22 yılda hayatımızı çökerttiler

İnsanlarımızın bazı başarılarıyla zaman zaman ne kadar övünüp gururlansak da kalıplaşmış şu yapımızı göz ardı edebilmemiz de pek mümkün değil.

Yaşananlardan ders alamayan ve yakın geçmişte olanları dahi çabuk unutabilen özel bir yanımız var. Hele toplumu silindir gibi ezen, bütün değerlerimizi yerle yeksan eden, kardeşi kardeşe kırdıran son 22 yılı bile yarın unutuverirsek, inanın artık şaşırmayacağım.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen bir asırlık dönemde, çeşitli hükümetler eliyle yönetilip durduk. Aslında parti isimleri, lider isimleri farklı olmakla beraber geçen yüz yıla yakın dönemde aşağı yukarı aynı fikri anlayışın ülkemizde egemen olduğunun dahi hiç farkına varamıyorduk. 2002 yılına gelinceye kadar bu yönetim anlayışı sürüp gitti. Bu dönem içinde çağdaş uygarlık adına pek başarılı olunmasa da ülkenin yıkımına ve ulusumuzun tarumar edilmesine pek de yol açılmadı. Sözünü ettiğim bu dönem içinde özellikle sivil inisiyatif güçlerinin direnci, emperyalizmin ülkemizde istediği biçimde at koşturmalarını bir ölçüde engelleyebildi.

Bu kez, yaklaşık 80 yıllık yönetimlerin aymazlıklarını doğru dürüst değerlendiremeden, bir kurtarıcı edasıyla yönetimi ele geçiren bir partinin tutsağı oluverdik. Uyuşturulmuş, göremeyen, duyamayan ve en önemlisi algılayamayan bir toplumun temel özelliklerini sergiliyorduk.

Bu 22 yıllık zaman dilimi içinde ülke ve ulus olarak neleri yitirdiklerimizin ne yazık ki hala farkına varamadığımızı söylemek mümkündür. Şunu üzülerek ifade etmeliyim ki; kurtuluş savaşı öncelerini dahi aratan bir dönem içinde kıvranıp durduğumu tereddütsüz ifade etmek mümkündür.

Sıralayalım mı?

-2002 yılının başlarında paramız Amerikan Doları karşısında 1 Tl, Euro karşısında ise 1 TL’nin altında iken, 2024 yılında 1 Amerikan Doları 34 TL, 1 Euro 37 TL gibi inanılmaz bir değer kaybı içine giriyordu. Yani ulusal paramız üçüncü hamur kağıt parçası kadar değersizleştirilmişti. Geçmiş yıllarda küçük tasarruflar yaparak bazen yurt dışına tatile gidebilen memur veya emekliler, artık kendi memleketindeki Bodrum, Kuşadası gibi tatil beldelerini bırakın, bir otobüs bileti temin ederek, ana ve babalarının köylerine dahi gidemeyecek duruma düşürüldüler.

-Tutsak edildiğimiz bu vahşi dönem, kardeşin kardeşe, ana babanın bile evlatlarına düşman edildiği bir dönem olarak tarihte yerini alacaktır. Ülke genelinde yaşanan siyasi bölünmüşlük ve düşmanlık, aile birliğimizin o sarsılmaz denilen yapısını da yerle yeksan etmiştir.

-1924 yılında TBMM’de kabul edilen “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”, yani ülkedeki tüm eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması kanunu tamamen çöpe atılmış, eğitim çağındaki çocuklarımız cemaat, tarikat ve çeşitli gerici kurumların oluşturduğu yapılara teslim edilmiştir. Çişini bile söyleyemeyen yavrularımızın beyinleri, birtakım kurslarda yıkanırken, “dindar ve kindar” bir neslin yetiştirilmesine gayret sarf edilmiştir.

-Türkiye’de bilim adamı veya akademisyen ünvanı almak neredeyse ilköğretim belgesi almak kadar kolay hale geliyordu bu dönem içinde. Ülkenin hemen her köşe başında bir gecede kurulan üniversitelerde Doçent ve Profesör enflasyonu yaşanıyordu. Ortaya çıkan binlerce yeteneksiz akademisyen yığınlarından çocuklarımızın nasıl çağdaş bir eğitim alacağını varın sizler hesap edin.

-Bütün dünya gelişimini arttırmaya yönelik her türlü teknolojik çalışmalara, icat, buluş ve inovasyonlara yönelirken, biz ise gericiliğin liderliğini hiç kimseye bırakmıyorduk.

-Tarih boyunca Türk insanının en büyük zaafı inançları olmuştur. Bu zaafı yıllar boyu tüm iktidarlar kullanmaktan hiç geri adım atmamıştır. Ancak son 22 yılda din ve inanç istismarı zirveye çıkmıştır. Saf ve temiz yürekli insanlarımız ne yazık ki bu istismar çarkları arasında her geçen gün yok edilmeye mahkum ediliyordu.

-Özellikle son 22 yılın en büyük ihanet projesi, yapılan özelleştirmelerdir. Daha çok Cumhuriyet döneminde kurulan sayısız ekonomik tesisler ya tamamen kapatılarak devre dışı bırakılmış, ya da haraç mezat yerli ve yabancı kişi ve kuruluşlara satılmıştır, daha doğrusu armağan edilmiştir. Seka İşletmeleri, Şeker Fabrikaları, Türk Telekom, Tüpraş, Petkim, Çimento Fabrikaları, Demir Çelik İşletmeleri, Çeşitli Limanlar, Tekel’in içki, sigara ve tuz işletmeleri, Sümerbank gibi sayısız Cumhuriyet dönemi kurumları bir gecede yok edilmiştir.

-Eğitim dönemlerimizde hep gururla bellemiş olduğumuz ihraçlık tarım ürünlerimizi yetiştirmekten vaz geçiyor ve dışarıya bağımlı hale getiriliyorduk. Öyle ki pirinci, buğdayı, eti, pamuğu, nohutu, mercimeği, hatta samanı dahi yurt dışından getirme çaresizliğine giriyorduk.

- 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’ndan büyük borçlarla, yıkımlarla ülke toprakları teslim alınıyor ve daha sonra izlenen yıllarda ise yoksul, ancak onurlu bir devletin kuruluşu gerçekleşiyordu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan bu devletin adı Türkiye Cumhuriyeti devletiydi. Bu devlet Düyun-u Umumiye adı verilen dış borçları bir yandan öderken, öte yandan çağdaş ve kalkınmış bir Türkiye’nin temel taşları döşeniyordu. Ülkenin her karış toprağı değerlendiriliyor, sayısız fabrikalar, sanayi tesisleri ardı ardına açılıyordu. Dünyanın hayretle ve gıpta ile izlediği bu atılımların 80-90 yıl sonra birbiri ardına yok edileceğini o günlerde elbette kimse tahmin dahi edemezdi.

-2022 yılından bu yana var olan tesisler tek tek yok edilirken, ülke borç batağına saplanıyor, diğer taraftan da yeni bir avuç rantçı zenginler yaratılıyordu. Ülkedeki milyonlarca insan açlık ve sefaletle boğuşurken, o bir avuç zengin ülkenin tüm kaynaklarını tepe tepe kullanıyordu.

-İnsanların su gibi, ekmek gibi ihtiyacı olan özgürlüklerin ve temel insan haklarının ihlal edildiği dönem yaşanıyordu. Askeri darbe dönemlerini aratan bu dönem, karşı düşüncede olan insanların neredeyse ikinci adresleri Silivri parmaklıkları oluyordu.

-Kadınlarımızın vatandaş dahi sayılmasına rıza göstermeyen bir yönetim anlayışı, ağırlığını sürdürmeye devam ediyordu. Kadınlara karşı her türlü ayırımcılığın önlenmesine yönelik daha önce imzaladığımız uluslararası sözleşmeden bir gecede çıkılması da, kadın haklarının yok sayılması anlamına geldiği kuşkusuzdur. Böyle bir anlayışın çağ dışı bir düşüncenin sonucu olduğu çok açıktır.

-“Hukuk Sistemi” bu dönemin anlam taşımayan başlıklarından biri olarak yer alıyordu. Yargıç ve savcılarımızın önemli bir bölümü, evrensel hukuka bağlı olmak yerine, siyasal iktidarın emir kulu olmayı içlerine sindirebiliyordu.

-İnsanoğlunu geleceğinin teminatı sayılan doğal kaynaklarımız, bu dönemin yıkıp yağmaladığı ve yok ettiği değerlerimiz arasına giriyordu. Çoğu yabancı şirketlere yok pahasına verilen maden ocakları yüzünden, Türkiye’nin geleceği buharlaştırılıyordu. Yine ormanlarımız, göllerimiz, derelerimiz, meralarımız hızla yoklara karışıyordu.

- Köylerde yaşayan insanlarımız tarım topraklarımızdan bilerek ve isteyerek kopartılıyor ve onların kentlere göç etmeleri teşvik ediliyor, kentlerimizin çoğu betona boğuluyor, köylerdeki okulların pek çoğu ise kapatılıyordu. Köylerimizde sayıları azalan çocukların eğitimden yararlanma olanağı yok ediliyordu.

-Rüşvet alma, hırsızlık, kayırmacılık, yağma gibi toplumsal suçlar, bu dönemde olağanlaşıyordu. İktidara yakın olamayanların özellikle kamuda iş bulma şansları yok denecek hale geliyordu.

-Trol ve trolleşme sözcükleri bu 22 yıllık yönetim döneminin dilimize kazandırdığı bir sözcük haline geliyordu. İktidardan aldıkları güçle, bazı medya kuruluşlarını da yanlarına alarak orantısız saldırıda bulunanlar, gittikçe organize bir kurumun bireyleri olarak ortaya çıkıyorlardı.

-Kamu ve özel kurumlarda uzun yıllar çalıştıktan sonra artık dinlenmenin ve rahat yaşamanın özlemini çeken emekliler, ne yazık ki tarihin en acımasız dönemini yaşamaya mahkum ediliyorlardı. Fiilen çalıştıkları dönemlere kıyasla çok düşük emeklilik ücretiyle karşı karşıya gelen emekliler, aldıkları paranın değerinin artık kalmayışı yüzünden de adeta bir bataklığa gömülüyorlardı. Açlık ve sefalet, emeklilerin ayrılmaz birer parçası haline geliyordu bu son 22 yılda.

-Ülkenin dört bir yanında inşa edilen birçok sağlık yatırımlarının, ülke insanlarının sağlıklarını düşünen birer yatırım olarak programlandığı zannediliyordu. Ancak kısa bir zaman sonra bu yatırımların belli inşaat firmalarına büyük olanaklar sağlamaktan başka bir anlamının olmadığı anlaşılacaktı. “Şehir Hastaneleri” adıyla yapılanların akıllara durgunluk veren bedellerle yaptırıldığını ve bu bedellerin de halkın sırtına yüklendiği bir zaman sonra acı acı anlaşılacaktı. Bu projelere benzer uygulamaların bazı hava limanı, otoyol inşaatlarında da görecektik. Neredeyse yolcusu olmayan hava limanlarının yapılması, iktidara yakın belli inşaat firmalarına kazanç kapısı açmaktan başkaca bir anlam taşımıyordu.

-Yaşım gereği, Adnan Menderes’ten günümüze kadar tüm siyasi parti liderlerini inceleme ve irdeleme olanağı buldum. Beğenelim veya beğenmeyelim hiçbir parti liderinin ağzından “cibilliyetsiz”, “İsrail dölü”, “sürtük”, “çürük”, “rezil”, “terörist” veya benzeri küfür ve hakaretler çıkmazken, bugünün bir siyasi liderinden her zaman küfür ve hakaretleri duymak elbette içimizi acıtıyordu.

-2002 yılından sonra Türkiye’nin dış politikası tam anlamıyla içler acısı bir konuma getirilmiştir. Her geçen gün dünyada itibarı kalmayan bir ülke konumuna düşmek elbette kahredici bir durumdu. Bir zaman önce hakaret ettiğimiz bir ülkenin liderine, bir zaman sonra kucak açarak “kardeşim” dahi diyebiliyorduk. Bu çarpık politika, “dış ilişkilerde uzun ve sürekli düşmanlık olmaz” kalıbı içine sokularak halk uyutuluyordu.

-Alın teriyle çalışanlar, emekliler sefalete mahkum edilirken, iktidar olanağını yanına alanların birden fazla yerden kamu maaşı almaları, bu dönemin artık vazgeçilmez bir vurgunu haline geliyordu. Yine milyonlar açlıkla ve sefaletle boğuşurken, bir kesimin lüks ve şatafat içinde yaşamlarını sürdürmeleri de gözlerimize sokuluyordu.

-Çağdaş dünyanın en önemli muhalefet gücünü işçi sendikaları ve çeşitli sivil toplum kuruluşları oluşturur. Gittikçe güçlendiğine kanaat getiren siyasal iktidar, kendisine muhalefet edebilecek tüm direnç noktalarını birer birer tırpanlıyordu.

- Ülkenin anayasayla güvence altına alınan laik, sosyal hukuk devleti anlayışına, demokratik yapısına, bayrağına, ulusal marşına, başkentine açık açık karşı olduğunu beyan etmeler, ilk kez bu dönemde ve bazı iktidar ortaklarınca dile getirilirken ülkenin yönetim sorumluluğunu üstlenenlerden herhangi bir karşı duruş gösterilmemesi, ülkenin nerelere doğru sürüklenmek istendiğini de açıkça ortaya koymaktadır.

Ülkenin ekonomik yönüyle çökertildiği, yurttaşların sadece oy veren birer araç olarak görüldüğü bu dönemin sonlandırılamaması halinde, geriye ne bir yurt ne de yurdu için yüreği çarpabilecek bir yurttaş dahi kalmayacaktır.

Bu böyle biline.