Akşener’in kırdığı fay hattında siyasi afet

Tüm ülke insanlarını sarsan büyük depremden yirmi beş gün sonra siyasette büyük fay hattını İyi Parti lideri Meral Akşener çatlattı! On hafta sonra gidilecek seçimlerdeki sonuçları büyük ölçüde etkileyecek olan bu aklı almaz ve insafa sığmaz oyunbozanlık tüm muhalifleri şoka sokarken sadece bir kişiyi ölçüsüz memnun etti!

“Bir arada durmayı, içlerinden bir aday dahi çıkarmayı beceremeyenlere bu ülkenin yönetimi devredilir mi?” diyenleri inadına haklı çıkartan Akşener ülkenin karanlıktan çıkma umuduna telafisi zor bir zarar verdi. İktidar tabanından koptuğu halde hala kararsızlar safında duran yüzde onların üzerindeki kararsız seçmen kitlesi, büyük umutların yüklendiği altılı masa dağılınca kime yönlenir dersiniz?

Yine de umutları yitirmeden ve mücadeleden yılmadan, deprem enkazının altından günler sonra çıkacak yaşamları kucaklama arzusunda olduğu gibi aydınlık mücadelesi sürdürülecektir, sürdürülmelidir.

Henüz çok taze olan bu siyasi kırılma ile ilgili ilk yorumum şimdilik bu kadar olsun. Yazıma, düne kadar gündemimizi dolduran ve altılı masanın dağılmasından önce yazmaya başladığım konularla devam etmek istiyorum.

YUNAN BAKAN 'TRENİ BEN Mİ KULLANIYORDUM' DEMEDİ
Bizdeki deprem faciası sonrası şimdilik (resmi olarak) elli bine yaklaşan ölüm sayılarına rağmen tek bir görevlinin istifa etmemesinin garabeti, Yunanistan’daki tren kazası sonrası Bakan istifası ile daha açık görünür oldu.

Geçtiğimiz gün Yunanistan’da 57 kişinin hayatını kaybettiği tren kazasının ardından Ulaştırma Bakanı Kostas Karamanlis istifa etti. Yunan Bakan, 2004’de Türkiye Pamukova tren kazasında 41 kişi hayatını kaybettiğinde (dönemdeki) mevkidaşı Binali Yıldırım gibi "Treni ben mi kullanıyordum, ben niye istifa edeceğim" demedi. Türk insanının çok uzun yıllardır unuttuğu bir yaklaşımla “haksız yere ölen insanların anısına istifa bir görevdir” dedi ve siyasi sorumluluğu üstlendi. Yunan halkını bu istifa rahatlatmadı ve halk hala sokaklarda hükümet karşıtı eylemlerine devam ediyor.

Türkiye’de siyasi makamların ve üst düzey bürokrasinin tüm siyasi ve idari sorumluluklardan vareste (arınmış) tutulması, mevcut ucube sistemin kaçınılmaz bir sonucudur ve tersi (bu sistemde) zaten düşünülemez. Sebebi basit; çünkü denge-denetleme sisteminin yok edildiği, hesap vermeme üzerine inşa edilen, hukuksuz bir sistemle yönetiliyoruz.

Demokratik dünyada eşi benzeri olmayan bu sistemde sorumluların hesap vermelerinin yolu açılırsa, normalleştirilen krizlerin her birisi skandallar olarak patlar ve sistem iki gün dayanamaz. Orta ve üst düzey bürokrasiden başlayan hesap verme, istifa veya görevden alma uygulamaları yukarılara doğru çıkar. Siyasi makamlar olan Bakanlıkların ardından istifası istenen kişi olarak sıra kime gelir sizce? Evet bildiniz! O yüzden Türkiye’de siyasi, hukuki ve idari hesap verilebilirlik mekanizması bu sistemde işlemez ve işletilebilemez!

İSTİFAYA DAVET 'SPORDA ŞİDDET VE DÜZENSİZLİK' İMİŞ!
Geçtiğimiz günlerde futbol maçlarında “Hükümet istifa” sloganları yükselince siyasi iradenin derhal sert tedbirlere başvurması mevcut sistemden tam da beklenen bir refleksti ve aksi zaten ‘hayatın akışına’ aykırı olurdu!

Fenerbahçe-Konyaspor maçında “hükümet istifa” tezahüratı yaptığı tespit edilen Sarı-Lacivertli taraftarlara 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un 14/1 maddesi kapsamında “adli para ve seyirden men cezaları” verilmeye başlandı. Zaten toplu siyasi eleştirileri ve sloganları önlemek için çıkartılan ve o günlerde 'Ekrem İmamoğlu düzenlemesi' olarak anılan bu Kanunu tam da çıkarttıkları amaca uygun olarak kullanmış oldular!

İlk 2011’de çıkartılan, 2019’da çok daha sertleştirilen ve amacı (güya) müsabakalarda “şiddet ve düzensizliğin önlenmesi” olarak açıklanan bu Kanunu ve asıl çıkarılış amacını o günlerdeki bir yazımda detaylı irdelemiştim.

Bu kanunla Mülki amirlere ve kolluk kuvvetlerine olaylara müdahale açısından, diğer kanunlarda olmayan geniş yetkiler verilmiş ve uymayanlara doğrudan tutuklama gerektiren ağır yaptırımlar getirilmişti. “Spor alanı” kapsamı kanunda daha da genişletilmiş; her türlü (kara, hava, deniz) ulaşım araçları, taraftarların toplanma ve güzergâh alanları bu kapsama alınmıştı.

'HÜKÜMET İSTİFA' ÇAĞRISININ MUHATABI KİM?
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un ilgili maddesinde “(…) kişiler tarafından tehdit veya hakaret olarak algılanacak tarzda (…)” sözler söylenmesi cezaya bağlanıyor ya, istifa çağrısı demek ki ‘muhatapları’ tarafından “tehdit ve hakaret” olarak algılanmış! Demokratik bir hakkın toplu olarak kullanılmasının “hakaret” kapsamına nasıl sokulduğu tabi ki açıklanmıyor.

Konunun diğer önemli boyutu ise, bu istifa davetinin muhatabının muğlâklığı! Dikkat edilirse “Hükümet istifa” sloganında istifaya davet edilen bir kişi değil, ülkeyi yönettiği varsayılan bir kurul. Oysa mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde klasik anlamda bir “Hükümet” kurumu yok, Cumhurbaşkanı’nın atadığı ve “Bakan” denilen sekretaryalar var.

Ortada parlamenter sistemde olduğu gibi bir “Bakanlar Kurulu” da olmadığından, önceki sistemdeki bu kurulun tüm yetkilerini Cumhurbaşkanı tek başına kullanıyor. Yani istifa edecek bir hükümet ve Bakanlar Kurulu olmadığı için, tüm icraatlardan tek başına sorumlu ve istifası istenecek tek kişinin kim olduğunu herkes biliyor! Bu tek kişiyi bu ülkede istifaya davet etmek cüretini kimse gösteremeyeceği için olmayan bir kurulun istifası isteniyor.

OTOKRASİLER SİYASAL ELEŞTİRİLERİ KALDIRAMAYACAK KADAR KIRILGANDIR
Peki, bu kadar basit bir demokratik tepkiye dahi neden bu kadar sert tedbirler alma zorunluluğu hissediyorlar, bu konuyu biraz açmak isterim.

* Otokrasilerin siyasal ve zihinsel dayanakları çok sığ, söylem ve argümanları irrasyonel olduğundan sıkı eleştirilere gelemezler. Bu kırılgan yapıları sebebiyle genel olarak özgürlüklere, özel olarak ifade özgürlüğüne tümüyle karşıdırlar. O nedenle basın-yayını, sosyal medyayı, sanatı ve hatta spor sahalarını bile sansürlemek, yasaklamak arzusundadırlar.

* Tek adam sistemlerinin toplumsal ve kültürel çeşitliliğe tahammülleri yoktur. Kendilerine açık destek sunmayan sivil toplum örgütleri ve önderleri tehdit unsuru olarak görülür. Muhalif gördüklerini toplum nezdinde düşmanlaştırmak için yine “milli beka, içimizdeki hainler, devlet düşmanları” gibi üretilmiş argümanlara sık başvururlar.

* Çok sık kullandıkları “birlik ve beraberlik” kavramını sadece “iktidarları etraflarında itirazsız buluşmak” manasında kullanılır. Bu yönetim anlayışı için “hukuk, demokrasi, milli irade, insan hakları, özgürlük ve eşitlik” gibi kavramlar, yalnızca iktidarlarının devamına katkı sağlaması ölçüsünde anlam içerir. Bu anlayışa hizmet etmeyen tüm fikir ve sanat üretimleri, siyasal söylemler derhal kriminalize edilir.

* Siyasal iktidara karşı her tür itiraz, eleştiri ve istifaya davetler “devlete baş kaldırma” ilan edilir. Çünkü bu sistemde İktidar ile Devlet kavramlarının aynı ve tek şey olduğu algısı pekiştirilmeye çalışılır ve “Hükümet İstifa” sloganı “Devlet istifa” çağrısıymış gibi sunulur.

TEK KORUNAKLARI YARI TANRISALLAŞTIRDIKLARI 'DEVLET' SÖYLEMİ
Despotik yönetimler güçlerini aslında “milli irade” dedikleri halktan değil, adeta yarı tanrısallaştırarak eleştirilmez ve dokunulmaz kıldıkları “Devlet” kavram ve kurumundan alırlar. Yönetimleri süresince tüm başarılı işleri şahısları ve iktidarları hanesine yazarken; krizlerin sebep ve sonuçlarını asla üstlenmezler. Bu tür risk durumlarında kutsallaştırdıkları “devlet” kurumunun ardına sığınarak iktidarlarını korurlar.

Depremin ilk gününde “Cumhur ittifakı olarak” tüm sahada olduklarını söylediler. Afetten günlerce sonra bile ortalarda görülmemeleri eleştirileri yükselince yine o ‘dokunulmaz’ kıldıkları gücün ardına sığınıp “devlet elinden geleni yaptı, nankör ve hain olmayın” savunusuna sığındılar.

Afete müdahalede çok açık görülen koordinasyonsuzluklarını, yetersizliklerini eleştirenlere açıktan hain ve terörist muamelesi yaparlarken korumaya çalıştıkları “devlet’in yüce kişiliği” filan değil, doğrudan sıcak koltuklarıydı!

MERAL AKŞENER VE 'DEVLET' HEYULASI
Altılı masayı dağıtan İyi Parti lideri Meral Akşener’in de önceki tüm söylemleri irdelendiğinde “Devlet” kavramına çok fazla değerler atfettiği görülecektir. Yaşanan büyük afet sonrasında Kılıçdaroğlu iktidar ardında hizalanmayacaklarını vurgularken, Akşener “Gürültü çıkarmamak lazım. Devlet konuşsun diye bekledim” demişti.

Halkın menfaati, huzuru ve refahı öncelikleri üzerine örgütlenmiş kurumsal bir araç olan devlet tüzel kişiliği, bugün iktidara tutunmanın aracına dönüşmüş durumdadır. Umarız ve dileriz ki; Akşener’in çok yücelttiği ve neredeyse tüm demokratik mekanizmanın üstünde gördüğü “Devlet” ile Cumhur iktidarının hep ardına sığındığı “Devlet” aynı şey değildir.

Olur ya, mesela seçim sonrasında ‘kutsal devleti koruma’ adına oluşturulabilecek büyük milliyetçi sağ birlikteliğinin (İYİ-Cumhur ittifakı gibi…) ülkeye getirebileceği onulmaz zararları düşünebiliyor musunuz? Bu ülke, bu halk kötülüklerin bu kadarını gerçekten hak etmiyor.