Bu yazı kendi görüşlerimi ve yorumlarımı da koyduğum bir derlemedir.
Araştırmacılar Jens Van't Klooster ve Isabella Weber’in Avrupa Parlamentosu için hazırlayıp 14 Haziran 2024’te yayınladıkları[1] rapordan yola çıktım. Buna göre AB ülkelerinin tamamında hayat pahalılığı öfke uyandırıyor.
Bu öfke aşırı sağın yükselişine koşut.
Yakında Trump ve Le Pen’i de Erdoğan ve Putin gibi ülke başkanları arasında görmek ve kabullenmek durumunda kalabiliriz.
İçinde bulunduğumuz "şok enflasyon" çağında hane halkları için daha yüksek fiyatlar ne yazık ki şirketler için daha yüksek kâr anlamına geliyor.
Klooster-Weber ikilisinin verdikleri enflasyon rakamlarına göre 27 AB ülkesi arasında en yüksek oran %19,4’le Estonya’da.
Bu arada anımsatayım: Türkiye Mayıs ayı Tüketici Fiyat Endeksi yüzde 3,37 artmış ve yıllık bazda yüzde 75,45 olmuş. Haziran ayı enflasyon rakamları henüz paylaşılmış değil. Ayrıca yakın tarihimizde 1969’dan sonra en düşük enflasyon yüzde 6.40 oranında 2011’de görülmüş.[2]
Estonya, Litvanya, Letonya, Macaristan, Polonya da enflasyonla boğuşuyor. Mesela Bulgaristan’da %13,0. Romanya, Hollanda, Hırvatistan, Belçika’dan sonra Yunanistan % 9,3’le yer alıyor.
Yunanistan’dan sonra Slovenya, Almanya, İtalya, Avusturya, Danimarka, İspanya, Kıbrıs, İrlanda, Portekiz, İsveç ve Finlandiya var. Ancak en düşük enflasyonla hepsini arkada bırakan ülke %5,9 oranıyla Fransa.
Klooster ile Weber, Avrupa genelinde aşırı sağın yükselişinin enflasyonun yükselmesinde etken olduğunu belirtiyor. Dediklerine göre: "Fiyatlar istikrar kazanıyor olsa da pek çok ülkede reel ücretlerde dramatik bir düşüş yaşandı. Avrupa'da enflasyonu yönetmeye yönelik var olan çerçeve, ücret artışlarıyla savaşmak ve ücret-fiyat sarmalını kırmak üzere tasarlanmıştır. Ancak arz şoklarıyla tetiklenen ve şirketlerin fiyatlandırma kararlarıyla yayılan enflasyon karşısında, bu politika çok sayıda insan için ekonomik güvensizlik yarattı ve zaten kırılgan olan demokrasilerdeki çatlakları derinleştirdi. […] Pandemi, jeopolitik, iklim gibi acil durumların üst üste geldiği bir dönemde AB’nin enflasyon ve ekonomik şoklara karşı savunmasız kalmış olduğu kuşkusuz. Ancak bu kalıcı krizlerle başa çıkabilmek için AB’nin daha önce görülmemiş ölçüde özel ve kamu yatırımını harekete geçirmesi gerekiyor."
Bundan böyle yalnızca para politikasının tek çözüm olamayacağını söylüyorlar. AB enflasyonu kontrol altına almanın anahtarını kendi kurumlarında bulmak zorunda, diyor Klooster-Weber ikilisi.
Enflasyon yönetiminde reforma gidilmesinden yanalar. Bunun da ekonomi politikasının belirli alanlarında pragmatik ve hedefe yönelik politikalarla sağlanabileceğini belirtiyorlar.
Geçmişten gelen enflasyonla savaşım yönteminin yeniden tasarlanmak zorunda olduğu kanısındalar.
Aksi durumda AB ülkelerinin her şeye ve enflasyona karşı korumasız kalmaları işten bile değil diyorlar.
Klooster ile Weber kötü niyetli fiyatlandırma uygulamalarını önlemenin etkili yolunun, beklenmedik kârların oluşturulacak güvenilir bir çerçeveye göre vergilendirilmesinden geçtiğini söylüyor.
Ayrıca şirketlerin enflasyonist dönemden dersler çıkaracağını, maliyet şoklarından yararlanmak için yeni stratejileri ivedilikle geliştireceklerini umuyorlar. Hatta zaman içinde fiyatları yükseltme ve maliyet artışlarını tüketicilere yansıtma becerilerinin daha rafine hale gelmesini bekliyorlar. Geliştirecekleri stratejilerde de yapay zekâdan ve algoritmik yaklaşımlardan yararlanacaklarından eminler.
Pandemi, jeopolitik ve iklim gibi şokların üst üste gelmesinin enerji ve gıda gibi sistemik açıdan önemli sektörlerde fiyatların artışına yol açarak, özellikle zarar verici olduklarını belirtiyorlar. Enerji ve gıdanın sadece hane halkı tüketim sepetinin değil konut, finans ve altyapı gibi sektörlerin de önemli girdileri olduklarını söylüyorlar. Klooster ve Webwr’in işaret ettiğine göre enerji ve gıda fiyatları yükseldiğinde, alt sektör şirketleri ilgili maliyet artışlarını özümsemek yerine fiyatları yükselterek, kârları artırarak "satıcı enflasyonu" yaratıyor ve bu şoku yayıyorlar.
Şok enflasyon döneminde politika yapıcıların büyük korkusunun ücret-fiyat sarmalı olduğunu söyleyen Klooster-Weber ikilisi, şirket çalışanlarının ve işçilerin ücretlerinin artırılmasına odaklı çözümlerin yetersiz kalacağını; büyük fiyat şoklarının, ücret-fiyat sarmalından çok daha önce ekonomide büyük zarara yol açtığın işaret ediyorlar.
Dediklerine göre şok enflasyona karşı para politikası kullanıldığında faiz oranlarının artırılması yüksek maliyete neden oluyor. Para politikası enflasyonun olumsuz etkilerinin çoğunu gideremediği gibi ülkeleri gelecekteki şoklara karşı korumak üzere yapılması gerekli yatırımları da engelliyor.
Enflasyonla savaş yalnızca Merkez Bankası'nın tekelinde değildir diyor Klooster ve Weber. Kurumların bir bütün olarak, dengeli ekonomik büyümeye ve fiyat istikrarına dayalı sürdürülebilir kalkınmaya odaklanmaları gerekir, diye raporlarında belirtmişler.
Anımsatayım: Türkiye’de büyük şirketlerin vergi borçları sık sık silinir. AB’deki durumsa bir başka şaşırtıcı: Araştırma raporuna göre orada şirket kârlarına ilişkin veri bulunmuyor. Dolayısıyla bu verilere ulaşılması ve önemli fiyatlarda olduğu gibi sistemik açıdan sürekli olarak izlenmeleri gerektiğini belirtiyorlar. ‘Şans eseri elde edilen kârlar’ın vergilendirilmesine yönelik güvenilir bir çerçeve uygulanırsa kârları kötüye kullanarak fiyatlandırma uygulamaları önlenebilir diyorlar.
1957'den bu yana Avrupa anlaşmaları; şirketlerin bir pazardaki hâkim konumlarını kullanarak "doğrudan ya da dolaylı olarak haksız alım ya da satım fiyatları" dayatmalarını yasaklıyor diyen Klooster-Weber ikilisine göre AB'de rekabet hukukunun uygulanmasından sorumlu makamlar, bu önemli hükmü büyük ölçüde göz ardı etmekteler. İkilinin Avrupa Komisyonu’na önerisi; bu hükmün uygulanmasına yönelik bir çerçevenin ivedilikle geliştirilmesi.
Bankacılık sektöründe yeni stres testlerinin uygulanmasını ve birbiriyle çok bağlantılı olan bankaların veya batmayacak kadar büyük olanların, bir düzenleyici gözetime bağlı olmaları da önerileri arasında.
Peki biz ne durumdayız?
Bu küresel enflasyon durumunda halimiz ne olacak?
Sormadan edemiyorum çünkü yukarıda adları geçen araştırmacıların vardıkları sonuçlarla getirdikleri öneriler kanımca yalnızca AB ülkeleri için değil bizim için de geçerli olmalı.
Biz dahil bütün dünya küreselleşmedik mi?
Hayat pahalılığına karşı Avrupa ülkeleri öfkeliymiş. Bu öfke aşırı sağın yükselişine koşutmuş. Aynı durum bizde yok mu?
Orada fiyatlar istikrar kazanmakta ama çalışanlar bize göre çok ufak sayılabilecek bir enflasyon yüzünden, reel ücretlerinde dramatik düşüş yaşamaktan yakınıyorlarmış. Peki biz ne yapalım? Ne yapmalıyız?
Ekonomist Meriç Köyatası’nın 12puntocomtr Instagram adresinde dün -21 Haziran 2024’te- gördüğüm açıklamaya göre: "Eylül 2021'den Mayıs 2024’e geçen sürede TÜİK'in yalan enflasyonu yüzde 299. Ancak ENAG'ın enflasyonu daha doğru ve yüzde 900... Türkiye'de gerçek enflasyon 32 aylık süreçte yüzde 900’e ulaşmış."
Bir ufak bilgi: Son zamanlarda Nijerya'daki enflasyon yalnızca %41 Zimbabve'deki %105 Güney Sudan’daki de %186. Bir haberde okudum.
Sonuçlar
1.Yalnızca para politikası şok enflasyonun tek çözümü değil.
2.Enflasyona karşı para politikası kullanıldığında faiz oranlarının yükseltilmesi yüksek maliyete yol açıyor.
3.Faiz oranlarını yükseltmek enflasyonun çoğu etkilerini gideremiyor üstelik ülkeleri gelecekte koruyacak yatırımların yapılmasını engelliyor.
4. İktidarımız daha Kasım 2023’te enflasyonun 2024’ün ikinci yarısında düşeceğine işaret etmişti. Düşecek ancak Mayıs, Haziran gibi tepe yaptıktan sonra demişti. Merkez Bankası da aylık fiyat artışlarının daha Mayıs 2024’e varmadan azalmaya başlayacağını belirtmişti.[3]
AB ülkelerindeki gibi bizde de ekonomi kurumlararası gerçekleşecek bir koordinasyonla enflasyon yönetimini çeşitli sektörlerde uyumlu hale getiremez mi?
Bakınız, dünyanın durumu her açıdan çok ciddi: "Bu yıl rekor sıcaklıklar yazın başında kendini gösterirken iklim krizi ile ortaya çıkan aşırı iklim koşulları geçtiğimiz yıllarda hayatımıza giren ‘heatflation’ı tekrar gündeme getirdi. Rekor sıcaklıklar gıda fiyatlarını arttıracak görünüyor."[4]
Bu haberin devamında şunu okudum: "İngiltere merkezli Energy and Climate Intelligence (ECIU) CNBC-e’ye yaptığı açıklamada, aşırı sıcakların ve soğukların, şiddetli yağmurların, kuraklıkların ve yangınların dünyanın her yerindeki gıda üretimi için risk oluşturduğunu belirtti."
T.C.M.B Başkanı Fatih Karahan Mayıs 2024’te, "Asgari ücrette tek artış varsaydık" demiş. "Enflasyon TCMB’nin hedefleriyle uyumlu seviyelere gerileyene kadar sıkı para politikası duruşunun korunacağını ve kalıcı bir bozulmaya izin vermeyeceklerini"[5] belirtmiş.
Vay be!
Para politikasının enflasyonla savaşımda fazla bir işe yaramadığını ben bile öğrenmiş bulunuyorum!
Oysa Karahan "parasal sıkılaştırma finans piyasalarına hızlı ve güçlü yansıyor. Kredi faizlerinin geldiği seviye iç talebin yavaşlamasına destek verecek. TL mevduat payı artmaya devam etmektedir. Tüketici kredi büyümesi yavaşlamaktadır. 2024 yılı ikinci yarısında, parasal aktarımın gecikmeli etkisiyle, iç talepte zayıflama olacağını ve bu sayede cari dengedeki iyileşmenin devam edeceğini öngörüyoruz" diye belirtmiş.
Hangi iyileşme acaba?
Hep birlikte bekleyip göreceğiz.
Esen kalın.
[1] Jens van’t Klooster et Isabella Weber, « Closing the EU’s inflation governance gap », EGOV, Parlement européen, 14 juin 2024.
[2] https://www.milliyet.com.tr/ekonomi/41-yilin-en-dusuk-enflasyonu-6-40-1334489
[3] https://www.dunya.com/kose-yazisi/enflasyon-ne-zaman-ve-nasil-dusecek/710350#google_vignette
[4]https://www.ekonomim.com/gundem/gida-fiyatlari-rekor-kirabilir-heatflation-geri-dondu-haberi-750160#google_vignette
[5] https://medyascope.tv/2024/05/09/merkez-bankasinin-yilsonu-enflasyon-tahmini-2-puan-yukseldi/