağ’ın müjdecisi Bedrettin, düşünce ile davranışlarını birleştiren büyük bir kişidir. Düşüncelerini Varidat ve Teshil adlı kitaplarında ortaya koymuştur..

Şeyh Bedrettin, gençliğinde uzun yıllar Mısır’da, fıkıh, kelam gibi, zamanın ilimlerini öğrenmişti. O dönemde halkın durumu yürekler acısıydı. 

Osmanlı devleti padişah tarafından yönetilir, padişahın soyca yakınları olanlar, sultan, han, hünkâr ve hünkâr beyleri vb. adlarla ülkenin verimli topraklarını aralarında paylaşıp, topraksız köylüleri köle gibi çalıştırırlardı. Bu köylüler savaşlarda da asker olurlardı. Buna karşılık Şeyh Bedrettin ve yanlıları halkın arasına karışıyor, toprakların onu işleyen, ona alın terini karıştıranların olduğunu, insanların kardeşliğini öğütlüyorlardı. 

Şeyh Bedrettin bir ortaçağ köylü sosyalizmini ortaya koymuştu. Bu konudaki görüşleriyle, kendisinden iki yüzyıl sonra gelecek olan ütopik (düşsel) sosyalizmin kurucusu Thomas More’dan daha ileri görüşlü ve gerçekçiydi…”

Şeyh Bedrettin’in yoldaşları olan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal de toplumcu düşüncelerini halkın arasında yayıyordu. Yinelemek gerekirse gerçek şu ki Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in öncülük ettiği büyük kalkışma tam anlamıyla toplumcu bir başkaldırı devinimiydi.

Şeyh Bedrettin’in kimi sözlerinden örnekler vermek gerekirse…

“İbadetlerin amacı, gönülleri gelip geçici şeylerden sıyırıp, ebedi ve yüce varlığa yöneltmektir. Gelip geçici şeylere bağlı bir gönülle bin yıl namaz kılsan bile, hiçbir sevap elde edemezsin.” 

“Bu beden ölümsüz kalmayacağı gibi, ölümden sonra dağılan organların eski hallerine dönmesi de olanaklı değildir. Ölülerin diriltilmesinden amaç bu değildir.”

“İlahi buyruk, Allah’ın zatını gerektirir. Arap dilinden, telaffuzundan ve harflerinden münezzehtir…”

“Kimileri birbirlerine ibadet ederler; ya da altınlara, paralara, yiyeceklere, üne, şana ibadet ederler. Bilmedikleri için de Allah’a ibadet ettiklerini sanırlar.” 

“Cahiliye döneminde insanlar görünen putlara tapıyorlardı. Bu çağda ise kuruntuya dayalı görünmeyen putlara tapıyorlar. Umulur ki, Allah gerçeği ortaya çıkarır ve ona taparlar; tıpkı Mutlak Varlığa ibadet etmenin gerekli olduğu gibi.” 

Şeyh Bedrettin ve yapıtları üzerine pek çok kitap, makale ve şiir yazıldı. Yaşamına ilişkin sinema filmi de çekildi. 

Bedrettin’in başkaldırısını ve idamını en acıklı ve en destansı bir biçimde anlatan hiç kuşku yok ki büyük toplumcu şair Nazım Hikmet’tir.

Sözlerimizi, “Şeyh Bedrettin Destanı” adlı o etkileyici yapıttan bir bölüm ile sonlandıralım. 

Dönüldü Bedrettin’e

Denildi: “Sen de konuş!”

Denildi: “Ver hesabını ilhadının”

Bedrettin 

baktı kemerlerden dışarı

Dışarıda güneş var

Yeşermiş avluda bir ağacın dalları

Ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar

Bedrettin gülümsedi

Aydınlandı içi gözlerinin,

Dedi:

Madem ki bu kere mağlubuz

netsek, neylesek zaid

Gayrı uzatman sözü,

Madem ki fetva bize aid

verin ki basak bağrına mührümüzü

Yağmur çiseliyor

Korkarak

Yavaş sesle

Bir ihanet konuşması gibi

Yağmur çiseliyor

Beyaz ve çıplak mürted ayaklarının

ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi

Yağmur çiseliyor

Serez’in esnaf çarşısında

Bir bakırcı dükkanının karşısında

Bedrettin’im bir ağaca asılı

Yağmur çiseliyor

Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir

Ve yağmurda ıslanan

yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin

Çırılçıplak etidir

Yağmur çiseliyor

Serez çarşısı dilsiz

Serez çarşısı kör

Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü

Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü

Yağmur çiseliyor

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }