21. yılında AKP artık bir isimden ibaret

AKP 21. kuruluş yıl dönümünü geçen hafta “Bir olduk 21 olduk” sloganıyla kutladı. Partinin kurulduğu 14 Ağustos 2001’den yaklaşık 1 yıl sonra gerçekleştirilen erken genel seçime demokratikleşme, Avrupa Birliği, vesayet, yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile mücadele vaatleriyle gittiler. 2001 ekonomik krizinin ardından 3 Kasım 2002’de AKP yüzde 34 oyla tek başına iktidara gelirken önceki iktidar koalisyonu partileri baraj altında kaldı. Yüzde 34’lerle başlayan oy desteği yüzde 49,5’e kadar yükseldi, Tunceli dışındaki bütün illerden milletvekili çıkardılar.

İlk yıllarında demokratikleşme adımları ile dikkat çeken AKP iktidarı 2013 Gezi direnişi sonrasında belirginleşen sert güvenlikçi politikalarını 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrasında iyice artırdı. Yasama, Yürütme ve Yargı erklerini tek elde toplayarak bariz despotizme yönelen AKP iktidarı için artık “kaybederlerse giderler mi?” denilen noktaya gelindi. 

AKP öncesi dönemler de tabi ki güllük gülistanlık değildi, ancak ülkenin anayasal kurumları ve güçler ayrılığı sistemi bir şekilde çalışıyordu. Bu ülkede önceleri sandığa güvenilirdi, kaybeden iktidarın koltuğu devredeceğinden en ufak kuşku duyulmazdı. YSK’nın Mart 2019 İBB yerel seçim sonuçlarını iptal etmesi sonrasında olmaz denilen her şeyin olabileceği kaygısı pekişti.

BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR MEDYAYI BİTİRDİLER
AKP’nin 21’inci, iktidarlarının 20’inci yılında hangi konu ve alana el atarsanız atın, net yozlaşma kendini açıktan gösteriyor. Baştan sona tüm kurum, kural ve kavramların işlevleri sadece AKP iktidarının devamını sağlamaya hizmet yönünde dönüştürülmesinde basının rolü önemliydi. 

Bu gün bağımsız kalmaya direnen birkaç medya kuruluşu dışında geride kalanlar tümüyle iktidar kontrolüne sokuldu. İktidar yanlısı basın ve yayın kuruluşları para kazanarak değil, tamamen bizim vergilerimizle kendilerini çeviriyorlar. Kamu kuruluşlarının reklamları ve çeşitli ihalelerle desteklenerek yayınlarını sürdürebiliyorlar. İBB ellerinden gittikten sonra belediye desteği bitince bazı TV ve gazetelerin kapanması bunun açık kanıtıydı. Bu dönem bittiğinde tüm bu yayın organlarının kısa sürede buharlaştığına, burada yazıp çizenlerin yeni düzenle uzlaşmak için türlü omurgasızlık örnekleri sergileyeceklerine tanık olacağız. 

DEMOKRASİ VE HAKLAR SADECE KENDİLERİNE
Erdoğan yıl dönümü konuşmasında partisinin kurulduğu günden bu yana “Türkiye daha demokratik, daha müreffeh ve daha özgür bir noktaya geldi” dedi. Erdoğan bu söylediğine kendisi de inanıyorsa, ülkenin bu noktalara nasıl geldiği sorusu yanıtını bulmuş oluyor bir bakıma. Demirel’in dediği gibi; “meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” zaten, değil mi?

Demokrasi Erdoğan’ın bahşettiği, ancak onun siyasi ikbaline zarar vermeyeceklerin faydalanabildikleri bir lüks haline geldi. Siyasal hak ve özgürlükler, kendilerini destekleyenlerin sınırsız kullanabildikleri, karşıt kesimlerin hiç faydalanamadığı bir kamusal imkâna dönüştürüldü. 

KÜLTÜREL İKTİDARI BİR TÜRLÜ KURAMADILAR
Siyasal iktidarı elde edip “kültürel iktidar” dedikleri alanda sıfır düzeyde kalmalarını içlerine hiç sindiremediler. Yaptıkları filmlere, düzenledikleri konserlere para vererek giden olmadı. Düzenledikleri beleş etkinliklere ancak servis ve yolluk temin edilirse birilerini toparlayabildiler. Neredeyse tapındıkları liderlerinin hayatını konu alan “Reis” filmini 5 haftada sadece 175 bin kişi izledi.

Özgür ve estetik duygulara sahip entelektüel birikimli zihinlerin ürettiği müzik, sinema, edebiyat ve kültür alanında 'dombra’ seviyesinden ileri gidemediler. Daha da ötesi, bu kapasitesizliklerinin sebeplerini kavrayacak vizyona ve birikime dahi sahip olamadılar.

‘Kültür yaratmak’ meselesini otoyol ve köprü yapmak gibi ekonomik bir yatırım konusu gibi gördüler. Yirmi yıllık dönemlerinde halkın beğenisini kazanan nitelikli sanatçı yetişmesini sağlayamadılar. Bu sefer halkın sevdiği bazı sanatçıları siyasetlerine devşirmeye yöneldiler, geri kalanları da düşmanlaştırdılar, konserlerini yasakladılar. Sarayın şaşalı sofralarında boy gösteren, halkın ‘yandaş saray sanatçıları’ dediği bir avuç sanatçıya bolca kaynak aktarmaktan da beklediklerini bulamadılar. 

HALKIN ÖZGÜRCE EĞLENMESİNE TAHAMMÜLSÜZLER
Bu halk AKP öncesinde çok daha sosyal ve kültürel imkânlara sahipti. Dünyanın en popüler sanatçıları dünya turnesine çıktıklarında ilk uğraklarından birisi Türkiye olurdu. Yüzbinlerin katıldığı stadyum konserleri düzenlenirdi. Ancak AKP ve siyasal tabanı kızlı erkekli özgürce (hele de alkollü) eğlenmeye temel dünya görüşleri kökten karşıydı. Bu yüzden ne eğlendiler ne de eğlenenlere hoşgörü gösterdiler, ülkeyi tamamen çölleştirdiler.

Müzikli eğlence mekânlarının kapanma saatlerine taktılar. Pandemi sebebiyle iki yıldır engelledikleri müzikli gençlik festivallerini, konserleri bu yıl da“halkın değerleri” vb. yalandan bahanelerle idari kararlarla engelliyorlar. Öğrenciler muhalif pankart açarlar, slogan atarlar diye üniversite şenliklerini ve diploma törenlerini yasaklıyorlar. İslamcı kuruluşların talepleriyle mülki amirler kamu güvenliği, toplumun huzuru vb.” gibi uyduruk sebeplerle ve hukuksuz olarak son 4 ayda 14 konser ve etkinliği yasakladılar. 

ÖFKELİ, ÜZÜNTÜLÜ, GÜVENSİZ BİR TOPLUM YARATILDI
AKP Türkiye’sinde insanlar gülmeyi unuttular; mutsuz, umutsuz, özgüvensiz, öfkeli ve sürekli gergin hale getirildiler. Toplumsal kesimler birbirinden nefret eden siyasal ve sosyal guruplara ayrıldı. Eğlenceden, sosyalleşmeden uzaklaştırılan toplumun ruhu karartıldı. 

Araştırma şirketi Gallup’un 122 ülkede yaptığı ‘Duygular Anketi’nin sonuçlarına göre Türkiye öfkede Lübnan’ın ardından dünyada ikinci, üzüntüde ise Afganistan ve Lübnan’ın ardından üçüncü oldu. Mutlu hissetmekte dünya 120’ncisi, gülümsemekte dünya 121’incisiyiz. Bu olumsuz atmosfer ise insanlarda güvensizlik ve dışlanmışlık duygularını besliyor. 33 OECD ülkesi arasında güvensizlikte 30’uncu sıradayız.

KURUMSAL DEVLET YAPISI 'ŞAHSIM DEVLETİ' OLDU
Devlet aygıtını oluşturan tüm kurum ve kurallar şahsileşti ve kişiselleşti. “Şahsım devleti” kavramında kendini ifade eden, kişi kültü etrafında örgütlenen bir siyasi yapıya dönüştürüldü. Hukukun ve kurumların işleyişi, temel kaygıları siyasal iktidarı korumak olan mülki ve idari amirlerin tasarrufuna terk edildi. Bunun sonucunda da rejimin ve onun fiili yapısını oluşturan bürokrasinin keyfiliği kurumsallaştı. Tüm bu uygulamalarla var olan devlet, en klasik anlamdaki modern bir ulus devlet olmaktan tümüyle çıkartılıp çürümüş bir devlet haline getirildi. 

Erdoğan kendisini, bugün iktidardaysa yarın muhalefete düşebilecek bir fani, rakiplerini de kendisi gibi siyasi liderler olarak görmedi. Kendisini, tarihin akışın değiştirme kapasitesinde istisnai bir lider olarak konumlandırdı. Bu siyasi konumunu koruyabilmesi için sürekli yüzde elliden bir fazla oy alması gereken sistemi kurmak belki de en önemli siyasal hatası oldu. Demokratik mücadele koşullarında konumunu korumasının mümkün olmayacağını bildiği için eşit siyasi rekabeti tümüyle kaldırdı. Bu yüzden, seçimlerde kendisine devletin tüm imkânlarını kullanma ayrıcalığını sağlamakta hiçbir beis görmedi. Çünkü Erdoğan demokratik rekabet kültürüne hiçbir zaman sahip olmadı. 

YIKMAKLA KALMADILAR TAMİR ARAÇLARINI DA TAHRİP ETTİLER
Ülkeyi 20 yılda bu hale getirdiler ama daha da kötüsü, belki bir yirmi yıl daha giderilemeyecek kadar kalıcı tahribatlar yarattılar. Şehir talanından çevre katliamına; kamu gücüyle sağlanan servet transferi sonucu bozdukları gelir dağılımdan çökertilmiş ekonomiye; içleri boşaltılmış, siyasallaştırılıp liyakatsizleştirilmiş temel kurumlardan, işlevleri bozulan sağlık, eğitim vb. sistemlere kadar… 

Bunların belki de çok daha ötesinde verdikleri zarar ise; bu zararları gidermek için kullanılacak araçları ve imkânları da tahrip etmeleri oldu. Mevcut problemlerin yakın ve uzak gelecekte çözümlerini sağlayacak temel kurum, kavram ve altyapılara da ağır şekilde zarar verdiler. Kavramların altını boşalttılar, devletin temel dinamiklerini işlemez hale getirdiler, demokratik siyaseti imha ettiler.
21 yılın sonunda AKP denilince akla artık; ülkeyi bunca yıldır yöneten bir siyasal parti değil, sadece bir isim geliyor. Bu iktidarın hikâyesi zaten çoktan bitmişti ama uzatmalar beklenenden uzun sürdü. Varlığı ve ikbali ‘kült’leştirilmiş tek kişinin iradesine bağlanmış bir siyasal organizasyon zaten daha ne kadar devam ettirilebilirdi ki? 

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }