28 Şubat'ta aslında ne oldu?

28 Şubat’ta, biz tanklar yürüdü zannederken, aslında ne oldu? Askerlerin siyasetin tam göbeğine yerleştiği, önemli bir figür olduğu dönemde, sermaye nasıl el değiştirdi? Kimler kaybetti, yerlerine kimler geldi. O dönemin perde arkasını aralamaya çalıştık!

28 ŞUBAT POST MODERN DARBESİNİN PERDELERİNİ ARALADIK!
Yemek ön yargıların aksine derin bir kültürü yansıtır. Çünkü yediğiniz yemekte o bölgede, coğrafyada tarih boyunca yaşamış tüm kültürlerin izlerini bulmak, kültürel etkileşimleri izlemek mümkündür. Aynı mantıktan hareketle sermayeyi takip ederek, Türkiye’nin yakın geçmişinin perde arkasını görmeye çalıştık. Bu çerçevede, 28 Şubat Post Modern darbesinin perdesini aralamaya ve Türkiye’yi analiz etmeye çalıştım. Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizi ve Kemal Derviş! Türkiye 2000-2001 yılında cumhuriyet tarihinin en derin krizini yaşıyordu. Ne Ankara ne de İMF hiçbir şey söyleyemiyor adeta donmuşlardı.

Türkiye’nin İMF kotası da dolmuştu. Almanya, Fransa ve kısmen İngiltere’nin başını çektiği bir grup Türkiye’nin, Rusya örneğinde olduğu gibi moratoryum (borç erteleme) ilan etmesini istiyordu. Henüz 11 Eylül saldırıları gerçekleşmemiş, Afganistan ve Irak ise henüz gündeme gelmemişti. Bununla birlikte, ABD, Türkiye’nin moratoryum ilan etmemesini, İMF Hazinesi için gerekli kaynağı tek başına sağlayacağını açıkladı. Ve Türkiye’yi iflastan kurtaran İMF’den aldığımız 22 milyar dolarlık kaynağı tek başına Amerikan Hazinesi’nin İMF’ye aktarması sonucu Türkiye’ye kullandırıldı. Bir bakıma Amerika’nın Türkiye ile ilgili bölgesel, ekonomik tercihleri gibi dengeler bunu gerektiriyordu. Dışarıdan süper yetkilerle donatılmış, Kemal Derviş “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” başlattı. CHP dışındaki tüm eski partileri dışarıda bırakan yeni döneme Devlet Bahçeli’nin erken seçim açıklaması ile girilecekti. TBMM teskereyi reddedecek ve bu ret kararı AKP’ye çok ciddi bir meşruiyet kazandıracak, AKP teskerenin sonuçlarını da çok iyi değerlendirecekti.

TESKERENİN TBMM’DEN GEÇMESİ AKP’YE BATI DESTEĞİ GETİRDİ
Geç kalmış bir ikinci tezkerenin TBMM’den geçirilmesi AKP’ye meşruiyet ve Batı desteğini bir arada getirdi. 28 Şubat Post Modern darbesi ile Konya’daki bazı ‘yeşil sermaye’ olarak adlandırılan holdingler tasfiye edilecek, onların yerini hızla, başka bir “İslami” sermaye alacaktı. İMF politikaları, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve mali disiplinden taviz vermeden ekonomiyi işleten AKP ile Türkiye, son dokuz yılda kişi başına düşen milli geliri 3 bin dolardan 10 bin doların üzerine çıkaracak, en az 5 milyon hane halkı yeni orta sınıf olarak ortaya çıkacaktı. Yıldızı parlayan Türkiye’nin büyümesi teknolojiye ve yüksek katma değere değil, tüketim, varlık fiyatlarının yükselmesi, mal ile hizmet sektörü ve inşaat sektörüne daha fazla dayalı bir büyüme şeklinde olacaktı. Bu nedenle sanayici gruplar dahi sanayi dışında enerji, hizmet sektörü ya da gayrimenkul sektörlerine yatırıma kanalize olacaktı. Türkiye’nin Sermaye Hareketleri dosyamızı, 2000 yılından itibaren özetledikten sonra, 28 Şubat Post Modern darbesine döneceğiz. AKP’ye neden kapatma davası açıldı ve kapatılması halinde Türkiye senaryosu neydi?

Bu olay karşısında tarafsız kalan ABD’ye karşın, 42 yıl sonra İngiltere Kraliçesi, niye Türkiye’ye geldi? Sorularına da yanıt aradık.

2001 BANKACILIK KRİZİ
6 Aralık 2000 tarihinde Demirbank’a el konması ile kamuoyunun ilk işaretlerini aldığı, 2001 yılındaki şubat krizi cumhuriyet tarihinin en derin ekonomik krizi idi!

Bu kriz tabii Türkiye’nin 1990 ile 2000 yılları arasındaki tüm sorunlarının yumak haline geldiği kriz olarak karşımıza çıktı. Hem ciddi kamu açığı vardı hem de kamu politikasında ciddi başıbozukluk vardı. Hazine idaresi ve kamu çok ciddi borçlanma ile devam ediyordu. Para politikası olarak son bir senede uygulanan politikalar hariç, bir fiyat istikrarı ve enflasyon hedeflemesi yoktu. On yıl boyunca yüzde 100’lerde dolaşan ciddi bir faiz yükü ile geldik. Program ile birlikte 2000 yılında yüzde 35’lere inmişti, ama Şubat 2001 krizinde gecelik yüzde 2 bin, 3 binlere geldi. Kamu bankalarının görev zararlarının inanılmaz boyutlara ulaştığını gördük. Merkez Bankası bağımsızlığının olmamasından kaynaklanan nedenlerle de karşımıza çok ciddi bir kriz olarak çıktı. Yine ekonomide ilginç gelişmelerin yaşandığı bir dönem oldu. Kemal Derviş mart ayında Türkiye’ye geldi. Çünkü krizle birlikte donup kalmıştık. Ne, İMF bir şey söyleyebiliyor, ne de hükümet adım atabiliyordu.

TARİHİ KIRILMA NOKTASI ABD’NİN DESTEĞİ İLE OLDU…
Dışarıdan süper yetkilerle donatılmış bir ekonomi bakanı sıfatı ile Kemal Derviş “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” başlattı. Her halükârda Türkiye, İMF’den bir para almak zorundaydı. Mutlaka ve hangi önlem paketi alınırsa alınsın, sisteme 20–25 milyar dolar kanalize edilmesi gerekiyordu. Orada Batı kendi içinde ikiye bölündü. Almanya, Fransa ve kısmen İngiltere’nin başını çektiği bir grup Türkiye’nin, Rusya örneğinde olduğu gibi moratoryum (borç erteleme) ilan etmesi şartına bağlı olarak İMF antlaşması ve para verilmesini önerdi. Çünkü Türkiye’nin İMF kotası dolmuştu. Türkiye’nin İMF’den alabileceği ilave kaynak için ancak, İMF’nin büyük sermayedarlarının hazinelerinden İMF’ye ilave para aktarılması gerekiyordu. Burada ABD ise Türkiye’nin moratoryum ilan etmesini istemeyerek, kaynağı tek başına kendisinin verebileceğini söyledi. Ki bu tarihi bir kırılma noktası oldu. Ve Şubat 2001 krizi sonrası İMF’den aldığımız 22 milyar dolarlık kaynağı tek başına Amerikan Hazinesi’nin İMF’ye aktarması sonucu Türkiye’ye kullandırıldı. Bir bakıma Amerika’nın Türkiye ile ilgili bölgesel, ekonomik tercihleri gibi dengeler bunu gerektiriyordu. O günün şartlarını anımsamak gerekirse, henüz 11 Eylül saldırıları gerçekleşmemiş, Afganistan ve Irak henüz gündemde değildi ama Amerikalıların Irak’a bir operasyon planları yeniden ortaya çıkmaya başlamıştı. Sonrasında olaylar şöyle aktı: Türkiye, “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nı uygulamaya başladı. Amerika 2001 yılında, 11 Eylül olaylarını yaşadı. 2002’nin başında Amerika ile Türkiye arasındaki en önemli gündem maddesi Irak’ın işgali konusu oldu. ABD 2002’nin ocak ayından itibaren, çok üst düzeyde bir teknik heyetle Irak’a bir operasyonda Türkiye’nin rolünü görüşmeye başladı. Fakat bu görüşmelerde hem Başbakan Ecevit’in, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli çekinceleri oluşmaya başladı. Mart ve nisan aylarında Ecevit’in rahatsızlığının artması ve benzeri olayları yaşamaya başladık.

YENİ DÖNEMİ BAHÇELİ’NİN ERKEN SEÇİM AÇIKLAMASI BAŞLATTI!
Derviş birden, mevcut ekonomik programın artık sürdürülemeyeceğini telaffuz ederek, görevden ayrıldı. Bunun üzerine Başbakan’ın sağlık sorunları gösterilerek görevden ayrılması seslendirilmeye başlandı. 2002 yılının haziran ayında henüz daha Meclis kapanmamış iken Devlet Bahçeli genel seçim ilan edilmesi isteğini açıkladı. Bahçeli’nin ilanını yaptığı ve 2002 yılı kasım ayında gerçekleştirilen erken genel seçim, Türkiye’yi hem toplumsal hem de ekonomik yapısında yepyeni bir döneme götürecekti. Bütün mevcut siyasi partiler çok ağır yenilgi aldı. CHP hariç eski partilerin hepsi sistem dışında kaldı. Ve AKP seçimleri tek başına kazanarak iktidara geldi. Türkiye 2002’de sadece 265 milyar dolar milli geliri olan kişi başına düşen milli gelirin 3 bin dolara düştüğü, toplam ihracatının sadece 27 milyar dolar olduğu ve çok ciddi ekonomik yapısal reformlara ihtiyaç duyan, her anlamda rekabet gücünü artırması gereken bir ülke konumundaydı. ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’, Türkiye’yi şubat krizinden çekip, çıkartmıştı ama daha yapılacak çok fazla iş vardı. Bu dönemde AKP iktidarı ekonomik politikaların uygulanması konusunda şöyle bir şans buldu. Daha önce çok eleştirdiği İMF politikalarını en iyi uygulayan parti oldu. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve kamu mali disiplini konusunda hemen hemen hiç taviz vermedi.

KEMAL DERVİŞ’İN EKONOMİ KADROLARI İLE YOLA DEVAM EDİLDİ!
İlk yıllar Derviş’in kadroları ile yola devam edildi. Daha sonra kendileri tecrübe kazanıp, işi iyice öğrendikten sonra ve yavaş yavaş kendi bürokratlarını devreye sokmaya başladı. Ama büyük ölçüde, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın istikrar sağlama ana çatısını hiç değiştirmedi ve bu hedeften hiç taviz vermedi. Çünkü AKP Hükümeti, “İktidardan sadece yeniden bir ekonomik kriz olursa düşeriz”den hareket ettikleri için programa inanılmaz sadık kalıp, başarılı bir uygulama gerçekleştirdiler. 1 Mart 2003 çok kritik bir tarih oldu. Irak’a yapılacak harekât ve teskere mecliste reddedildi. Bu olayla birlikte AKP ile Batı arasında daha da bir siyasi yakınlaşma olacaktı. AKP çok ciddi bir meşruiyet kazandı. Ve 2003’ün ekim ayında meclis açılır açılmaz AKP 1 Mart tarihinde geçmeyen teskereyi geçirdi. Ama o saatte, buna ihtiyaç kalmamıştı. Bu sadece ABD’ye bir bağlılık gösterisi idi. Mesaj: ‘Bakın ben yanınızdayım. Teskereyi geçirebilirim. Daha önce de istedim ama başka partiler engelledi’ şeklinde idi.

Devamı gelecek...

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }