Allah ile aldatma ticareti

Günümüzde din tam anlamıyla bir ticari faaliyet haline dönüşmüş durumda. Aslında bu, İslam tarihinin hemen her aşamasında vardı. Fakat son yıllarda Türkiye’de bu konuda inanılmaz düzeyde bir artış söz konusu. Bunun en büyük sebebi de dinin siyasi alana taşınmasıdır. Siyaset kurumu başat anlamda, dinsel söylemlerin baskın olduğu bir mecraya doğru sürüklendi. 

Mevcut iktidarla birlikte dinle ilintili ticari ürünler ve din üzerinden yapılan ticari faaliyetler, çok çeşitlendi. Dinsel sömürü için yazılan içi boş kitaplar, sanatsal değeri olmayan sözde dinsel musiki ürünleri, peygamberi rüyada gösteren terlik satışları, uyduruk dinsel filmler, helal gıda sertifikaları, geceliği bin dolara umreler, cami yaptırma derneği adı altında toplanan inanılmaz miktarda paralar, sizin hayrınıza bedava Kur’an-ı Kerim dağıtacağız diye insanlardan alınan bağışlar, bir kısım ilahiyatçıların yahut hocaların sunduğu ve karşılığında yüksek miktarda paraların alındığı televizyon ve radyo programları, sözde İslamî evlilik siteleri, sözde faizsiz bankacılık, sözde İslamî tatil otelleri, sözde İslamî rezidanslar vb.  

Din üzerinden siyasi ve ticari kazanç elde etme işinin İslam’ın kadim dönemlerine değin uzandığını biliyoruz. Bu cümleden olarak belirtelim ki, dinin siyasete ve ticarete alet edilmesi özellikle Halife Osman dönemiyle yükselip Muaviye ile birlikte zirve noktaya taşındı. Sonraki dönemde de bu, tüm hızıyla devam etti. 
Elbette ki bu gidişata karşı kaçınılmaz bir tepki de doğdu. 

Nitekim din üzerinden zenginleşme ve lüks bir yaşam sürme temayülüne tepki olarak İslam tarihinde tasavvuf kurumunun doğduğunu görüyoruz. 

Tasavvuf, dünya malına tamah etmeme, zühd içerisinde yaşama ve deyim yerindeyse; “ bir lokma, bir hırka” anlayışını yansıtıyordu. Tasavvuf bu fonksiyonunu yüzyıllarca sürdürdü. Muhalif dinsel hareketler büyük ölçüde tasavvufi / mistik bir anlayış etrafında örgütlendi. Bunu Karmatîlikte, Hasan Sabbah Hareketinde, Şeyh Bedrettin’de vb. çok net bir biçimde görüyoruz.

Açıklıkla ifade edelim ki dinin ticarileşmesi öncelikle siyasileşmesinin bir sonucudur. Hz. Muhammed sonrası ilk dönemde Hz. Ali’nin elinden Fedek Hurmalığının müsadere edilmesi olayı ile birlikte dinin siyasi ve ticari bir faaliyet olarak at başı bir şekilde gittiğini görüyoruz. Bu süreçte Ebu Zer gibi samimi mümin ve yoksul kimseler gidişattan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler ve bunun bedelini de çok ağır bir biçimde ödediler.

Günümüzde dini, ticari bir faaliyet alanı olarak gören ve bu yolda servetler kazanan grupların tarihsel olarak kendilerini bir kısım sufî / mistik hareketlerin devamı gibi takdim etmeleri ise tam anlamıyla bir tenakuzdur. Görülen o ki tasavvuf kurumu da çoktan yozlaşmış durumdadır. 

Aslında dinsel yaşam bütünüyle tam bir yozlaşma yaşıyor. Din, en sefil bir sömürü mekanizmasına dönüşmüş halde sınıfsal ayrımları keskinleştiren ve tahkim eden bir fonksiyon icra ediyor. Bu durum paradoksal bir biçimde gerçekte dinin temel referanslarına da aykırılık teşkil ediyor. İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’da, dinî duyguların ticaret ve siyasete alet edilmesi suretiyle sömürülmesi konusunda dikkat çekici uyarılar mevcut. Dişi Sığır Bölümü 174. Sözde / Bakara Suresi 174. Ayette din sömürüsü üzerinden ticari kazanç elde etmeye çalışanlara şöyle deniliyor: “ Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar karınlarına ateş dolduruyorlar.”

Ama bu konuda en çarpıcı ifade, Yaratan Bölümü 5. Sözde /  Fatır Suresi 5. Ayette ve Lokman Bölümü 33. Sözde / Lokman Suresi 33. Ayette geçen şu sözlerdir:
“… Dikkat edin, aldatıcılar sizi Allah ile aldatmasın!”

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }