Türkiye 2021 yılına ekonomik ve dış politika bakımından kronikleşen sorunlarla merhaba diyor.
Hükümet ise, iktidar olanaklarını yitirmemenin ihtirası içinde, gerilim ve demagojik söylemlerle iç politika düzenlemek, tabanını konsalide etmek derdindedir.
Can Ataklı’nın söylemiyle, “saray ahalisi ABD yaptırımlarına pek cart curt edemiyor.” Anayasa Mahkemesi kararlarına yaptığı gibi AHİM kararlarına da saygı duymadığını açıklayarak kabadayılık ile mahcubiyet duymadan esip gürlüyor.
Ama “yönümüz AB’yedir..” ve “yeni yılda ABD ve AB ile yeni sayfa açmak istiyoruz” diyerek dışarıya zeytin dalı uzatarak da zevahiri kurtarmaya çalışıyor.
İnsanın, -iyi olsunlar mı üşüştü- diyesi geliyor.
Ya da başlara taşlar mı düştü.
Hem hukuki karar ve kanıt ortaya koymadan “Selahattin Demirtaş teröristtir,” hem Osman Kavala için “casus” denecek. İpnotize edilmiş taban kitlesinin kafasında mahkum edilecek. Hem de adalete müdahale edilmediği denecek.
Hem de “AB ve ABD ile yeni sayfa açmak istiyoruz” denecek.
Nasıl iştir bu?
Herkesin aklı ile alay ediliyor!
AİHM, AB Konseyi’nin hukuk organıdır. 1949’da kurulan AB Konseyi, Türkiye’nin kurucu üye olmasıyla 1950’de 12 yıldızlı sembolle hayata geçmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını bağlayıcı olmasını Türkiye kabul etmiş. Üstelik Anayasa ilkesi haline getirmiştir.
O günden beri AİHM kararları, üye ülkelerin anti hukuki ve anti demokratik kararlarını değerlendiren en üst mahkemedir. Bu yüzden Türkiye’den gelen birçok yargı kararlarını değerlendirmiş, çok kere Türkiye’ye cezai müeyyide uygulamış; Türkiye de o yaptırımların gereğini ifa etmiştir.
Nitekim şimdi hem AKP’nin Genel Başkanı ve hem de Türkiye cumhurbaşkanı olan Recep T. Erdoğan, geçmişte üç kez hak kaybına uğradığı gerekçesiyle AİHM’e Türkiye’yi şikayet etmiş; sonuç almıştır.
Başbakan olarak da Roma’da, Papa heykeli önünde törenle AB Anayasası’nı imzalamış. Bunu Ankara’da bayram havası içinde kutlamıştır.
Bütün bunlara rağmen, AİHM kararlarına uyulmayacağı, saygı duyulmayacağı açıklanıyor.
“Ey AB şunu iyi bilin; Türkiye şu anda sizinle müzakere masasında olan bir ülkedir. Bu müzakere masasında olmak bizi bağlamaz” deniyor!
Dünya kamuoyu nezdinde Türkiye, ikrarlarıyla tutarsız ve çelişkili görünüme düşüyor. İçeride parti hesapları yapma uğruna dışarıda itibarsızlaşıyor!
. Örneğin AKP Genel Başkanı, hukuka uyulmasını sağlamak konumunda olmasına rağmen hukukun kararlarına karşıtlığını açıklamaktan sakınca görmedi. Anayasa Mahkememizin Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği tahliye kararı için konuştu: “Ben anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım, o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim; karara uymuyorum, saygı duymuyorum” dedi.
. 24 Haziran seçimi öncesi Yalova mitinginde açıklamalarda bulundu: “Yatıp kalkıp papaz Brunson deyip duruyorlar. Bizden onu vermemizi istiyorlar. Dedim ki, kusura bakmayın; yargı verir. Biz o karara uyarız. Ama FETÖ serbest, niye vermiyorsunuz dedim” dedi.
28 Eylül 2017’de ABD’ye; “… verin papazı (Fetö’yü) alın papazı (Brunson’u) dedi.
Fakat Trump’ın hakaret dolu twitleri ve telefonu üzerine 12 Ekim 2018 günü, mahkeme kararı olmadan Rahip Brunson ABD uçağına bindirilerek uğurlandı. O da ertesi günü Beyaz Saray’da Trump’u kutsadı.
. Keza 12 Nisan 2017 günü TGRT’de Die Welt muhabirine, mahkeme kararı olmadığı halde, Deniz Yücel hakkında karar verdi: “Ben bu makamda olduğum sürece iadesi olmayacak” dedi. Ama Binali Yıldırım’ın Almanya’da Merkel’e “… her duruşma bir umuttur” söyleminden sonra, duruşma beklenmeden o kişi Almanya’ya uğurlandı!
. 15 Temmuz 2016’da FETÖ darbe girişiminden sonra, 12 Eylül 2010’da FETÖ ortaklığıyla gerçekleştirdiği yargıyı Fetö kontrolüne sokan değilmiş gibi; olağanüstü hal koşullarında yargıyı aynı FETÖ’den temizleme savaşı başlattı. Boşalan yargı kadrolarını, partisinin çeşitli kademelerinde görev yapmış avukatlarla yargı kadrolarını doldurdu.
HSYK’yı HSK yapmıştı. Yargı organlarının başkanlarıyla “çay toplama “ eylemi gerçekleştirdi.
“Hak, hukuk, adalet” sloganıyla yürüyen Ana Muhalefet liderini, her koşuldaki aşağılama söylemlerle linçle karşı karşıya getirdi.
Bu durumu, demokrasi gereği olarak gördü!
Şimdi ise; “her şey gibi muhalefetin de yerli ve millisini ülkemize kazandırmak, inşallah biz nasip olacaktır. Tarihimizin en önemli dönüm noktasından birinden geçtiğimiz şu günlerde Cumhur İttifakı ile birlikte ülkemize önce 2023’e ulaştırmakta, ardından da daha güçlü şekilde yoluna devam etmekte kararlıyız (…) Tarihleri faşizmle, darbecilikle, milletin değerlerine husumetle dolu olanların, bu hazdan habersiz şekilde siyasetten silinip gidecek olmaları ne acı…” diyor.
İlk cümlesine göre aklı başında herkes, İyi Parti Genel Başkanı Meral Şener’in deyimiyle; “iktidar olamayacağını gördü, kendini muhalefete hazırlıyor” şeklinde demokratik yorum getirdi.
Fakat “tarihimizin en önemli dönüm noktası” ile -hangi dönüm noktası- sorusuna yol açtı. Çünkü bu sıralarda AB ve ABD yaptırımları ile yargıya talimat verildiği konuları gündemdeydi.
“… Muhalefetin de yerlisi ve millisini (…) biz kazandırmak…” cümlesi ise kafaları iyice karıştırdı. Çünkü “milliyetçiliği ayağımızın altına aldık” ifadesine rağmen nasıl “milli muhalefet” olabileceği tereddütlerine yol açtı.
“… Tarihleri faşizmle, darbecilikle, milletin değerlerine husumetle dolu olan…” ifade ise; milleti bölme, ayrıştırma ve kindar-dindar anlayışının değişik ifadesi olarak değerlendiriliyor. Çünkü hakaret dolu bu aşağılayıcı ifade ile ana mhalefeti partisini kastediyordu.
Oysa ana muhalefet partisi konumundaki CHP; Kuvayi Milliye’nin örgütlenmiş şekli olan “Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti”nin Milli Mücadele sonrasındaki partileşmiş şeklidir. Osmanlı küllerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran iradedir. Anadolu için Malazgirt ne ise, İstanbul fethi ne ise; millilik konusunda kurtuluş ve kurucu da odur. Yok olanı var etmedir.
Kuvayi Milliye tüzel kişiliğinin temsilcisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. CHP’yi gayri milli ve faşist olarak nitelemek, demokratik anlayışın ötesinde inkarcılık ve insafsızlıktır.
Milletin değerlerini düşman çizmesi altından kurtarıp göklere yükselten o irade ve o kuruluştur.
Haz aldığı ve onurlandırdığı değerler; tam bağımsızlıktır.
Milletin padişah kulu olmaktan çıkarılıp yurttaş olarak onurlandırılmasıdır.
İnanç ve fikir özgürlüğüdür.
AKP anlayışını rahatsız eden yurtsever hazdır.
Kurtarıcı ve kurucu olan irade; AKP Genel Başkanı gibi birçok vatan evladının devletin en tepe noktalarına yükselme yollarını açan iradedir.
“Milli” olmayı ilkeleştiren anlayıştır.
Hukukun üstünlüğünü, yasalar önünde bütün yurttaşların eşitliğini, tasada ve kıvançta bölünmez bütün olmayı amaçlayan ve sağlayan devrimciliktir.
Yokluk içinde ülkeyi kalkındırandır.
1929-1932 dünya ekonomik buhranına, yerli sermaye ve teknoloji olmamasına rağmen emperyal devletlerin %19 olan büyüme hızını, %96 olarak gerçekleştiren mucizedir.
Bugünün hovarda evlatlarının sata sata bitiremediği kuruluşları oluşturan, har vurup harman savurulan varlığı var eden iradedir.
Adı, Mustafa Kemal Atatürk ve CHP’dir.
Yandaşa ihale vermek için 192 kez ihale kanununu değiştirmeyen, beş şirkete döviz garantili imtiyazlar tanıyıp 128 kez vergi ve harç muafiyeti tanımayan hukuk anlayışıdır.
Koca imparatorluğa diz çöktüren imtiyazları silip atan, Osmanlı borçlarını ödemeyi onur sayan bağımsızlık iradesidir.
Hitler, Mussolini, Franko gibi faşistlerin insanlığı İkinci Dünya Savaşı’na sürüklediği koşullarda çocuklarımızı babasız bıraktırmayan tam bağımsızlık ruhtur.
Savaşın hemen ardından çok partili sistemi başlatarak, demokratik iktidar değişimini gerçekleştiren, Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıran beyaz devrimdir.
Siyaseti kışlaya, mabete, okula sokmayan çağdaş anlayıştır.
Saltanatı elinin tersiyle iterek egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ilkeleştiren, TBMM kürsüne yazdırandır.
Nepotizmden uzak duran, kamu olanaklarıyla zengin olma yerine maddi manevi tüm varlığını ulusuna bırakan Gazi Mustafa Kemal Atatürk kişiliğinde ifade olmuş uygarlıktır.
Böylesi değişim ve dönüşümü sağlayan bir kadro ile dönem, “faşist” olarak nitelenir mi?
Ahmet Taner Kışlalı’nın tanımlamasıyla; “Atatürk dönemi, kendi koşulları içinde olabilecek en demokratik ve ilerici yönetimdi” dememek, inkarcılık ve insafsızlık olacaktır.
Demokratik eleştiri ile asla bağdaşmayacaktır.
Aksi halde “bir FETÖ gitti, bin Fetö geldi” diyen İlahiyat Fakültesi Dekanı’nın söylediği gerçek olacaktır.
AB de, ABD de “yaptırım” tehditlerini Demokles’in kılıcı gibi kullanmaya cürete devam etmesini istemek olacaktır…